RAHMİ KOÇ MÜZESİ

Haliç’in kuzey kıyılarında yaklaşık 2000 metrekareyi kaplayan dünya çapında zengin koleksiyona sahip bir müze uzanır. Rahmi Koç Müzesi, Türkiye’de ulaşım, iletişim ve sanayi tarihine yönelik açılan en önemli ilk müzedir. 1994 yılında iş adamı Rahmi Koç’un desteğiyle açılmıştır. Müzede aynı zamanda birçok koleksiyonerin de bağışı bulunmaktadır. Müzede neler var diye sıralayacak olursak, basitçe şu şekildedir; Klasik arabalar, eski uçaklar, nostaljik trenler, oyuncaklar, denizaltı, Fenerbahçe vapuru ve daha birçok iletişim, ulaşım araçlarıyla bilimsel aletler müze kapsamındadır. İçeride bir Zeytinyağı Fabrikası bile var desem ne dersiniz? :))

 

 

Kapsamında dünyayı barındıran müzede çeşitlilikten başınız dönebilir, hadi canım diyebilirsiniz :)) Müzenin ilk katında buhar makineleri, buhar kazanları, yandan çarklı vapur makineleri bulunur. Havacılık bölümünde 19 ve 20. yüzyılda kullanılan İngiliz, Alman, Fransız yapımı keşif, eğitim ve bombardıman uçaklarını görebilirsiniz. Müzenin yolun karşısındaki lengerhane binasında denizcilik kısmı vardır, alt katında ise Zeki Alasya’nın yaptığı minyatür kasaba vardır.

Görülmeye değer, butona basarak çalıştırdığınız minyatür şehir treni çocukluğunuza defalarca geri dönmenizi sağlar. Filmlerde 65 model bir Cadillac görüp iç geçirmek normaldir ama burada onca klasik aracın ortasında durup yok artık dememek garip karşılanabilir. 93 metrelik Uluç Ali Reis Denizaltısı mutlaka görülmesi ve şaşırılması gereken parçalardandır. Emekli bir denizaltıcı abinin belirli sayıdaki grup insanı içeriye alarak denizaltının nasıl çalıştığını, ekipmanları anlatmasının çok etkileyici olduğunu söyleyebilirim.

 

 

Bir de müzenin bahçesine girer girmez sizi karşılayan kalkışa hazır 1942 model bir uçak var. TC-ALI tescilli DC-3. Bu uçağın içine girebilir koltuklarında oturabilir hatta kokpitini gezebilirsiniz. Kokpitte uçak kalkışının seslendirmesi duyuluyor. Çocuklar ve hatta yetişkinler için bile ilgi çekici bir deneyim.

Son olarak bahsetmek istediğim şey, içinde fotoğraf çekmenin yasak olduğu, hiçbir şeye dokunmayın diye güvenlik görevlilerinin nefesini ensenizde hissettiğiniz, çayın kahvenin dışarıdakinin iki katına satıldığı o parlak müzelerden değil burası. Dokunmak, fotoğraf çekmek, istediğiniz kadar gezmek serbest.

Rahmi Koç Müzesi : Pazartesi hariç her gün 10:00 – 17:00 arasında açık.

Rahmi Koç Müzesi Giriş Ücretleri

Yetişkin : 16 TL

Öğrenci: 7 TL

Denizaltı Turu Yetişkin: 8 TL

Denizaltı Turu Öğrenci: 5 TL

Rahmi Koç Müzesi Nerede?

AdresKeçeci Piri Mahallesi, Rahmi M Koç Museum Hasköy Cad. No:5, 34445 Beyoğlu/İstanbul

Önünde inebileceğiniz İETT otobüsleri; 47, 47E, 47Ç, 47N, 54HT, 54HŞ, 36T

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

BÜYÜK VALİDE HAN

İstanbul’un müze ve saraylarına kimsenin diyecek lafı yok. Ayasofya, Dolmabahçe, Galata, Haydarpaşa.. Hepsi muhteşem ve İstanbul’u İstanbul yapan yapılar. Ama bir de kıyıda köşede kalmış hanlar var ki.. Herkesin bilmediği, hatta çoğunun kapısı bile bilinmeyen içinde kocaman bir tarih saklayan karanlık bir kutu gibiler. İşte Büyük Valide Han bunlardan biri.

İçinde kaybolmamak imkansız. Geçmişte kervanların konakladığı handa 250’yi geçkin dükkan yer edinmiş. Bazı dar ve karanlık girişlerin ucundan nereye çıkıldığını bilmediğinizden girmeye cesaret edemiyorsunuz. Bazı girişlerin önünde yavru kediler bekliyor, arkalarından hafifçe sızan ışık gölgelerini büyütüyor. Hanı aydınlatan pencereler tepede. Bazı bölümlerde hiç pencere yok. Hanın esnafı loş lambalarla aydınlatmış. Onlar burayı avuç içleri kadar biliyor. Hanı yaşatıyor ve koruyorlar. Girişte antika eşyalar satan bir dükkana uğruyoruz, içinde cevher var. İşletmecisi bayan hana hakim ve bize güzel bilgiler veriyor. Fotoğraf makinemizi görünce bizi manzara izleyebileceğimiz bir terasa götürebileceğini söylüyor.

 

Dar ve karanlık koridorlardan ilerliyoruz. Tepesinden gün ışığı süzülen 3 metrekarelik bölmede bir beyefendi kumaş dikiyor. Orası onun atölyesi,evet. Yanından geçiyoruz. Aralıkları ezberlemek zor. Önce bir odaya varıyoruz. Burası yakın süreçte sanat galerisi yapılacakmış. Minicik bir balkonu var ama manzarası harika. Galata köprüsününe bakan bu minik ve yıkık balkonda yandanki çay ocağından gelen türk kahvesini içiyoruz. Sade. Sirkeci’nin karmaşasının tam ortasında ama yalnız başımızayız. Köprünün üzerindeki araçların trafiğini ve balıkçıları izliyoruz. Yakındaki camii’den yayılan ezan sesini duyuyoruz. Güzel bir film seyreder gibi, keyifli ama aynı zamanda meraklı ve şaşkın.

Valide Han Tepesi

Büyük Valide Han, I. Ahmet’in eşi Kösem Sultan tarafından inşa edilmiş. Şimdilerde bu tarihi han, sadece kubbesinde fotoğraf çektirmek için ziyaret ediliyor. Ne yazık ki Valide Han’ın kubbelerinde zıplayarak fotoğraf çektirme modası alt kattaki dükkanlara zarar vermiş ve çökme tehlikesi yaşamış. Bu kısımda biraz düşünürsek, sırf moda uğruna üstüne zıplanıp fotoğraf çektirilen kubbe aslında bir tarihi eser. Ara ara güçlendirilmiş, boyanmış. Biz bu eserleri korumamız gereken yerde zarar veriyoruz. Hatta daha da ileri gidenler var. Esnaf bir bey diyor ki; ” Dört erkek kubbede zıplayarak fotoğraf çektiriyor. Burada çilingir sofrası kuran da var, dansöz getirip oynatan da…” Diyecek hiçbir şey bulamadık.

Siz siz olun, eğer burada fotoğraf çekecekseniz bile hanın içini mutlaka gezin. Esnafın önünden geçerken selamlaşın, konuşun. Valide Han’ın kubbelerinde zıplamayın. Birde hemen oracıktaki Kubbe İstanbul’a mutlaka uğrayın. Burası harika manzarası olan bir kitapçı. İçine girip, kitap okuyun veya bilgisayarınızla yarım kalan işlerinizi tamamlayın. İşletmecisi tarih ve hayvansever bir beyefendi. Emek verip keyifli bir mekan oluşturmuş. Giderseniz, sırnaşık sarı kediyi bizim için iki kere daha okşayın :))

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

 

 

SARAYBURNU ve ATATÜRK HEYKELİ

Gülhane parkının laleleri arasından denize doğru ilerledim. Vapur sesleri duyulmaya başladığında her zaman en ileriye bakan görüntüsüyle Atatürk heykeline ulaşmıştım. Sarayburnu ‘ndaki bu heykel Cumhuriyet Türkiyesi‘nin ilk anıt heykeliydi. Avustralyalı heykeltraş Heinrich Krippel tarafından yapılan heykel, 3 Ekim 1926 yılında açılmıştı. Böylesi tarihi değere sahip anıtın daha özenli korunması gerektiği açıktı. Çirkin plakalar konmasa, boğazın görüntüsü anıtın ayakları altından çok güzel görünebilirdi. Birçok kimsenin olmadığı gibi yanımdan süratle geçen araçlarında bu heykelden haberi yoktu. Bulunduğu nokta aynı zamanda Atatürk’ün kurtuluş savaşını başlatmak için Samsun’a  çıktığı noktaydı. 

Heinrich Krippel’in diğer eserleri; Konya Atatürk Anıtı  (29 Ekim 1926), Ankara Zafer Anıtı  (24 Kasım 1927), Onur Anıtı (15 Ocak 1931), Büyük Utku Anıtı (24 Mart 1936), Oturan Atatürk Anıtı (1938) (Vikipedia – Heinrich Krippel)

Atatürk Heykeli, Sarayburnu

 

Sarayburnu’ndan İstanbul’u İzlemek

Hemen yakınındaki Sarayburnu çay bahçesi Istanbul’un en nadide noktasına kurulmuş. Sol tarafımda Sepetçiler kasrı, karşımda Galata kulesi, sağımdaysa Boğaz koprüsü salınıyor. Dolmabahçe her zamanki zarifliğiyle vapurları selamlıyor.  Kız kulesini soracak olsak, yine Galata’ya kırıtıyor. Şehrin en değerlileri bu noktada, her sabah birbiriyle bakışıyor. Deniz, mavi. Güneş tepede, saat öğlen iki. Vapurların köpükleri denize can verirken tepemde ucuşan martılar çığlık atıyor. Ayaklarımın dibinde kedi, güneşin tadını çıkartıyor. Istanbul’un en nadide noktasında çayımı vapurların sesleriyle yudumluyorum. Bir cay daha sonra bir tane daha. Istanbul çayla daha güzel, bunu anlıyorum.

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün