ORTAKOY YETIMHANESI

Ortaköy’ün içeri kısımlarında yaklaşık 100 yılı aşkın yaşı olan bina önceleri Ermeni okulu, sonralarda ise Yahudi yetimhanesi olarak kullanılmış. Yıllar sonra terkedilen bu eski bina şimdilerde Beşiktaş Belediyesi’nin yaptığı restorasyon sonucunda sanatsal bir alana dönüştürülmüş. Usta ve genç birçok sanatçının eserlerinin sergilendiği bina rutubet kokusu, çinili karo döşemeleri, kırılmış pencereleri ile uluslararası standartta sanatsal bir mekan haline gelmiş. Binanın rustik yapısı, yıllar önce kimsesiz Yahudi çocuklara ev olması ve duvarlarının yaşanmışlık kokusu oldukça etkileyici.

Stop and Look

Dönemsel sergiler ve konserlerin yapıldığı binayı ziyaret etmek isterseniz Palanga Caddesine gidin. Sloganı ”Stop and Look” olan ve 1-30 Ekim arasında Fotoistanbul kapsamındaki sergi kaçırılmadan görülmesi gerek. Beşiktaş Belediyesinin böyle hüzünlü ve sanatsal bir yeri bizlere kazandırması ise ayrı bir teşekkür konusu.

 

Ortaköy Yetimhanesi

Ortaköy Yetimhanesi 2

 

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

18 Ekim 2016 Salı

AVOKADO TOST

Avokadooo.. Son zamanlarda ne çok meşhur oldu. Avokado aşağı avokado yukarı. Ay ben bi sevemedim şunu diyenler bile bu modaya yüzlerini ekşite ekşite ayak uydurdu. Kimi sağlıklı beslenme için kimiside sırf moda diye tüketse de aslında Avokado artılarıyla gerçekten de bulunmaz hint kumaşı. Tadı başta benimde damak tadıma uygun gelmemişti. Neden? Avokadoyu soydum,tabağa koydum. Hadi yiyelim dedim. Yok.. birşey eksik.. yada fazla.. hmm yemeyeceğim galiba ?  Birde şu avokado tost tarifini deneyeyim.

Efendim,bu güzelim meyveyi hayatımıza sokmam benim önüne geçilmez ‘sağlıklı beslenelim’ tabularım yüzünden oldu. Öğrendikçe tadı da güzelleşti, tariflerimde zenginleşti. Uzun süredir en çok yaptığım Avokado Tost tarifimi sizinle paylaşıyorum. Siz isterseniz salatanıza ekleyin, isterseniz makarnanıza garnitür yapın, isterseniz kahvaltıda tabağınıza dilimleyin. Benim favorim tost olan şekli 🙂

Avokado toast

Biraz faydalarından bahsedelim hadi.

Avokado da yağına tuzuna dikkat eden birinin asla yemeyeceği kadar yağ mevcut aslında. Şimdi bu cümlenin devamını okumasan bu yağın aslında iyi bir yağ olduğunu ve vücudun sistematik haraketine oldukça katkı sağladığını bilemeyeceksin. Neyseki okudun 🙂 Aynı omega 3 yağındaki mantık gibi, iyi kolesterolün artmasına yardımcı oluyor. Kalp – damar koruyucu ve bağırsak dostu. Kabızlığa derman olabilecek meyvelerden biri yani. Aynı zamanda vücudumuzu yaşlandıran serbest radikaller için bir antioksidan kalkan görevi de var. Ayrıca sporcular için bir protein kaynağı. Hatta spor yapanların mutlak surette öğünlerine eklemeleri gereken bir mucize diyebiliriz. Çünkü spor yaparken vücutta serbest radikallerde artıyor (yaşlanıyoruz), bağışıklıkta düşüyor (daha sık hastalanıyoruz), enerjimizde tükeniyor (avokado enerji metabolizmasını da tetikliyor), kolesterolümüz artabiliyor (avokado dengelemeye yardımcı oluyor) Bu yüzden ister spor yapan, ister sağlıklı beslenmek isteyen ama nereden başlayacağını bilmeyen, ister yaşlı isterseniz çocuk olun avokado alın, yiyin efendim.

Birde hamileler veya hamilelik düşünenler; bu avokado bir folik asit yuvası. Yiyin ki çocuklarınız topaç gibi sağlıklı bıcır bıcır olsun.

Aynı zamanda sarı nokta hastaları, o dünya paraya satılan lutein varya, avokado da var. Yiyin ki gözleriniz daha güzel görsün 🙂

Son olarak; alkaliyim alkalisin alkaliler. Avokado bir alkali besindir ve alkalilik çok ama çok önemlidir. Bunu ayrı bir post da daha ayrıntılı anlatıcam.

Avokado Tost tarifiyle sevgili veganlara da buradan selam olsun :))

 

IMG_0823-vert

Tarife geçelim;

Malzemeler

  • 1 adet olgun Avokado
  • Yarım diş sarımsak (tercihe bağlı)
  • 1 tatlı kaşığı Zeytinyağ
  • 1 tatlı kaşığı Limon
  • tuz

Olgunlaşmış (rengi siyaha yakın) bir avokadoyu ikiye kesin ve içini bir kaşık yardımıyla çıkarın. Çatalla kabaca ezdikten sonra rendelenmiş yarım diş sarımsak, zeytinyağ, limon ve tuzu ekleyerek karıştırın. Bu kadar 🙂

Sonrasında güzel bir ev ekmeğini nar gibi kızartın. Üzerine avokado ezmesini sürün. Üzerine tercih ettiğiniz peyniri (benim tercihim keçi peyniri) ufalayın. Son olarak ekmeğinize karabiber ve pul biber serpin, Avokado Tost hazır. Afiyetle yiyin.

Dilerseniz avokado sürdüğünüz ekmeğin üzerine pişmiş yumurta da ekleyebilirsiniz. Yada yine kızarmış bir ekmeğe güzel bir peynir sürüp üstüne avokado dilimleri koyabilir onun da üstüne az bir miktar acı sos dökebilirsiniz :))) off tam bir öğlen atıştırmalığı :)))

 

IMG_3854

Şimdi hemen pazara veya markete gidip birkaç güzel avokado beğenin. Olgun olanları bulamazsanız bile daha irice gördüklerinizi alın. Eğer birkaç gün buzdolabına koymadan dışarıda bekletirseniz olgunlaşır ve yumuşarlar. Bekleyemezseniz ezmeniz zorlaştığı için dilim halinde yada salataya eklenecek şekilde kullanabilirsiniz. Olgun olanlar (siyaha yakın renkte) gurme marketlerde genelde bulunuyor (makrocenter)

Afiyet olsun.

Yeşili sevin ♥

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün

10 ADIMDA NASIL MUTLU OLUNUR

 

İster Starbucks’ta mango frappuccino yudumlarken, ister ofiste klavyeni tıklatırken, her nerede olursan ol daha mutlu olmak için yapacağın bir çok şey mevcut. Hayatı daha eğlenceli ve pozitif yapabilmek için on bin milyon tane şey olsa da sen birini bile uygulayacak adımı atmazsan mutsuzum diye sızlanmaya hakkın olmaz. İster havanın sıcaklığından şikayet et, ister işlerin bitmemesinden. Her zaman her şey mükemmel olmasa da bazen iyi şeyleri görmek ve olumsuzlukları birkaç dakikalığına görmezden gelmek bile içinizi yumuşatmaya yarar. Şimdi biraz rahatla ve seni mutlu edecek adımları uygulamaya başla. Bu hemen olacak bir şey olmasa da, bir ay sonra beni ara ve nasıl mutlu olduğunu söyle!

 

Nasıl mutlu olunur

1 – Egzersiz yapın!

Oturarak çalışan ve egzersiz yapmayan kişilerin hafta da en az 3 gün egzersiz yapanlara oranla daha fazla depresyon riski taşıdığı kanıtlanmış. Ofiste saatlerce çalışıyor da olsanız günde yarım saatlik bir yürüyüşü hayatınıza yemek içmek gibi katmaya çalışın. Ne de olsa yemek yiyecek veya bir türk kahvesi içecek vakti buluyorsunuz değil mi?

