CHILI KOKULU TAYLAND

Tayland ‘da yemek yemek Hindistan’da  yemekten daha az cesaret istiyor bu bir gerçek. Abartıldığı kadar olmasa da hijyen şartı burada lezzetten çok sonra geliyor. Bir süredir bir uzak doğu ülkesinin tütsü kokusunu solumak, Budizmi yaşamak, gezi programlarında gösterilen deniz mahsüllü noodle ve pirinç yemeklerini tatmak için fırsat kolluyorduk. Bunun için en iyi tercihin Taylan olacağından emin olarak yaklaşık 9,5 saatlik yolculuğa katlanmak zor olmadı.

Eğer siz bir gezginseniz, lokal mutfaklar, sokak yemeklerinin her zaman ilk tercih olması gerektiğini bilirsiniz. Özellikle bu ülkede, evlerde yemek neredeyse hiç pişmiyor. Sokakları tam bir chili-et kokusu sarmış. Ve bu sabahın ilk ışıklarıyla beraber başlıyor. Kahvaltı kültürü hiç yok, uyanır uyanmaz işe gitmek için sokağa çıktığınızda arabalarda kurulmuş tezgahlardan şişe geçirilmiş etlerden tırtıklıyorsunuz 🙂

 

20150411_211007-horz

 

Mutfaksız Tai Halkı

Burada yemekler neredeyse gözünüzün önünde yapılıyor. Konulacak malzemeler hazır. Ne istediğinizi söylüyorsunuz ve pıt pıt malzemeleri tavaya koyup pişirip plastik tabaklar veya şeffaf poşetlere koyup eline veriyor. Sende bir kenara çekilip hanım hanım yiyorsun afiyetle. Halktan birçok kişide poşetlere konulan yemekleri evlerine götürüyor. Dışarıda sokaklar muazzam birer mutfakken evde yemek pişirmek gereksiz kalıyor tabi böylece.

 

Tayland yemekleri

 

Noddle zaten çok severiz ailecek. Ama burada bambaşka. Deniz mahsullüler vazgeçemediklerimiz oldu. Kocaman karidesler, yengeç eti gibi deniz mahsulleri taptaze ve ucuz. Hayatımda yediğim en jumbo karidesi galiba burada yedim 🙂

 

20150408_215110

20150408_125348-horz

 

Aklınıza gelebilecek her yerde yemek yedik sanırım. En iyi restorandan en köhne sokak tezgahına kadar. Sokaktaki yemeklerin lezzet üstünlüğünü hijyensizliğe bağlamak  mı yoksa genelde en aç olduğumuz zamanlarda tercih etmemizin sonucumu desek bilinmez ama hayatınızda bir kere olsun Tayland sokaklarında yemek yiyin derim.

Birde her yerde gerçekten aromalı nefis meyveler mevcut. Bu tropik meyveler, soyulmuş, dilimlenmiş ve soğutulmuş olarak yine poşetlerde satılıyor. Serinlemek, en çok ananasla güzeldi 🙂 Birde coconut içinde dondurmalar vardıkiiiiii… Amann Allahım!!! İçinde gerçek hindistan cevizi parçaları var. O sıcakta, yenilecek en güzel şeydi bu dondurma.

Gidebilirseniz mutlaka bir pazara da uğramalısınız. O güzelim meyveleri poşet poşet alıp sırt çantasıyla ülkeye getirmek, yemeye kıyamadıkları bir heyecan yaşatıyor sevdiklerinize 🙂  Paylaşmak, hep güzel ♥

 

ymk16

20150413_155049-horz

Tayland pazarı

20150412_141439

 

Yer: Pkutet, Bangkok (Chatuchak pazarı – Floating Market – Tapınaklar)

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün 

 

PHUKET GEZİSİ

İlk defa ayrı koltuklarda uçuyoruz Ali ile. Bizimkinin hafif uçak gerginliği var. Umarım elimi tutmadığı için tedirgin olmaz diyorum. Thai Airways’in yemek servisi ile ilk içinde ne olduğunu bilmediğim Thai sandwichini mideme indiriyorum. Balık,mayonezli bir sos ve ananas. Ananas demişken, galiba hayatımızda yemediğimiz kadar cok yedik burada. Öyle güzel kokuyor ve öyle lezzetli aroması var ki. İçimizde küçük bir ananas ağacı olabilir.  Otelimiz Phuket, Patong Beach’e 10 dakika uzaklıkta tepede bir yere kurulmuş Avista Hideaway! İlk gün Phuket teki birçok tur firmasından seçtiğimiz biriyle adalar turumuza gidiyoruz. Her tur şirketinin olanakları aşağı yukarı aynı, ücretleri farklılık gösteriyor. Bu ülkede pazarlık yapamayanı sınırdan almıyorlar 🙂 Her şey pazarlıkla yarı fiyatına rahatça düşüyor.

İlk durağımız Phi Phi adasındaki Maya Bay’dı. Burası Leonardo Di Caprio’nun The Beach filminin çekildiği kumsal. Hayatımda görmediğim belkide bir daha göremeyeceğim güzellikteki küçük cennet. Tarifsiz bu un kıvamlı kumlara ayak basmak doyumsuz bir duygu. Sadece geldiğimiz zaman birçok tur teknesi de geldiği için çok kalabalık oluyor. Herkes inanılmaz mutlu ve şaşkın. Biz ise; doyamadık, doyamadık.

 

 

Tayland ‘da ne bir taşkınlık, ne bir saygısızlık ne de yükselen seslerle karşılaştık. Herkes mai pen rai (boşveeerr) durumunda. Birbirlerine büyük bir hoşgörü gösteriyorlar. İnsanları eleştirmek, azarlamak, kavga etmek ayıp sayılmakta. İnsanlar birbirlerini selamlarken ellerini çenelerinin altında birleştirerek başlarını hafifçe eğiyorlar. Bu çok tatlı bir görüntü bence :)) Ayrıca transeksüel, travestiler hiçbir şekilde dışlanmadan her türlü işte çalışabilmekte. Zaten öyle ki, gördüğünüz süper fizikli hatunun aslında bir travesti olduğunu anlamak bazen çok zor olmakta.

 

 

 

PHUKETTE SAFARİ

Fil safarisi; yine günün erken bir saatinde başladı. Biz yine lüks bir tur aracı beklerken gelen arkası açık sadece ustu kapatılmış bir kamyonetle ufak bir şaşkınlık yaşadık. Tabii bu tur biraz safari tadında olunca araçta ona göre oluyordu. Adanın iç kısımlarında orman içindeki tesis küçük ve köhneydi. Hemen bizi asma kat gibi yaptıkları yüksek bir alana aldılar. Terlikleri çıkardık ve sıramızı bekledik. Filler sırayla o yükseltiye yaklaşıp sırtlarındaki insanları indiriyor ve yenilerini sırtlarını alıyorlardı. Umarım şuan filimizin başına oturmuş bizi gezintiye çıkaran Bob Marley kilikli Filipinli işinin ehlidir diye umarak fil gezimiz başladı.

Fillerin üzerine oturttukları koltukta bizi güvence altına aldıklarını düşündükleri tek şey; bacaklarımızın üzerinden geçen halattı. Aklımdan gecen düşme, yuvarlanma ve kafamı kırma senaryoları Filin beni ezme düşüncesiyle şiddetleniyor ve kendi içimde müthiş bir korku filmi yaşıyordum. Arazi öyle engebeli ki o koca fil o yokuşlu patikadan aşaği doğru inerken her yerdeki dışarı fırlamış ağaç köklerine ayağı takılmasın diye dua ederken, fillerin dikkatli olup olmadıklarıyla ilgili izlediğim belgeselleri hatırlamaya çalışıyordum. Yaşadığım sıkıntı kelimelerle ifade edilemeyecek hızla ilerliyor ve dönüş yolunun daha kestirme olmasını dilerken dayanamadığım noktada filden inmek istesem bunun mümkün olmadığını  anlayarak kaderime razı olmam gerektiğini kendime kabullendirmeye çalışıyordum.  İste ben bu haldeyken sonunda fil sürücüsü Bob yüksek bir alanda filden atlayarak telefonumuzu istedi. Fotoğraf çekeceğini söyleyen sürücünün dediğini ikiletmeden yaptık ve en azından durduğumuz için derin bir nefes aldık.