 

 

   

IMG_3100

 

 2 – Eve iş getirmeyin!

Ofiste zamanın nasıl çabuk veya stresli geçtiğini, yapılacak işlerin bitmediğini ve her gün aynı tantananın olduğunu düşünün. Sizce o kapıdan dışarıya çıktığınızda bunu devam ettirmeye gerek var mı? Tüm enerjinizi zaten iş yerinde harcamışsınız. Bırakın, sizin için biraz zaman kalsın. Evde geçirilen kısa ama stressiz zaman, kaliteli zamandır.

 

 

 

 

3 – Açık havada vakit geçirin!

Bilimsel çalışmalar mutluluğu arttırmak için temiz hava da zaman geçirilmesini öneriyor. Bir çalışmada 20 dakika açık havada vakit geçirmenin olumlu ruh halini arttırdığı söylenmiş. Bu sebeple öğle yemeklerini dışarıda yemeye devam 🙂

 

IMG_3765-horz

 

 

IMG_4844

 

4 – Hiç kullanmadığınız 3 şeyden kurtulun! 

O çekmeceyi her açtığınızda aradığınız kolyeyi kullanmadığınız bijuteri ürünlerinden ayıklamaktan gına gelmiş olabilir. Yada kenarda bir toz yığını oluşturan üniversiteden kalmış atmaya kıyamadığınız kitaplar sizden daha fazla ihtiyacı olan birinin olabilir. Peki 3 kıştır giymediğiniz ve gardıropta gereğinden çok yer kaplayan kabanınıza ne demeli? Kurtulun gitsin.

 

 

 

 

IMG_3965

 

 

5 – Kart gönderin.

Seyahat ettiğiniz bir ülkeden yakınıza bir kart atın. Hem o şehre özel bir hatıra hem de minik bir hediye olmuş olur. Kartın kişiye ulaşma süresi boyunca da tatlı bir heyecan duymuş olursunuz.

 

 

 

 

IMG_2749-horz

6 – Maksimum 13.9 derecede kalın! 

2011 yılında Amerikan Meteoroloji Derneğinin yaptığı açıklamaya göre rüzgar hızı, nem ve ortam sıcaklığı gibi değişkenlerinde mutluluğumuz üzerinde büyük etkiye sahip olduğu ve mutluluk için maksimum sıcaklığın 13.9°C olduğu söylenmiş. 20 dakika açık havada vakit geçirmek için hava durumunu da kontrol etmekte fayda var :))

 

 

IMG_2368

 

7 – Yılda 100 saatinizi yardıma ayırın!

Yılda 100 saat başkalarına yardım etmenin hayatımızı zenginleştirmede önemli olduğu vurgulanıyor. Araştırmacılara göre başkalarını mutlu etmek için yaptığımız harcamaların kendimiz için yaptığımız kıyafet, saat vb harcamalardan daha tatminkar. Haftada 2 saatimizi başkalarına yardım için ayırdığımızda nasıl mutlu olacağımızı keşke daha önce biri söyleseydi :))

 

 

 

 

DSC_0039

8 – Düşüncelerinizi değiştirin ve şükredin!

Bazı dönemler özellikle mutsuz ve yorgun olduğunuzda ne çok olumsuz şey düşündüğünüzü hatırlayın. Düşüncelerimiz neyse ona odaklanır ve onu hissetmeye başlarız. Hayatınızdaki küçük olumsuzluklar yerine sahip olduklarınızı düşünmek ve şükretmek mutlulukla direk ilgili. Bir ağaca bakmayı bırakın ve başınızı kaldırıp ormanı görün.

 

“The happiness of your life depends upon the quality of your thoughts” – Marcus Aurelius

 

 

WhatsApp Image 2016-08-22 at 15.56.269 – Tatilinizi Planlayın!

Yaşam kalitesesini arttıran faktörlerle ilgili yapılan çalışmada bir tatil planlamadaki bekleyiş duygusunun mutluluğu arttırabildiği gözlemleniyor. Çalışmaya göre çoğu insan için tatil beklentisi mutluluğu 8 hafta boyunca arttırıp,tatil sonrası başlangıç seviyesine gerilediği görülmüş. Minik bir gezi bile olsa takviminize bir işaret koyun ve geri sayıma başlayın :))

 

IMG_9501

10 – Meditasyon yapın! 

Odaklanma ve dikkat süresinin iyileştirilmesi için yararlı olmasının yanında sakin kalabilmek için de önemli bir alışkanlık. Bu aynı zamanda şefkat ve öz farkındalığı geliştirdiği için mutlu kalmamıza neden oluyor. Düzenli meditasyon yapan ve yapmayan iki grubun beyin grafikleri incelendiğinde, yapan grubun zihinlerinin daha temiz ve kişilerin daha sakin olduğu gözlemlenmiş. Kalıcı mutluluk seviyesini arttırmak  için meditasyonun en etkili yöntem olduğu kanıtlanmış.

 

Nasıl Mutlu Olunur Son olarak;

Sıkıca sarılın, kocaman gülümseyin ve çok sevin!

 

 

References:

  1. The Happiness Advantage” by Shawn Achor

SEVDALUK KARADENİZ

Geçen seneki gibi yine Trabzon havaalanından araç kiralayarak Rize-Çamlıhemşin’e bu kez 4 kişi geldik 🙂 Bu tatili aylar öncesinden planladığımız için heyecan dorukta, daha öncesinde Karadeniz in büyülü havasını yaşamamış can dostlarımıza buranın güzelliklerini bir yandan anlatıp bir yandan gösterebilmek için yarışıyoruz adeta Ali’yle 🙂 Programlıyız, telefonlarımıza yüklediğimiz Karadeniz şarkılar arabamızda ince ince çalıyor. Eşlik eden biz, göz bebeklerimizden yansıyan yeşilin her tonu ile gülücükler saçarken ”yeniler” yolun çetrefilliğinden bihaberdi.
KaradenizKaradeniz 2

İlk durak elbetteki Çinçiva köyü. Çinçiva Kahve yol yorgunluğunu atmak,iyi demlenmiş çay içmek için en güzel yer. Karnımız da acıkınca çayın yanına en iyi ne gider? Ekmeğimi banıcam nerde benim muhlamam??  :)) Yolumuz daha uzun. İlk gün Gito’ya çıkacağız. İkinci gün Pokut’a. İkiside buradan ortalama 1 saati buluyor. Yol zahmetli. Gito yolu Pokut’a göre nispeten daha iyi olsa da yukarı çıkarken telefon edip birşey lazım mı diye sormakta yarar var. Zaten telefonda çekmiyor yukarılarda. Tam biz bizeyiz 🙂 Biz en iyisi biraz ekmek alıp yola koyulalım 🙂 Aaa bu arada çinçivada yol kenarında teyzeler çok güzel işler yapmışlar. Ayaklarınız üşümesin diye patikler alabilirsiniz. Ben daha önceki ziyaretimde aldığım için bu sefer bu başımdakini aldım 🙂 Bence hepsi benim olmalı :))

 

_MG_0245-vertÇinçiva Köyü, KaradenizPokut, Karadeniz

Yine Pokut Yollarında

Gito’yu bir önceki yazımda anlatmıştım. Okumak için buraya tıklayabilirsiniz. İkinci gün heycanla Pokut’a çıktık. Dediğim gibi yol daha zorlu. Kesinlikle 4×4 bir araçla çıkılabiliyor sakın normal araçla çıkmaya çalışmayın. (Eğer bir offroad çu değilseniz). Ali geçen yıldan bu yana Ahmet amcayı dilinden düşürmediği için çok heycanlı 🙂 Yasemin de bizi bekliyor. Ahmet amca ve Yasemin Pokuttaki Plata’da Mola yayla evinin sahipleri bir baba-kız. Geçen yılki Pokut yazımı buradan okuyabilirsiniz. O leziz yemeklerin tadı hala damağımızda,akşam ne pişiyor heyecanı zorlu yolda bir nevi telkin oluyor bana. Bu arada yemeğimiz de şöyleydi 🙂

Platoda Mola, Pokut, Karadeniz

Yukarı çıkınca Ahmet amca bizi karşıladı. Sohbet, sıcak çay.. Evimizdeyiz.. Mis gibi Pokut. Mis gibi manzara. Hava bize kıyak yapmış,sis yok. Öyle ki burada sis yoksa şanslısınız demektir. Yoksa bazen gelen misafirler açık hava görmeden gitmeleri gerekebiliyor. Ama biz onlardan hiç olmadık 🙂

20160620_124014-vertPokut Yaylası, Karadeniz20160620_084950-vertPokut Yaylası, Karadeniz

Akşamüstü Ahmet amca bizi yürüyüşe çıkardı. Ev ahalisi (konaklayanlar) hep birlikte aldık kameralarımızı peşi sıra sıralandık Ahmet amcanın. Gün batımını izlemekti amaç. En güzel yerden. Yani ”bulutların üstünden” Görüntü inanılmayacak güzellikte. Güneş hiç görmediğim kadar büyük. Kendimi bulutların üstüne bırakmamak için savaş verdim diyebilirim. Burası gerçek anlamda büyüleyici! Ey gidi Karadeniz.

IMG_9617-vert

Eğer yoga yapıyorsanız, çok kıymetli bir yer burası. Alın matınızı, sabah erkenden çıkın kırlara, beğendiğiniz bir manzaraya serilin. Huzurun altın anahtarını bulacaksınız dağlarda. Tepede bir kayanın üzerinde, ormana bakan yamaçta, bulutlara bakan tahta bir bankın üzerinde veya Plato’da Mola‘nın o güzelim verandasında gevşeyin, huzur bulun. Huzur Pokut’ta.. Huzur yoga’da. Huzur içimizde ;))

IMG_9870-horz-vert

IMG_9938-vert

Pokutta Geyik mi varmış? Videosu için tıklayın ;)))) – Ormanda yürüyüşe çıkan 2 genç kızın manzarasızlığı 😛 Havada sis varsaaa 🙂

Pokutta sıradan bir sabah videosu için tıklayın.

 

Fotoğraflar: Sinem Güneş Sedef – Gökay Sedef

                          Yiğit Ali Tüzün – Tuğçe Tüzün

 

Sevdaluk Karadeniz

 

 

BULUTLARIN ÜLKESİ, GİTO

Geceleri uyurken koyun saymak gibi birşey bu… Yayladaki inekleri saymak. Sabah gün doğumuyla uyanır, evin tahta verendasını fazla ses etmeden geçer kırlara çıkarsın. Eğer şanslıysan, gökyüzü mavi, güneş ısıtıyordur. Şöyle bir gerinip karşı dağları seyredebileceğin uygun bir düzlük ararsın kendine. Uykudan halen açılmamış gözlerin güneşe alışmaya çalışır. Derken aşağı evden teyze inekleriyle beraber çıkar. Peşi sıra ilerleyen hayvanlar en taze ota yürürler. Teyze de peşlerinde. Mesela bu teyzenin on tane ineği var. 5’i siyah 5’i kahverengi. Başını az uzaklara kaldırınca yemyeşil çayırda otlayan komşu inekleri de görür saymaya başlarsın istemsiz. Burada böyle. İnekler sayılır, sayarak ayılır insan sabahları. Kuşların ise en güzel ötüşleri yine günün bu saatlerinde olur. Onlar birbirlerine günaydın şarkısı söyleyip ötüşürken, inekler taze ot peşinde gezinip çanlarını oynatır. Duyup duyabildiğin tek ses bunlar olur sabah yaylada. Uzunca bir vakit izlersin, sonra soldan bulut bulut beyazlar gelmeye başlar. Eee burası Gito, yani ”Bulutların Ülkesi.” Gelecekler tabii…

Gito Yaylası, KaradenizIMG_9406-vert_MG_0325-vert

Nerede kalınır? Gito Yaylası’na geliyorsanız kalacak tek bir yeriniz var demektir. KOÇİRA… Sahipleri Serhan ve Tugay abi evlerinin kapılarını doğa sever,türkü dinler misafirlere açmışlar. Bir de Koçira’nın delileri varki dillere destan  🙂 Biz geldiğimizde Serhan abi evde değildi ama Tugay-İbrahim-Sinan abi kalbimizde yer etti.

Evin patronlarından Tugay abi; çok cool, dolu dolu bir adam. Entellektüel yanı Karadenizli kimliğine karışmış, harmanlanmış  harika bir kişilik ortaya çıkmış. Elinde her daim bir kitap görebilirsiniz. Yemekler Tugay abiden, bir de nefis çorba yapıyor, yanına da ekmek pişiriyor ki sorma. 6 ay yaylada kalarak insanlara yardım ediyor. Yardım derken; insanların sıfırlamaları konusunda 😉 Çünkü buraya çıkınca herşeyi bir kenara bırakıyor insan.

Uzun saçlı komik adam İbrahim Abi; dünya adamı,yaşamaya gelmiş. İlk görüşte sert. Ama bize sökmez,bizde Artvinliyiz :))) Kaldığımız süre boyunca esprileriyle karnımızı ağrıttı. Konuşmamız sırasında şu şehir,bu köy diye konuşurken heryerden hikayeler anlattı. Görmediği yer kalmamış sanki. Yaşının iki katı yaşamış gibi. Kızdırmayın, alırsınız ağzınızın payını :)) Koçiranın delilerini denge tutan son mohikan, İbrahim abimiz iyiki seni tanıdık 🙂

Vee Sinan Abi.. Yurdum insanı. Uzaydan gelmiş gibi herkes için bir şeyler yapmaya çalışan bir bestekar. Öyle iyiki, doğa için, memleketi için, insan için yaptıkları bir kitap olur yazılır da yazılır. Aşık ve üretken. Konuştukça deşilen, deşildikçe derinleşen ve büyüyen bir adam. Hani Kyoto’daki huzurlu ejderha tapınağındaki 14 kayadan 15’inci kayayı görmeye çalışan insanlar vardı ya, Sinan abi orada olsa o kayayı görürdü işte. Öyle bir hissi güce sahip. Senede 2 defa Kürk Mantolu Madonnayı okumayı adet etmiş ve birbirinden dinlenesi besteleri yazan bu adam, HES için 40 gün yürüdüğünü anlatıyor. Hikayeleri büyük, kendisinden dinlemeli.

İsimlerimizi soruyor Sinem ile benim. Sonra diyor ki; ”çok şehirli isimleriniz varmış”… Demesinden belli ki özünü seven, değişmememiz gerektiğine inanan ve toprağını koruyan bir avuç insandan biri. Yaptığı bestelerde aşk yoktu,olmamalıydı. Sevdaluk olmalı, sevdaluk olmayan aşklara karşıydı. Ben diyordu, kabul edemiyorum. Tugay abi, pozitif değişimden yanaydı, gelişmeliydi herkes. Ama o ”beni anlamıyorlar” deyip susuyordu. Gençler neden türkü söylemiyor? diyordu. Türkü öğrenin çocuklar.. türküler bizim özümüz..

Gito yaylasıIMG_9323-vert

Akşam nefis yemeğimizden sonra İbrahim Abi ve Sinan abi türküler söylediler bize, sazlar çalındı.. Laz, Rumeli, heryerden.. ”Çocuklar türküleri sevin” diyen Sinan abi, ”bizde bu yola jazz la başladık ama biz ettik siz etmeyin” diyordu gülümseyerek. Bildiklerimize eşlik ettik, bilmediklerimize şaştık kaldık. Öyle içten sözler, öyle duygu dolu melodilerle birleşmiş. Meğer yaratıcıları Sinan abi ve Koçira Korusu imiş. Her yıl İstanbul ve Ankara’da belirli bir yerde konser yapıyorlarmış. Birbirimize söz verdik, ilki nerede olacaksa gidip tekrar dinlemek için.

IMG_9256-vert

Sabah evin köpeği Garip ile yürüyüşe çıktık. Bizi korumak için önümüzden yürüyor, kendini sevdirmek için tüm sempatikliğini kullanıyordu. Bu Garip’in garip bir huyu daha var, yürüyüşe çıkardığı insanlar tehlikeli işlere giriştiklerinde avaz avaz havlayıp oradan oraya koşturması. Size bir şey olacak diye bu derece korkan bir anneniz bir de bu Garip işte 🙂

Öğleden sonra da Sinan abimizle dağları dolaştık biraz. Orman gülleri arasından manzaralar seyrettik. Kayaların üzerindeki bir tutam yosunun üstünde açan çiçeklere hayran kaldık. Dağdan akan suyu içtik, yeşil düzlüklerde soluklandık. Bolca yaşamaktan konuştuk, yaşamın ta içinden, şiirlerden, ozanlardan bahsettik..

IMG_9538-vert

18/06/2016 tarihindeki notlarımdan alıntı;

Dumanın arasında 2050 metre yükseklikteyiz. Artık ağaç kalmadı. İneklerin çan seslerini burada, sobanın başında oturduğum sıcacık taburemden duyuyorum. Fonda bir Karadeniz türküsü var. 15 dakika sonra yemek hazır olacakmış. Kokular mis gibi. Pişen yemekler sıcak kalsın diye sobanın üzerine konulmuş,hala kaynıyor. Yedek odunlar sobanın altına sıralanmış. Ali uyuyakaldı,her zamanki gibi 🙂 Sinem; gözlerime inanamadığım şekilde kitaba dalmış, okuyor. O da kendine şaşırmış ama içgüdüsel istemiş buraya gelince, öyle diyor 🙂 Gökay; başta kitap okuyordu, belliki kitap sıkıcı. Şimdi sadece düşünüyor ”evin arkasına kesinlikle bir bez germeli evet,Sinem’de üstüne kocaman bir resim yapmalı” 🙂 Odada bizden başka 4 kişi daha var. 3’ü uzanmış yemek saatini bekliyor. Asında bende uzanmak istiyorum ama hakkımı yemek sonrasındaki rehavetimde kullanacağım. Sonra mis gibi tavşan kanı bir çay. En sevdiğim. Hele burada, bu gökyüzüne en yakın yerde.. Herşey daha güzel, daha samimi ve sıcak. İneği, köpeği, insanı, bulutu, bacası, çayı, çorbası.

20160619_104948-vertIMG_9501-vert

”Dönmek için gitmek gerekir.” dedi İbrahim abi, çok doğru. O yüzden bizde gitmek zorunda kaldık Gito’dan. Tekrar gelmek üzere. Ayrılırken arabanın yanına geldi üçüde. Sinan abi bizi unutmayın sakın çocuklar diyordu. İbrahim abide Tugay abide sarıldı bize, ”yine görüşeceğiz elbette” diye. Buradan ayrılmak zor oldu. Bulutların yaylası,başında bulutun eksik olmadığı tepe. Koçira Delileri olmadan tadı olmayacak Gito. Hepsini iyiki tanımışız, sevmişiz.

Son olarak; sevgili İbrahim abimin sözleri ile…

– ha bu bulutlari siza yorgan edeceğum..

IMG_9485

 

Fotoğraflar: Sinem Güneş Sedef – Gökay Sedef

                         Yiğit Ali Tüzün – Tuğçe Tüzün

 

Video için tıklayın. – Sabah sallanması 🙂

KABAK DOLMASI, EV YAPIMI ICE TEA İLE

Kabak Dolması yapmayı bilmeyen azdır diye düşünüyorum ama günümüzde özellikle kadının çalıştığı bir toplumda hala evde geleneksel yemekler pişirenlerin sayısının da azaldığını biliyorum. Ne yazıkki artık herşey hazır önümüze konulan, kısa sürede pişirilen pratik yiyeceklerden oluşmakta. Tavada hemen kızartılan tavuk veya bir parça et yanına yine dondurulmuş hazır patates kızartmasıyla sunulmakta. Eğer şanslıysak tabağın yanına sırf renk katması için bir tutam yeşillik konulmuş olabilir. Evde salata yapmak bile bazılarına zor gelebilir. Çünkü yeşilliklerin sirkeli suda yıkanması ve kurutulması uğraş gerektiriyor.

 

Daha pratik ve amerikanvari yiyeceklerin tüketilmesi varken insan neden dolma yapsınki? Yada şehirde iyi kurufasulyeciler varken evde neden fasulye ıslatılıp bekletilsin, pişirilsin, yensin? Pratik ve hızlı pişen yemeklere karşı değilim ama hızla yenilenen ve hazırcılaşan bir dünyada geleneksel yemeklerin arada bir pişirilmeye hakkı olduğunu düşünüyorum. Yurtdışında ve ülkemizde köylerde geleneksel tariflerin değişmemesi için uğraşan ve buna hassasiyet gösteren insanların olduğunu görmek umut verse de , çoğunluk hızla gelişime ayak uydurmakta ve DEĞİŞMEKTEDİR. Daha kolay, daha basit, bezense daha sağlıksız ama göz alıcı olan yeğlenmekte olup ”hayatın her bölümü” daha lezzetsiz, huzursuz veya hastalıklı bir duruma dönüştürülmektedir.

 

Benim için mutfakta vakit geçirmek çoğu zaman kanepede televizyon izlemekten yada amaçsızca sosyal medyada zaman harcamaktan çok daha huzurlu ve heyecanlı oluyor. Ve siz ne düşünürsünüz bilmem ama çok daha VERİMLİ. Ortaya çıkan mahsülün iyi bir şekilde sergilenmesi işin en heyecanlı kısmı diyebilirim 🙂 Zihnimizi meşgul eden yaşam dertlerine bir süreliğine ara vermek, telefonu elinden bırakmak, gazete ve dergiyi sehpanın üstüne koymak, haber sunan spikerden af dileyip sevdiğimiz bir müziği açıp masaya oturmak artık bir aile geleneğimiz oldu ve bundan çok memnunum. Gelenekler önemlidir. Unutmayın; çocuklarımıza bırakabileceğimiz sayılı değerli şeyden biridir ve marketten hazır ve basit olarak satın alınamaz.

 

Şimdi gelelim tarife… Kabak dolması’ nda aslında herkesin stili farklıdır. Ben kendi stilimi kısaca anlatayım.

Malzemeler

  • 5-6 adet top kabak
  • 1 büyük soğan
  • 1-2 diş sarımsak
  • (İsteğe bağlı) kıyma
  • Her kabak için ortalama 1/2 yemek kaşığı pirinç.
  • Her kabak için ortalama 1 yemek kaşığı bulgur
  • 1 yemek kaşığı biber salçası
  • 1 olgun sulu domates
  • 1 dolu yemek kaşığı kuru nane
  • 1 çay kaşığı karabiber
  • 1/2 çay kaşığı kimyon
  • tuz
  • iyi zeytinyağı

Kabak Dolması Tarifi

 

Hazırlanışı;

Soğanı ve domatesi bir kapta rendeliyoruz. Tüm malzemeleri koyup iyice karıştırıyoruz. İçlerini oyduğumuz (kendinize güzel bir kabak oyacağı alın) kabakların içlerini bu harçla dolduruyoruz. Kabakların baş kısımlarını çöpe atmayın. Onları kapak olarak kullanacağız bu kısımda. Eğer kabakları doldururken ağzına kadar sıkıca doldurursanız içleri tam pişmez ve kuru olur. Bu yüzden doldururken iç harcı bastırmayın ve üstten bir parmak kadar boşluk bırakarak pirinç ve bulgurun şişmesine izin verin. Kabakların baş kısımlarından yaptığımız kapakları üstüne kapatın. Yayvan ama kabakların boyutuna uyacak bir tencereye dizin. Üstüne son bir kez daha iyi zeytinyağı gezdirip ocağın altını yakın. Kabakların yarısının az daha üstüne çıkacak kadar sıcak su gezdirin. Gezdirdiğiniz suya da biraz tuz koyup kapağını kapatın. Ocak çok harlı olmasın. Arada bir kontrol ederek ortalama 30-40 dakika pişirin. Arada bir kabaklara çatal batırarak pişip pişmediğini kontrol edebilirsiniz. Kabak Dolması ‘nı ev yapımı içecekle servis edebilirsiniz.

Afiyetle…

 

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün

FUSHIMI INARI, KYOTO

Turuncu Toriler

Yemyeşil bir ormanın içinden bir dağın tepesine turuncu kapıları geçerek tırmandığınızı düşünün. Burası bence Japonya’nın en güzel şinto tapınağı. Bu turuncu kapılar, yani toriler eskiden pirinç ve sake tanrısına adanıyormuş. Sonralarda ise başarılı iş adamları ve şirketler adak adayarak isimlerini bu kapılara yazdırıp koyduruyorlarmış. Fushimi Inari de dilek dileyenlerin dilekleri olunca isimlerinin yazılı olduğu bir kapı adıyorlarmış. Böyle böyle Kyoto’daki Inari dağının tepesine kadar binlerce kapı oluşmuş.

Fushimi Inari, KyotoFushimi Inari, Kyoto

Kyoto’nun en eski ve en popüler tapınaklarından biri burası. 24 saat açık ve giriş ücreti yok. Çok erken bir saatte gelmek mantıklı, yoksa okul kıyafetleriyle öğrenciler tapınak ziyaretine geliyorlar. Biz sabah saat 8 gibi gelmemize rağmen öğrenciler vardı.

Bu uzun yürüyüşü katlanılabilir hale getiren ara duraklar var. Buralarda çay içebilir veya mum yakarak dilek dileyebilirsiniz.

IMG_7207-vert

 

Şehrin kültürel benliğinde yer etmiş bazı bölgeler özellikle ziyaret edilmeyi hakediyor. Zamanın olmadığı içsel bir yolculuk için yüzlerce turuncu kapının olduğu Fushimi bölgesine gelmeniz size çok kıymetli anılar kazandıracak.

IMG_7263-vert

IMG_7289

 

(5 Nolu otobüs ile Fushimi Inari Taisha durağı.)

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

ADANA’DAN HATAYA LOKMA LOKMA

Düğün sezonunu Hatay’da açtık bu yıl 🙂 Hatay, Adana ya yakın olunca bir lezzet gezisinden alamadık kendimizi. Böyle olunca gitmeden 1-2 gün az yiyelim de orada telafi ederiz mantığıyla Hatay uçağına biraz midemiz boş bindik 🙂 Neredeyse uçaktan iner inmez Uzun çarşı’ya yol aldık. Hatay’da vaktimiz kısıtlı, ufak bir şehir turu ve yemek sonrasında düğün için hazırlık. Uzun çarşı, kapalı çarşımıza benzeyen ve yerel ürünlerin satıldığı, lokantaların olduğu bir çarşı. Mis gibi güneşte kurutulmuş biber salçasının kokusu, domatesin rengiyle yarışırken,gözümüz yan taraftaki künefecide 🙂 Evin 6 aylık salça alışverişini yaptıktan sonra sonunda karnımızı doyuracağımız Kasap’a ulaşıyoruz. Biraz şans eseri aslında. Dışarıdan bakıldığında bir minik bir kasap gibi duruyor. Fakat içeri girdiğimizde bir restoranla karşılaşıyoruz. İsmi: POC KASABI Siparişlerimiz belli. Bir tepsi bir kağıt kebabı :)) Hemen buz gibi bakır kapta ayranımız geliyor yanında yeşilliklerle. Off off diye diye yiyoruz afiyetle :))

Tıka basa doyduktan sonra sıra tatlı da. Onun içinde yine çarşı içinde közde pişirilen bir tatlıcının dükkan önündeki minik taburelerine oturuyoruz. O nefis künefeyi yerinde yedikten sonra yönümüzü Saint Pierre Kilisesine çevirdik. Dağın içine doğru taşlar oyularak oluşturulmuş minicik bir kilise burası. Görülebilir de görülmeyebilir de 🙂

IMG_8032IMG_8044IMG_8042 IMG_8049-horz

Otele dönüp hazırlık yaptıktan sonra Hatay düğününün nefis mezeleri eşliğinde eğleniyoruz. Güneş ve Aline tekrar mutluluklar diliyorum canımlar 🙂 Yarın, Adana’dayız. Elimde lezzet dolu bir liste var 🙂 Sabahtan gece uyuyana kadar yemek yiyeceğiz :))

IMG_8082

Sabah otelden ayrıldığımız gibi Adana’nın yolları taştan,sen çıkardın beni baştan edalarıyla yola koyulduk. Zaten mesafe 190 km civarında. Yani Adana’ya vardığımızda baya acıkmıştık. Kahvaltı mekanımız; Birbiçer Ciğer 🙂 Adana’ya göre ciğer için geç bile kalmıştık aslında. Yine her restorandaki gibi yeşillikler bol bol geldi masamıza, ayranda yine buz gibiydi. Bir porsiyon 7 şiş. Ciğerler nefis. Ye yiyebildiğin kadar, koy şişini kenara.

IMG_8158

Biraz şehir turu lazım şimdi bize. Gelmeden bloglardan araştırmıştım biraz. Gezilecek birkaç yer var listemizde.

Adana Ulu Cami

Sabancı Merkez Camii

Taşköprü

Adana Merkez Park

Hepsi birbirine yakın. Zincirleme geziyoruz. Eğer vaktiniz varsa Arkeoloji Müzesini de gezin derim. Adananın simgesi Seyhan Nehri üzerindeki muhteşem Taşköprü gelenlerin fotoğraf çektirmeden gitmemeleri gereken yerlerden en önemlisi bence. Roma döneminden kalmış. Çok yakın bir zamana kadar araç trafiğine açıkmış ama artık kapatılmış. Bu köprü dünyada halen kullanılan en eski taşköprü olma özelliğini taşıyor. Tarihi değeri olan bu köprüden geçerek Merkez Camii ne doğru yürüdük. Oradan da Adana Merkez Parkı. Ben buranın böyle güzel olabileceğini hiç tahmin etmemiştim. 33 hektar büyüklüğündeki bu güzel parkın içinde gezmek,çimlerde yuvarlanmak, çiçekli bahçelerinde yürümek, havuzlu köprülerinden geçmek çok ama çok keyifliydi. Tertemiz, bakımlı ve zevkliydi. Ama yavaş yavaş susamaya başladık. Galiba lezzet listemize bakıp serinleme vakti gelmişti :))

20160521_125352

IMG_8160IMG_8168IMG_8279IMG_822320160521_133426IMG_8179IMG_8218IMG_8193

Kazım Büfe

Vedat Milor’un Adana seyahatindeki en beğendiği noktalara göre listelediğimiz durakların 2.si Kazım Büfe. Gazipaşa bulvarı, Toros caddesi üzerindeki bu büfeye vardığımızda önünde gördüğümüz kuyruk daha denemeden lezzetini belgeledi aslında bize. Biraz sıra bekledikten sonra serin, tadı damağımda, kalbimi çalan MUZLU SÜT ‘üm geldi. Bir muzlu süt fanı olarak bu lezzete deli oldum desem yeridir. Sanırım keçi sütüyle yapılıyor. Ve bir porsiyonu 1,5 bardak olarak veriliyor. Bıyıklarda birikmiş süt herkesi gülümsetirken, Adana’da serinlemenin en güzel yolunu bulmuş bulunmaktayız. Kazım Büfe, en kısa zamanda yine gelicem bütün sütlerini bitiricem, görürsün!

IMG_8289

En Lezzetlisi

Şimdi karnımız yavaş yavaş tekrar acıkıyor. Aslında açlık değil bizimkisi aç gözlülük. Elimizdeki listeye bakıp Şırdancı BEDO’ya doğru yürüyoruz. Buarada Adana’yı bugün yürüyerek dolaştık, hava iyiki fena sıcak değildi. Beyler ‘şırdan şırdan’ diye tezahüratta iken biz sevgili can dostum Sinem’le Adana’nın en eski kebapçısı Mesut’u arıyoruz. Şırdancı henüz hazır değil, masalar kuruluyor. Bu yüzden önce Mesut’a geçiyoruz.

Gezdiğimiz her yer esnaf lokantası kıvamında yerler. Lüks beklemeyin sakın. O tarz yerlerde var evet büyük caddelerde beyaz örtüler serilmiş masalarında kadehleri su doldurulmuş insanlar, servis edilen yemeklerini lokmalıyorlar, gördük. Ama bizim yediklerimizi yiyebilmek için ülkenin birçok yerinden insan bu şehre akın ediyor. Ellerine bu lokantaların adreslerini yazmış, sokak aralarında hatta sanayi içlerinde bu lokantaları arıyorlar. Lezzeti, ustalığı ün salmış lokantaların müşteri kaygıları yok. Fakat kaygıları yok diye de saygısından veya hizmetinden, güler yüzlerinden geri kalmamışlar. İstanbul da ve birçok büyük şehirde malesef bu sorun var. Eğer ismini sattığınız bir yer işletiyorsanız belli müşteri kitlesi rahatlama yaratabilir. Müşteri kaygısı olmayan kaba personeller isminize leke sürebilir.

Kebapçı Mesut, lezzet avcılarının iyi bildiği, kendini kanıtlamış bir halk lokantası. Ustası hakiki usta. Hatta birçok ustaya ustalık yapmış mezun etmiş ancak yine de onun gibi olamamış kimse. Gülen yüz ve samimi yaklaşımla kendinizi annenizin mutfağında en sevdiğiniz yemeği yerken hissedebilirsiniz. Boş tabağı uzatarak ”anne bir tabak daha” diyecek gibi olmanız muhtemel. Öyle de oluyor. Aç beyler şırdanı beklerken bizim tabaklarımıza sulanınca amca oradan ”vermeyin yahuu” diyor gülümseyerek 🙂 Bir süre sonra bizi orada bırakıp Şırdancı Bedo’ya gidiyorlar. Bizde fırsat bilip tam birer porsiyon daha isteyecekken amca yaklaşıp ”doymadınız değil mi? En iyisi ben size bir porsiyon daha getireyim” diyor tüm sevimliliğiyle. Hah, tam ağzımızdan aldın amcacığım, harikasın! :))

IMG_8310IMG_8319

Storie Coffee Shop

Son olarak Toros Caddesinde bir cafe keşfettik. Çok eski değil aslında yeni bir cafe, konseptine bayıldık. Bize Karaköy’deki kahvecileri anımsattı. Fakat akşam çok geç bir vakitte geldiğimiz için kapanmak üzereydi. Yine de kahvelerimiz olurken işletmecisi bayanla biraz sohbet edebildik. Hergün güzel güzel sözler paylaşıyorlar kapının önündeki kara tahtada. İçeride neredeyse tüm günü geçirebileceğiniz rahat köşeler mevcut. Kahvesi leziz. Kurabiyeleride güzel görünüyordu. Bir dahakine gündüz ilk buraya geleceğiz 🙂

IMG_8337

Net; Adana ülkedeki en iyi yemek kültürüne sahip bölgelerden biri. Bir gün yeterli. Eğer fırsatlardan ucuz uçak bileti aratırsanız mutlaka tercihlerinize Adanayı ekleyin. Kalmak zorunda değilsiniz. Havaalanı şehir merkezine oldukça yakın, sıkıntı yaşamazsınız. Gelin ve iyice doyun. Bide mutlaka Kebapçı Mesut’a gidip 2 porsiyon kebepla birazcık samimiyet yüklenin.

Sevgiler.

IMG_8296

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

                       Sinem Güneş Sedef – Gökay Sedef 🙂

KYOTO GEZİ REHBERİ, JAPONYA

 

İpek, renkli kimonolarına sarınmış estetik davranışlı japonlar, ayaklarına geçirdikleri yüksek tahta takunyalarla Kyoto ‘nun dar ve kablolu sokaklarında hızlı hızlı yürürler. Güneşli  bir günün kaçınılmaz aksesuarı olan şemsiyesi ile, köşe başında kaybolan kuş desenli kimonolu geyşanın, ensesinde sıkı sıkıya toplanmış koyu renk saçları, bu mesleğin ne kadar disiplinli olduğunu hatırlatıyor.

Geyşalık 11.yüzyılda savaşçıları ve önemli devlet adamlarını eğlendiren kadınlar olarak tanımlansada, ayrıntıları bundan daha derinde. Sosyal yetenekleri iyi olan küçük kızlar japon adetlerine göre nasıl yürüyeceği, nasıl yemek yiyeceği ve nasıl dans edeceklerini içeren katı bir disiplin ile yetiştiriliyorlar. Enstürman çalmak, şarkı söylemek, çay servisi etmek ve dans etmek gibi hünerlerini en iyi şekilde sergilemeleri eğitimin bir parçası. Bir geyşanın en büyük amacı konuklarını eğlendirmek olup, konukların çalışma alanları, hobi ve ilgi alanlarıyla bilgi sahibi olmalılardır. Yüzlerine yaptıkları solgun makyaj duygularını gizleme amacı taşır. Sanıldığının aksine geyşalık çok emek isteyen ve saygın bir meslektir.

Kyoto yazısına geyşalıktan başlama sebebim; bu şehrin Japon kültürünü iliklerinize kadar yaşatması. Japonya’ya gelmeyi düşünen herkesin yolunun mutlak surette bu şehirden geçmesi gerektiği.

 

Japonyadan geleli neredeyse 1 ay olmasına rağmen yazmaktan korktuğum bu şehrin bana hissettirdiklerini nasıl anlatacağımı bilemedim. Bilgisayarımı açıp çektiğim fotoğraflara baktığımda objektifimin gördüklerimi aynı güzellikte yansıtmadığını farkettiğimde büyük bir hüsrana düştüm. Ne şekilde anlatsam da insanlar buraya gitmek için can atsa, çok sevse? Eminim, nasıl yazarsam yazayım, ne fotoğraflar ne de anlattıklarım bu şehrin güzelliğine yetmeyecek. Kyoto her zaman her şeyden daha güzel olacaktı.

Osakadan kalkan JR trenimiz ile 45 dakikada Kyoto Station’a ulaştık. Bu küçük şehre ancak böylesi güzel bir istasyon yaraşır. Otobüs numaralarının yazılı olduğu tabela çıkar çıkmaz bizi karşılıyor ve görevli minik japon amca tüm yardımseverliğiyle gülümsüyor. Kalacağınız otelin ismini söylerseniz o da size hangi otobüse binmeniz gerektiğini söylüyor. Hani o tüm japonyada kullandığımız JR tren biletleri var ya, onu cüzdanımıza kaldırıyoruz. Çünkü bu şehirde ulaşım tamamen otobüsle. Otobüs bileti makinesinden günlük 500 yene bilet alırsanız tüm gün başka bilet almaya gerek kalmadan otobüsleri kullanabilirsiniz. Otobüslere arka kapısından biniliyor. İneceğimiz durağa geldiğimizde beyaz eldivenli otobüs şoförüne biletimizi gösterip iniyoruz. Her ana durakta en az 3 tane 60 yaşın üstünde amca duruyor, görevli. Küçük bedenlerinden yansıyan büyük hareketlerle bineceğimiz otobüsü, ineceğimiz durağı, sağdan soldan yürüyeceğimiz yolları anlatarak bize yardım ediyorlar. Japonların yardımseverliği şimdiye kadar gördüğüm ırklar içinde en aşırısıydı 🙂 Bunu Osaka yazısında daha iyi anlatmıştım.

Birçok yerde tourist information office var. Herhangi birinden bir harita alın. Gezilecek yerler konusunda da yardımcı oluyorlar. Gerçi Kyoto’da her tapınak, her sokak,her dükkan bir gezilecek yer. Hatta bizim yaptığımız gibi günün bir saatinde Starbucks’da yeşil çaylı latte içerken caddeden yürüyen japonları izleyin. Bir film setinde olduğumuzu hissettirmeye yetiyor.

Japon kültürünü tüylerinizin ucuna kadar hissettiren, üst üste dünyanın en güzel şehri seçilmiş Kyoto’dasınız. Eğer bütçeniz varsa burada geleneksel japon otelleri olan Ryokan’larda kalmak çok keyifli olacaktır. Biz de böyle bir tercih yapmıştık, bunu Kyoto’da Yemek ve Konaklama yazımda okuyabilirsiniz. Peki Japonya’nın bu güzelim şehri Kyoto’da nereler gezilmeli? Daha önce de söylediğim gibi burada her yer görülecek yer ama birbirine yakın önemli noktaları aynı gün içinde daha verimli gezmeniz adına yaptığımız Kyoto Rotası’nı burada paylaşıyorum.

1.GÜN

  • Kinkaku-ji Temple (Golden Pavilion)
  • Ryoan-ji
  • Ninna-ji
  • Tenryu-ji
  • Bambu Ormanı
  • Okochi Sanso Garden
  • Pontocho Bölgesi

2.GÜN

  • Nijo Castle
  • Ginkaku-ji
  • Filozof Yolu
  • Nanzen-ji
  • Yasaka Shrine

3.GÜN

  • Fushimi Inari Taisha
  • Kodai-ji Temple
  • Kiyomizu-dera
  • Gion Bölgesi

Birinci Gün

Erkenden en görkemli tapınak olan Kinkaku-ji ye doğru yol aldık. Üst iki katı altın kaplama olan bu parlak tapınağın içine giremiyorsunuz. Zaten çok da lazım değil. Lakin burada görülecek şey köşkün hemen önündeki gölete yansıyan görüntüsü ve o estetik havalı japon bahçesi. Bu tapınak bence fazla görkemli olduğundan istediğimiz dinginliği burada hissedemedik. Ama bir sonraki tapınak var ki.. Ali’yi oradan çıkaramadım. Biraz daha biraz daha duralım derken zamanın çoğunu burada harcadık. İsmi; Ryoan-ji. Birçok kişi aksine görkemli Kinkaku-ji’yi parlatırken biz sönük Ryoan-ji’den ne anladık? Huzur.. sevgili dostlar.

İsminin anlamı bile Huzurlu Ejderha Tapınağı. 1500 yılında yapılmış bu tapınakta inanılmaz bir sükunet ve huzur vardı. Ağaçlar, çiçekler, göletler, minik köprüler, her yerde bir Zen ruhu hakimdi. Tapınağın içinde ayakkabılarınızı çıkarıyorsunuz. Burada 15 yosun tutmuş iri kaya parçasından oluşan bir kaya bahçesi var. Bu bahçenin hangi tarafından (tepeden hariç) bakarsanız bakın on dört kaya sayabiliyorsunuz. Sadece aydınlanmaya ulaşabilenlerin on beşinciyi görebildiğine inanılmaktaymış. İşte bunu bilen sevgili eşim, on beşinciyi görebilmek uğruna terası bir uçtan bir uca dolaştı :)) Böyle olunca da elbetteki en çok zamanı bu kaya bahçesinin karşısındaki terasta oturarak ve kaya sayarak geçirdik :)) Fakat öyle bir şey ki sırf bununla bile nefis bir huzur duyduk. İşin sırrı kayalarda bence :)) O yüzden Kinkaku-ji’nin şehvetine kapılmayın. Ryoan-ji’nin felsefesini çözmeye, buraya gelin.

Tapınakları sırasıyla gezdiğimizde en son Bambu ormanına geliyoruz. Burası insanı içine çeken, kulaklarınıza bambulardan çıkan rüzgar sesinin çalındığı, güneşin içeri zorlukla sızdığı büyülü bir orman. Burada bulunduğumuz için çok şanslıyız. Sonrasında Arashiyama’nın o güzelim nostaljik trenine binerek bu büyülü masalın derinliğinden yavaşça yeryüzüne ulaştık.

 

İkinci Gün,

50 numaralı otobüse binerek kaleye yol aldık. Kalenin geniş bir alanı var, içindeki hediyelik eşya satan dükkan, diğer tapınaklara göre en ucuzuydu. Bence hediye işini bu dükkana bırakın 🙂 Eğer vaktiniz varsa önceden internetten rezervasyon yapmanız şartıyla Kyoto Imperial  Palace’ı gezebilirsiniz. Ben rezervasyon yapamadığım için gitmemiştik. 

Kalenin ardından Gümüş Villaya ulaştık. Burası bir huzur deposu. Dağın eteklerine kurulmuş 1400lü yıllarda yapılan bu tahta yapı, japon bahçeleriyle süslenmiş, yeşillerle bezenmiş, su şırıltılarıyla zenginleştirilmiş. Zaten Japonya da her yerde bir su şırıltısı mevcut. Ben bu tapınaktaki taşlara su akan çeşmenin bulunduğu yerde yine çok oyalandım. Suyun sesini videolamalar falan, tam bir Zen keşişi kıvamındaydım. Az daha dursaydım galiba Ryoan-ji’deki on beşinci kayayı görebilecektim :))

Ah bir de filozof yolu yapmışlar ki buradaki ev fiyatlarını araştırmama sebep olan :)) Özellikle kiraz mevsimi için gidilmesi şart olan kuzeydeki bu bölge, hayatı sorgulamak için size yardımcı olacak. Boş zihin ve sessizlik size paralel bir dünya yaşatabilir. Japon düşünür Nishida Kitaro, her gün Kyoto Üniversitesi’ne ders vermek üzere giderken meditasyon yaparak bu yolda yürürmüş. Sağlı sollu taş patikaların arasındaki kanaldan japon balıkları ile dolu kanal. Bu huzur dolu yolda hayatın anlamını sorgulamak eminim Kitaro için zor olmamıştır.

Devamında Nanzen-ji tapınağı görülmeye değer. Ama zaten yol üstünde bir sürü tapınak olacak. İstediğinize girip gezin, tapınaklara doyun inşallah :)) Listede en son Yasaka Shrine var. Burası Kyoto’nun merkezinde, hatta her gün yoldan geçen japonları izlemek için oturduğumuz Starbucks’ın çok yakınında olan bir Şinto tapınağı. Unutmayın; turuncu kapılar gördüğünüz tapınaklar şinto, diğer ahşap yapılı olanlar ise budist tapınakları.

Gelelim Üçüncü Güne.

Sabah yüzümüzü yıkadığımız gibi kendimizi Fushimi Inari yollarına atıyoruz. Görmeyi en çok istediğim tapınak diyebilirim burası için. Çok sevdiğimden ayrı bir yazıda anlattım :))  Yazı için; tıklayınız.

Öğleye kadar burada vakit geçirdikten sonra Kodai-ji ve Kiyomizu-dera ya geçtik.

Kiyomizu-dera;

Birçoğu gibi UNESCO dünya mirası listesindeki bir budist tapınağı. 2007 yılında dünyanın 7 harikasından birine aday gösterilmiş. Uzaktan bakıldığında öldüresiye yeşil bir doğanın içine kondurulmuş devasal bir ahşap yapı olarak görünüyor. Dağdan inen saf suyun 3 ayrı yoldan tapınak bahçesindeki gölete akması sebebiyle saf su tapınağı olarak adlandırılmış. İnanışa göre bu şelaleler bilgi, sağlık ve uzun ömrü simgeliyormuş. Buranın bir de hikayesi var. 13 metre yükseklikten atlayan bir kişinin tüm dileklerinin gerçekleşeceğine inanmaktalar. Bu yüzden geçmiş yıllarda birçok atlayış kaydedilmiş ancak günümüzde bu gelenek yasaklanmış.

Bu kadar tapınak yeter dedikten sonra artık yürüye yürüye Gion’a ulaşıyoruz. Gion bölgesi, Kyoto’nun kalbi, Japonya’nın nefesi gibi adeta. Her yer yaşantıyla çevrili. Fütüristik karakterli japon mimarisi yapılardaki kapalı kapılar merak duygusunu tetikledikçe tetikliyor. Her köşe başını döndüğünüzde o daracık sokaklarda bir geyşa belirecek duygusu. İnanın bana, buradaki kapılarda bekleyesim var. Her an bir kapı açılacak ve içeriden beyaz makyajı ve simgesel saç toplamasıyla bir geyşa çıkacak beklentisi. Günümüzde çok çok az kalan bu kadınları görmek, büyük bir şans olsa gerek.

Kyoto’nun genelinde olduğu gibi bu bölgede de geleneksel giyimli bayanlar ve beyler sokaklarda yürüyor. Tapınaklara giderken, özel günlerde veya hafta sonları bu şekilde giyinmeye dikkat ediyorlar. Gerçek bir geyşa göremeseniz bile kimono giymiş japonlarla yürümek harika. Gion’un orijinal dükkanlarını gezmek, yeşil çay içip biraz sohbet etmek çok çok keyifli olacak. Kim bilir, eğer bu şehri kalbinizle hissedip çok severseniz, gerçek bir geyşa bile görebilirsiniz ;))

Tekrar gelmek umuduyla… Hoşçakal GÜZEL ve NAZİK şehir.

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

Video 1  —- :))

Video 2 —- :))

Video 3 —- :))

 

KYOTO’DA YEMEK VE KONAKLAMA

Muhtemelen hayatımda yediğim en taze yiyecekler Kyoto’da yediklerimdi.  Taze pişmiş uzakdoğu lezzetleri, bol baharatlı tatlarıyla kışkırtıcıydı. Tavuk veya balık yada et seçenekleri birçok sebze ile birleşiyor yanına da mutlak surette lapa pirinç ayrıca ekleniyordu. Birçok restorant yemekten önce soğuk yeşil çay ikram ediyor. Su, ücretsiz ve siz daha istemeden buzla karıştırılmış şekilde bardağınıza her daim ekleniyor. Pirinciniz bittiğinde ister ilave istiyorsunuz, istersenizde sıcak bekletilen tencereden kendiniz alıyorsunuz. Kyoto’da yemek bazen biraz karmaşık :))

IMG_5388

Biz ilk gün önümüze gelen ilk restorana girmiş ve ne yiyeceğimizi bilmeden sipariş vermeyi beklemiştik. Meğer restoranın içindeki makinelerden siparişimizi kendimiz girmemiz gerekiyormuş. Ekrandan istediğiniz yemeği-içeceği seçip ücretini makineye atıyorsunuz. Masanızda bir süre bekledikten sonra yemekler geliyor. İlk yemeklerimizin ne olduğunu çok anlamasak da hapur hupur yemiştik. Her yerde lezzetli birşeyler bulmanız mümkün.

20160507_212430

Pontocho bölgesi, Kamo nehrinin paralelinde daracık bir sokak. Sağlı sollu restoranların bulunduğu bu karanlık sokak sadece fenerlerin cılız ışığıyla aydınlatılıyor. Bazı restoranların kapısında kuyruk oluşmuş. Her biri öyle çekici ve esrarengiz ki, kapılarda asılı bayrakları çekip içeri bakmaya kalktığınızda neyle karşılaşacağınızı bilmeden büyük bir heyecan duyuyorsunuz. Bu dar sokakta yürüyüp hangi kapıyı açacağımızı düşünürken açık olan bir kapı gördüm. Önünden geçerken başımı içeri çevirdiğimde hayatımda gördüğüm ilk ”Geyşayla” karşılaştım. O kadar heyecan vericiydi ki, Memoirs of a Geisha filmindeki sahneler geçti gözümden bir bir. Küçük japon kızın yıl yıl büyümesi, eğitimleri ve sonunda gerçek bir geyşaya dönüşmesi. O sırada siyah ayakkabıları kapıya yakın merdivene konmuş önemli biri olduğu belli olan takım elbiseli adamın ceketi giydiriliyordu. Bembeyaz makyajı ve yeşil kimonosu ile ellerini birleştiren bu kadının bedeni yolcu ettiği adama dönüktü. Akşamın bu saatinde, sarı ışıklı fenerlerin aydınlattığı bu daracık sessiz sokakta karşılaştığım bu resim bana hafızamdan hiç gitmeyecek bir ”an” yaşattı.

20160507_212610-vert

Sake; milli içkileri. Tadı rakının daha hafif hali gibi. Sek ve minik bardaklarda içiliyor. Yerde oturup, sosyalleşiyoruz 🙂 Japon yemekleri gerçekten taptaze ve çoook lezzetli.

Bunun haricinde tripadvisor’da en iyi puan almış bir sokak suşicisine denk geldik birgün. Yine kapıdaki sırayı görüp denemeye karar verdik. Bu bir beefsuşi’ydi ve i-na-nıl-mazzdı! Buraya gelirseniz mutlaka deneyin.

20160508_184830-vert

Tabiiki Japon yemeklerinin vazgeçilmezi RAMEN. Bir noodle çorbası. İçine konulan makarnanın kalınlığına göre seçim yapıyorsunuz. Deniz ürünlü, vejeteryan veya tavuklu seçenekleri var. Bence en iyi yiyeceğiniz yer, Kyoto’nun mısır çarşısı kıvamındaki Nishiki Market. Burası bizim kapalı çarşımıza benzeyen, bol baharat ve yemek kokulu bir pasaj. Gezilmeli, alışveriş yapılmalı ve Ramen yenmeli-içilmeli 🙂

Kyoto'da yemek

Masalara monte edilmiş mini ocaklarda sipariş ettiğiniz eti pişirdiğiniz restoranlar var birde. Bunların çoğu kobe etini kullanıyor. İnce dilimlenmiş, kalın kesilmiş irili ufaklı seçenekler menüye eklenmiş. Pirinç yine ücretsiz ve sınırsız. Su da öyle. Kendin pişir kendin ye. Japonya da mangal, ohh misss :)) Kyoto’da yemek bir harika :))

IMG_7681-vert

IMG_7675

Kyoto’da yemek konusunda son olarak Kaiten Zushi’ler. Bunlar masalardaki ekranlardan boyutlarına göre sipariş ettiğiniz tabakların kayan bir bant üzerinden size ulaşmasıyla karnınızı doyuran restoranlar. Çok ucuz, çok lezzetli bir nigiri cenneti (yani bir top pirinç lapası üzerine kondurulmuş balık). Sipariş verdikçe veriyorsunuz. Boş tabaklar önünüzde birikiyor, yükseliyor :)) Siz daha çok daha çok yemek istiyorsunuz. Aman allahım, buna dur demek çok zor :)))

IMG_7832-vert

 

NEREDE KONAKLAMALI?

Aslında otobüs sistemi iyi yerleşmiş olduğundan nerede kalırsanız kalın sorun yaşamazsınız. Gezilecek yerler için zaten her gün 500 yen verip o otobüse bineceksiniz :)) Gion bölgesine yakın bir yerde kalırsanız elbetteki daha avantajlı olacaktır. Bir de bütçeniz izin veriyorsa Japon stili otel olan Ryokanlarda kalın. İşte ozaman bu şehirdeki japon yaşamını yatağınıza kadar hissedeceksiniz 😀 Lakin bu otellerde kendi yatağınızı kendiniz kuruyorsunuz. Yer yataklarında uyuyor, yerde oturuyor ve bolca japon çayı içiyorsunuz 😀 Eğer aksini istemezseniz sabahları japon kahvaltısı var. Biz kahvaltı konusunda Japonlara ayak uyduramadık. Tek sevmediğim yeme kültürü bu oldu. Nerde peynir? Nerde zeytin?

Bizim kaldığımız Ryokan da birçok japon otelinde olduğu gibi her gün temiz kimono verildi. Yatağınızı kurup, kimononuzu giyip öyle uyuyorsunuz. Bakın, kullanım klavuzu bile yapmışlar 😀

IMG_7705Kyoto'da Konaklama20160510_103628-vertIMG_7740-vertIMG_709820160509_074043-horzIMG_6500

 

Kaiten Zushi Restoran videosu için tıklayınız.

Otel:  Kyomachiya Ryokan Sakura Urushitei