 

Bizi minik bir fil yavrusu bekliyordu. Biraz daha muz alip onu beslemek için yanına yanaştığımda hortumunu boynuma sarip bana verdigi ateşli opucukle kendime geldim :)) O sırada ilerde dikkatimizi çekmeye çalışan bir maymun, sahibinin gülücüklerle bize bir şeyler sormasıyla başlattığı iletişimi, ne olduğunu anlamadan kucağıma oturup son aşamada fotoğraf makinasını birlikte tai selamı vermemizle sonlandırdı. Kazandığı 100 baht bahşişi ise Ali’nin elinden aldığı gibi sahibine ulaştırdı. Phuket te hayvanlar alemi gerçekten çok heyecanlı :))

Phuket

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

 

BANGKOK

Asya. Ne güzel isim. Batının burnu büyüklüğünün yanında çok sıcak,samimi ve güleç. Sanırım çiçekleri en çok seven ülke burası. Kocaman gökdelenlerinin arasında parlayan tapınakları,çılgın trafiği,boğucu havası, gelişmiş skytrein rahatlığı, enfes tropik meyvelerinin yanında sokaklarda pişen envai çeşit hayvanın etinin bilmem kaç derece havaya karışan ağır kokusu, eğlenceli olduğu kadar çokça tehlike saçan tuktukların çılgın kalabalık halleri… ve tabii gün içinde sizi kazıklamak isteyen adam sayısının en çok olduğu ülke 🙂 Bangkok, Melekler Şehri!

20150413_111501

 

Budizmi iliklerinize kadar hissedebileceğiniz tapınakları fazlaca gösterişli parlak altın varaklar ve çeşitli değerli taşlarla bezenmiş. Başınızı çevirdiğiniz her yönde gözünüze ilişen buda heykeli, çiçek demeti, su akan çeşmeler, renkli taşlarla giydirilmiş filler ve altın kubbeler,nefesinize karışan tütsü dumanının etkisiyle başka bir dünyada gözüküyor.

 

Bangkok

 

Ortasına düştüğünüz bu şehire alışmak biraz zaman ister. Ve şehir sizi isterse, Bangkok’u gerçekten çok seversiniz. 5 türkün 4ünün yemeyeceği sokak yemeklerinin hijyeni sizi alakadar etmezken, gökdelenlerin ara sokaklarına gizlenmiş özel kahve dükkanları şehrin karmaşasına biraz ara vermeniz için sizi davet eder. Eğer şehri yaşamayı isterseniz, Bangkok size kendini yaşatır.

 

20150413_125220-horz

20150413_121616

20150413_125119

20150413_121750-horz

Aklınızda Bulunsun;

Nisan ayında Songkran Su Festivali oluyor. İnsanlar ellerinde su tabancaları ve kovalarla birbirini ıslatıyor. Yol kenarında dükkan sahipleri bahçe hortumlarıyla beklerken karşıdan size gülümsüyor. Islatmadan hemen önce ellerinizi çenenizin altında birleştirip selam verirseniz hemen hortumu veya su dolu kabı yere bırakıp selamınıza karşılık veriyor 🙂 Biz su dan kaçmanın yolunu bu sayede bulmuştuk. Ancak inanışlarına göre bu adet ıslanan kişiye iyi şans getirdiği için festival zamanı sokağa çıkıyorsanız ıslanmama şansınız neredeyse hiç yok. Songkran; yenilenme ve kötülükleri temizleme bayramıdır.

 

Songkran Festival Day 1   –   (İzlemek için)

 

Tuğçe Tüzün

SARAYBOSNA

11 Şubat 2015.. Sabahın 05:00’inde uyanıp nereye gideceğini bilmeden, bir de uçağa yetişmek için acele ederek dış hatlar terminaline gelmek oldukça garipti. Nereye gideceğimizi söylemeyen sevgili eş, doğum günüm için 1 günlüğüne bir gezi planlamıştı. İstikametimizi boarding kartlarını görünce öğrendim. Saraybosna ‘ya uçuyorduk.

IMG_5654

İstanbulda hava fırtınalı ve karlıydı. Uçaktan inerken tanıdık bir müdür gördük. Saolsun bize şehirle ilgili ufak bilgiler verdi, hatta bizi otelimize kadar da bıraktı. Kaldığımız yer ünlü Latin Köprüsünün hemen yanında. Böylece görülecek yerlere tamemen hakimiz. Saraybosna ‘dan biraz bahsedelim.

IMG_5758

Saraybosna; Osmanlılar tarafından kurulmuş. 15. yy sonlarına doğru önem kazanmış. 1878 yılında Avusturya Macaristan’ın eline geçen kent, Viyana’dan önce sokak lambalarıyla donatılmış. Arşidük Franz Ferdinand ve karısının, Sırp Gavrilo Princip tarafından öldürülmesiyle 1. Dünya Savaşı’nı başlatan olay Saraybosna’daki otelimizin bulunduğu bu Latin Köprüsünde olmuş.

Saraybosna

Tarihinden;

Saraybosna 92-96 yıllarında 4 yıla yakın Sırp kuşatması altında kalmış. Kente hakim tepelere yerleşen Sırplı keskin nişancılar nedeniyle bazı cadddeler geçilmez olmuş, bazılarına barikatlar kurulmuş. Riski sokaklarda insanlar yıllarca karşıdan karşıya koşarak geçmiş. Ateşe açık bu noktalarda ”üçüncü” geçen kişi olmamayı Saraybosnalılar öğrenmiş; çünkü Sırp nişancı birinci geçeni farkeder, ikinciye nişan alır ve üçüncüyü vururmuş. Öyleki sokaklarda, binalarda, toplu taşıma araçlarında hatta insanların gözlerinde o tarihlerin izleri hala mevcut. Binaların çoğunda hala mermi izleri var. Okullarda, hastanelerde, kütüphanede bile! Bir insan kitapları niçin vurmak istesin?!

Burada yaşayanların %80’i binalarını yenilememenin arkasında duruyor. Çünkü yaşanılanları unutmak istemiyor. Aynı zamanda ziyarete gelen herkesin, modern çağda ve Avrupa’nın göbeğinde, halka yaşatılan bu zulmü görmesini istiyor. Haklılar da aslında. BM (Barış Gücü) tarafından korunduğu iddia edilen güvenli bölgede, Avrupa’nın orta yerinde toplu bir katliam meydana gelmiş. Ve bm dahilinde olan Saraybosna halkı için Avrupa ve dünya hiç birşey yapmamış.

IMG_5852-vert

Burası öyle biryer ki kafanızı şehri çevreleyen dağlara kaldırdığınızda bir anda kendinizi Alp dağlarında gibi hissedebiliyorsunuz. Bu dinlendirici ve huzurlu his bir anda yerini empatiye dönüştürdüğünde ise büyük bir üzüntü duyuyorsunuz.

Bundan sadece 22 yıl önce bu tepelerin düşman silahlarıyla insanları izlediği hissi beni çok etkiliyor. Dört bir yanı tepelerle çevrili bu şehirde saklanabilecek bir yer bulmak hayatta kalabilmenin tek şartı oluveriyor.  Srebrenitsa Katliamında sadece bir gecede yaklaşık on bin boşnak erkek depolara, okullara ve ambarlara doldurulup kurşuna dizilerek topluca öldürülmüş. Kadınlara tecavüz edilmiş. Hemde bunların hepsi BM dahilindeki bu Avrupa ülkesinde, tüm dünyanın gözü önünde yapılmış. Binlerce kişi, eşlerinin ve annelerinin önünde kurşuna dizilmiş. Günümüzün en uzun süreli kuşatmasını yaşayan şehirde insanlar 3 yıl boyunca yerin altında açılan umut tünelleri yoluyla hayatta kalmışlar. Bu tünelleri ziyaret edebiliyorsunuz. Bosnalı bir ailenin evinin içinde inşa edilmeye başlanan tünelin yapımı 4 ay sürmüş. 1 metre genişliğinde ve 800 metre uzunluğunda olan tünel insani yardım, gıda ve cephane taşıma için kullanılmış. Aynı zamanda da insanları şehirden çıkarabilmek için.

IMG_5823-vert

En önemli anlaşılması gereken bu kısa tarihten sonra gelelim görülmesi gerekn diğer yerlere. Tabii hala görecek gücümüz kaldıysa?? Başçarşı, tamamen Osmanlı izleri taşıyan bizim Sultanahmete benzeyen bir yer. Muşamba örtülü minicik pastahaneleri, bayan olan erkek berberleri, türkçe yazılarında varolduğu börekçileriyle 80’lerde takılıp kalmış gibi. Ufak bir gezinin ardından kahvaltı için lokal bir börekçiye giriyoruz. Ünlü Boşnak böreğini Çaykur çayımızla hüpletiyoruz.

IMG_5700-vert

Avrupa’nın Kudüs’ü olarak adlandırılan şehirde cami, kilise ve sinagogları yan yana görmek mümkün. Cumbalı ahşap evleriyle tipik Osmanlı mimarini andırıyor. Ferhadiye Caddesi adındaki ünlü cadde (Başçarşı) de sıralanmış minicik dükkanlarda; giyecek, tablo, takı, saat, kilim gibi şeyler satılıyor. Ayrıca ahşap oymacılığı da çok iyi. Adım başı boşnak böreği ve türk kahvesi yapan yerler var. Hiçbiri kocaman değil, herşey minyatür. Birde gereksiz yere lambalarını yakmıyorlar. Hatta dükkan açık mı kapalı mı olduğunu anlamanız için kapıyı yoklamanız gerekebilir. Sanırım savaş döneminden kalma ihtiyacın kadar kullanma veya israf etmeme alışkanlığı. Bir de savaş ülkeyi çok çok geriye götürmüş. Herşey gerçekten 80 lerde kalmış gibi.

IMG_5841

IMG_5862

Ferhadiye Caddesinde ”İsa’nın Kalbi” olarak bilinen Saraybosna Katedralini görüyoruz. Burası insanların buluşma yeriymiş. Taksimdeki Burger King gibi 🙂 Az ilerisinde de Mimar Sinan etkilerinin görüldüğü Gazi Hüsrev Bey Camii bulunmakta. Bu caminin dışında iki tane oluklu çeşme var. Rivayete göre bu çeşmelerden birinden su içenin şehre tekrar geleceği söylenmekteymiş. Ben içmedim ama Ali içti 🙂 Deneyip göreceğiz 🙂

IMG_5801IMG_5776

Evet bir doğum günü süprizi için seçilecek bir şehir olmasa da,herkesin görüp bilmesi gereken bir yer burası. Türkiye’den burayı ziyaret çok kişi olduğunu biliyorum. Saraybosna ayrıca kayak yapmak içinde harika bir yer. Ama yeterince tanıtımı yapılmıyor. Dağlar çok güzel kar alıyor. Biz bir sonraki sefer Monstar Köprüsü ve gizli mucize Bosna Piramitleri için tekrar geleceğiz.

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

MALDIVLER ♥

Beyaz un yumuşaklığında ayak yakmayan kumlar, kesinlikle turkuaz renginin buradan türediği bir deniz, en güzel doğum günü pastaları gibi kumlara dikilmiş palmiye ağaçları, ada içlerine doğru gittikçe kendimizi Amazonlarda hissetmemizi sağlayan yeşil büyük yapraklı bitki örtüsü, her yerden kulağımıza çalınan adanın en iyi hit şarkısı olan kuş cıvıltıları, başımızı kaldırdığımız ağaç dallarında gördüğünüz çılgın ‘yarasalar’ siyah pelerinleriyle örtünmüş akrobasik bir duruşla bize bakıyor. Maldivler gerçekten sınırları zorlayan bir güzellikte.

Biz balayı için Maldivler ‘i seçmiştik. Bu sebepten çoğu fotoğrafımız ya gelinlikle ya da duvakla :))

 

maldiv ali

Maldivler de balayı

gelinlik

Maldivler de balayı 2

 

Gelinliği taşımak istemeyen yeni gelinler için birkaç çeşit gelinlik mevcut. Burada fotoğraf çekimi çook yaygın olduğu için (özellikle çin-japon gelinler) her detay düşünülmüş. İsterseniz profesyonel bir çekim için anlaşın,isterseniz size tahsis edilen butler ile daha amatör çekimler yapın. Ne olursa olsun, hepsi bu adadada çok eğlenceli :))

 

maldiv beyaz

 

Balayı için araştırdığımız bir çok otelden tercihimizi okyanusun ortasında tüm kullanılan malzemeleri Türkiye’den getirilmiş bir Türk otelinden yana kullandık. İyiki de böyle yapmışız.

 

_mg_8346

 

Odanızı Seçin

Otelde seçebilecek yeni Sahil villası, Plaj Suiti, Ocean villa gibi seçenekler var. Biz buraya gelmişken bari suyun üzerinde kalalım diye düşünsek de sonradan gördüğüme göre sahil villaları da çok tropik, çok ıssız, çok survivor.  🙂 Bitki örtüsüyle gizlenmiş özel yüzme havuzları tam bir lüks ada hayatı için. Villaların içleri, en yüksek fiyatlıdan en düşük fiyatlıya kadar neredeyse aynı. Fiyatlandırma, güneşin doğuşunu ve batışına göre konumlandırılmalarıyla, su üzerinde, sahilde, lagün veya okyanusta olmaları gibi farklılaştırılmış.

 

sefabalık gözühavuzcoconut

 

Maldivler, balayı dışında doğanın içinde bir kaç günlük inziva isteyenlerin gelebileceği bir nokta. Eğlence istiyorsanız başka yere gidin. Çünkü adada otel tam dolu olduğunda bile kendinizi yalnız hissetmeniz muhtemel 🙂 Yalnız dalış meraklılar, burada çok mutlu olacaktır. Böyle bakir ve canlı bir su altı dünyası dünyanın çok az yerinde bulunabilir. Günün büyük bölümünü suyun altında geçirebilirsiniz. Ayrıca Maldivler, Ekvatora çok yakın bir bölgede bulunduğundan, günübirlik teknelerle ‘dünyanın ortası’ nı ziyaret edebilirsiniz :))

 

_MG_8290

gelin

suatma

 

Bir de tabii böyle sizin adanızmış gibi bir hisse kapılırsanız,her yerde çocuklar gibi şen fotoğraflar oluşturabilirsiniz 🙂 Bunların bazıları sevgili butlerimiz Sibel’in çektikleri. Bazılarıysa Ali ve benim.

IMG_0271-vert

Otel:  Ayada Maldives Resort

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

GAZIANTEP – HALFETI

 

Ali; yediği yemeklerin tabakta kalan izlerine bakarken ”çok pişmanım” der ve o buz gibi ayranından bir kaşık daha yudumlar… :)

Gaziantep ‘te İmam Çağdaş dediğinizde akan sular duruyor. Tek bir şubesi var o da hıncahınç dolu. İlk başta bir tatlı reyonu var,şerbetlerin berraklığı sizi sizden alıyor 🙂 Menüde ne yiyeceğimizi şaşırıp birkaç bir şeyden az az sipariş ediyoruz. Yanında mis gibi ayran geliyor.

Gaziantep

adana8

antep10

 

Gaziantep havaalanından kiralağımız bir Ford Focus ile Halfeti’ye doğru yola çıkıyoruz. Hava inanılmaz sıcak ve navigasyonumuz yok 🙂 Bu sayede kendimizi ŞanlıUrfa sınırına yakın biryerlerde kaybediyoruz,ta ki bir Jandarma Bey bizi durdurana kadar. Halfeti’ye gitmek istiyoruz deyince,çekim için mi geldiniz dedi? Karagül dizisi halen orada çekiliyordu. Gülümseyerek ”malesef” dedik.

 

Halfeti

Tarih Dolu Halfeti

Halfeti; inanılmaz güzellikte, bir o kadar da buruktu.  Eski Halfeti’de artık yerleşim yok. Ama burada çay içmenizi sağlayacak küçük bir işletme var. Hatta size köy usulü bir kahvaltı hazırlıyorlar çift omletli,çok demli çaylı. Eski Halfeti’de yaşayan herkes Yeni Halfeti’ye taşınmış ve burası ölü bir köy haline gelmiş. Sırayla parketmiş teknelerin birine binip gezebiliyorsunuz. Tekne gezisi sırasında sular altında kalmış 3 katlı okulun çatısını hala görebiliyorsunuz. Belki elinizi suya batırıp çatıya dokunursanız okulun eski zamanlardaki çocuk seslerini işitebilecek gibi hissediyorsunuz.

antep2

adana 11

img_3524

img_3539

Halfetideki eski köprü, fotoğrafçıların buradaki uğrak yeri olmayı hakediyor, bu asma köprüden yürümek (hatta sallanmak) çok keyifli. Köprünün bir ucundan diğer ucuna yürürken boş an için sabah çok erken saatte gelmek gerek.

engüz

Zeugma Müzesi

Gaziantep ‘de dünyaca tanınan ve övgüyü hakeden Zeugma Müzesi görülmesi gereken en önemli yer. Burası dünyadaki en büyük mozaik müzesi olma özelliğine sahip. En popüleri ortadan ikiye ayrılmış kabarık saçları ve hüzünlü bakışlarıyla Çingene Kız Mozaiği. Yapan sanatçı, gözlerinde farklı bir teknik kullanmış ve bu mozaiye bir ruh, bir duruş katmış. Hangi açıda durursanız durun, çingene kızın gözleri sanki sizi izliyor gibi görünüyor.

Siz siz olun Gaziantep’e gitmek için beklemeyin. Bu şehirde sizi bekleyen Çingene Kız’a doğru koşun.

img_3563

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün