LONDRA YEME – İÇME REHBERİ

Londra’da Oblix’te akşam yemeği yerken manzara izlemek elbetteki her turist için en havalı hareket olabilir. Ancak ben yine de ara sokaklardaki kapılarında kuyruk olunan minik restoranları tercih ederim. Hem o havalı ve insanı gerim gerim geren ingiliz aksanı, hemde ultra lüks mekanlar sancılı kasılmalar yaratırken diğer tarafta hoşsohbet servis personeli sizin için hesap kutusuna 2  adet ciklet bırakır. Dünyanın hangi ülkesinde olursan ol lokal ve kişilikli mekanlar her zaman kazanır. Okyanus mavisine boyanmış minik dükkandan yayılan kahve kokusu sizi içeri davet ederken, tehditkar yan komşu aklınızı çelebilir. Londra ‘da seçim yapmanın en doğru şekli en minik ve basit görünen sayılabilir. Kahve-Kahvaltı kültüründen başlayıp on numara akşam yemeği seçeneklerine doğru birkaç öneriyi Londra yeme – içme rehberinde paylaşalım.

 

  1. ATTENDANT

    Filte kahve yanında bir parça ev yapımı taze kiş yada avokado üstü poached egg isteyen? Mükemmel kızarmış ekmeğe ve harika biber sosuyla favori.  Sabahları kahve içmeden ayılamam diyenler yolunu east London’a sınır Shoreditch bölgesine çevirsinler. Adım başı tasarım mağazalarına girip çıkarken kahvecilerin bolluğuna şaşıracaksınız. Attendant’a underground ile Old Street durağında inip 7 dakikalık yürüyüşle ulaşabilirsiniz.Londra gezi rehberi
  2. MARKET CAFE

    En huzurlu cafe ünvanını rahatlıkla verebilirim. Kanal manzaralı masalarından mı yoksa Broadway Market’in huzur kokulu havasından mı bilinmez bu cafe gerçekten çok rahat. İyi ışık alan ferah alanı iş maillerini kontrol etmek, kanal civarında sabah yürüyüşünden sonra hatrı sayılır bir flatwhite içmek için ideal. Eğer klasik araçlardan hoşlanıyorsanız kanal tarafındaki masada oturup Andrews caddesinin 1940 doğumlu yaşlı kurtu Citroen 7C Berline ‘ini gözleyebilirsiniz :))Londra yeme, içme rehberiLondra yeme içme rehberi
  3. ELECTRIC HOUSE

    Sabah kahvemi füme somon eşliğinde çırpılmış yumurtasız içemem diyenlerdenseniz sizi Notting Hill’e çağıralım. Sağlam kahvaltı menüsünde herkese hitap eden seçenekler mevcut. Benim favorim elbette Scrambled eggs, smoked salmon. Ama klasik ingiliz kahvaltısı da hakkını veriyor. Kahvaltı dan sonra birbirinden tatlı vintage dükkanlarında kendinizi kaybetmek serbest. Ayrıca eve getirmek için az ilerideki Coffe Company’den birkaç paket kahve çekirdeği almayı sakın ama sakın ihmal etmeyin.Londra yeme, içme rehberi
  4. PAPER & CUP

    Shoreditch te sokaklar çılgın grafitilerle süslü. Fotoğraf avına çıkılan günün öğlen saatlerinde ferah bir nefes almak için şirinler mavisine boyanmış Paper & Cup, Bethnal Green’deki sessiz sokağında sizi bekliyor. İyi bir latte yanında bir parça brownie iyi gider. Bu minicik dükkanın önünde fotoğraflanmayana kahve vermiyorlar haberiniz olsun :))IMG_9091
    Londra Rehberi
  5. BUSABA

    Defalarca gidip bıkılmayacak restoranlardan biri. Thai yemekleri sevenlerin cennete düşeceği, girişinde sizi tütsülerle karşılayan minik bir budha’nın bulunduğu restoranın birkaç şubesi bulunuyor. Gittiklerim arasında Covent Garden’dakini tek geçerim. Pad Thai özlemine ilaç gibi gelen menüde en popüler tercihler işaretlenmiş olsa da başlangıç olarak sürpriz lezzet kalamarı sakın ola atlamayın, pişman olursunuz.Londra yeme içme rehberi
  6. VAPIANO 

    Çok seçenekli bir italyan restoranı. Tabii ki her çeşit makarna var. Gözünüzün önünde pişirip istediğiniz sosa buluyorlar. Akşamları oldukça kalabalık oluyor. Oxford street istasyonunda inip Urban Outfitters mağazasının yanındaki sokaktan girdiğinizde yürüme mesafesinde.
  7. WAHACA

    Alev alev bir Meksika mutfağı. İçkileri ve enfes tacolarıyla kendinizden geçebilirsiniz. Menü de seçim yapmakta kendime bile yardım edememişken size herhangi bir öneride bulunmayacağım. Yerinizde olsam gözlerimi kapatıp parmağımı menüde gezdirirdim. Çürük çıkma ihtimali yok denecek kadar az. Soho ve Covent Garden’da şubeleri var. İçeri girerken sıra beklemeniz muhtemel. Dert etmeyin, bekleyin.Londra yeme rehberi

  8. SPAGHETTI HOUSE

    Her Majesty’s de en uzun süre aralıksız oynan Operadaki Hayalet için biletiniz varsa çok şanslısınız. Peki müzikalden önce karnımı doyurayım, bir de tiyatro binasına yakın olsun diyorsanız Spaghetti House iyi bir seçenek. Çalışanların hepsinin İtalyan olduğu restoran Her Majesty’s nin hemen karşısında bulunuyor. Müzikalin başlamasına 15 dakika kala neredeyse tüm masalardan ”check please” nidaları yükselirken oyuna geç kalmamak için tedbirli davranın. Gerçi tüm garsonlar çok sıcakkanlı ve oyuna gideceğinizi tahmin ederek hızlı davranıyorlar.IMG_9251

  9. FLAT IRON
    Islak kereste kokulu mekanda kanlı canlı sulu bir et yemek isterseniz biraz sıra bekleyebilirsiniz. Beklerken biraz mısır cipsi hiç de fena fikir değil. Patates kızartması ve taze yapım soslar isteğe bağlı. IMG_9449
    IMG_9441
  10. MILK TRAIN

    Yemek için uğrayanından çok instagram fotoğrafı çekmek için uğrayanı çok olan harika bir dondurmacı. Bana kalırsa fikri harika. Külahtaki dondurmayı öyle güzel süslüyorlarki, yemeyip yanında yatmak istemek demek bu oluyor. Önünde her daim bir kuyruk var. Sıra beklerken dondurmanızın şeklini belirliyorsunuz. İster vanilyalı dondurma üstüne pembe şekerlemeler serptirip etrafını pamuk şekerle bulutlandırın, ister çikolatalı dondurmanın üstüne kurabiye yapıştırtın. Seçeneklerin her biri ortalama 1 sterlin. Londra’da harika bir instagram fotoğrafı için dondurmanız biraz pahalıya gelse de, sonuç sizi tatmin edecektir :))
    Londra gezi rehberi

 

 

 

Fotoğraflar: Tuğçe TÜZÜN – Yiğit Ali TÜZÜN

 

EN IYI BALAYI ADRESLERI

Balayı; evliliğin en güzel yanı mı diye soracak olsalar hayır derdim. Ama o tatlı yorgunluğun en iyi ilacı olduğu bir gerçek. Nikah tarihi, düğün yeri, düğün menüsü, çiçekler, kıyafetler, davetiyeler derken uğraşılması gerekli bir dolu madde çıkıyor karşımıza. Bunların en ana maddeler olduğunu düşünürsek, geriye küçük ama gerekli bir çok ayrıntıdan şaşkına dönmüş gelin ve damat  kalır. Düğün günlerini niçin çok net hatırlamadıklarının sebebi sizce de çok açık değil mi? Onca kargaşadan ve yorgunluktan sonra en güzel şey bir araca binip uzaklara gitmek oluyor. 

Sevdiceğiniz yanınızda peri bacalarının akıl almaz manzarasına karşı ayaklarınızı uzatıp kahve yudumlamak  veya tropik bir ormanda yürüyüş yapmak. Turkuaz suların kenarında ayak yakmayan beyaz kumlarda dolaşmak ya da bir kadeh blush ile çölün ortasındaki jakuzide kitap okumak. Bu 10 seçenekten biri mutlaka ‘‘benim balayım” tarifinize uyacak.

 

1. MALDIVLER

en iyi balayı

 

Balayı için en çok tercih edilen ve modası hiçbir zaman geçmeyecek doğa harikası Maldivler. Burada oteller genelde ismini üstünde bulunduğu adadan almış. Adalar neredeyse oteli üzerine kurabilecek kadar büyüklükte olup, daha küçük olanlarda ise suyun üzerine yapılmış bungalovlarla yeterli alan sağlanmış. En azından hayatta bir kez güzel mercanlarla süslü turkuaz sularında bebek köpek balıklarıyla birlikte yüzebilmek için balayı doğru zaman. Aksi halde çok sıkılabilirsiniz.  Yüksek sezonu Eylül’den itibaren başlıyor. Ayada Maldives,  Four Seasons Maldives  yada  South Ari Atoll  konaklama seçeneklerinizden olabilir. Bu arada ”Ayada” her malzemesi Türkiye’den getirilmiş harika bir türk oteli. 

 

2. KAPADOKYA

kapadokya balayı

 

Uzak ülkelerden turistlerin akın ettiği, gurur duyulacak güzellikteki Kapadokya balayı için en romantik yerlerden biri. Gün doğumunu kocaman bir balonun sepetinde karşılamak olağanüstü bir deneyim. Önce doğal tüf tabakasının sonra da insanoğlunun oluşturduğu bu yapıların üzerinde süzülmek yapılması gerekenler listesinin başını oluşturuyor. Evliliğin en güzel günlerinde masal gibi bir tatil için Kapadokya’ya gelin. Sultan Cave Suites iyi bir seçenek.

 

3. PHUKET, TAYLAND

Phuket Balayı

 

Bazıları sıcak sever. Dünya’nın en göz alıcı plajlarına ev sahipliği yapan ada aynı zamanda daha küçük birçok adaya da başkanlık ediyor. Günlük ada turlarına katılabilir, rengarenk balıklarla yüzebilir ve lezzetli tropik meyvelerle beslenebilirsiniz. Tayland, plaj hayatı kadar gece hayatıyla da ünlenmiş. Birbirinden çılgın gece kuluplerindeki showlar ve lezzetli yerel birası ile kalbinizi kazanacak. Kış düğünlerinin vazgeçilmezlerinden olsa da yağmura ve neme katlanabilirseniz yazın da gidilebilir. Robinson Crusoe tarzındaki ahşap bungalovları, palmiyelerin arasına sıkıştırılmış mimari harikası villaları ile çeşitli butik oteller arasından seçim yapmak zor.  The Scent Hotel,  Amari Phuket  veya  Zeavola Resort seçeneklerinizden olabilir.

 

4. TOSKANA, ITALYA

toscana balayı

 

Toskana’ya gitmek için birçok neden vardır. Bunlardan biri balayı. Ortaçağ tarihinden kalmış kale ve çiftlikleri, olağanüstü kırları ve tepeleriyle pastoral bir güzellik sunar. Muhteşem manzaraya açılan pencereleri ile bu masalsı otellerde olmazsa olmaz şey ünlü italyan şaraplarını tatmak. Burada en güzel manzaraya karışıp en farklı balayı fotoğraflarını çektirmek, sizi özel hissettirecek. Bahar aylarından başlayarak sonbahara kadar olan dönem en ideali. Relais Sant’Elana,  Mormoraia ve  Le Mandrie di Ripalta en iyi seçenekler.

 

5. MAURITIUS

mauritius balayı

 

Maldivlerin pabucunu dama atmaya niyetli bir ada ülkesi. Hint Okyanusun sıcak sularının çarpıştığı plajları beyaz kumlarla örtülmüş. Dingin bir ada hayatı tatil için lüks bir seçenek. Ancak onca yorgunluğun üzerine thy’nin direk uçuşu ile tercih sebebi olabilir. Güney yarım kürede yer alan ve tropik iklimin yaşandığı adaya Eylül’den Aralık ayına kadar gitmek en doğru seçim olur. Yoksa kasırga ve yağmur kabus olabilir.  Four Seasons Mauritius,  Victoria Beachcomber  ve  Constance Belle Mare Plage adanın en güzel otellerinden sadece birkaçı.

 

6. FARALYA, MUGLA

faralya balayı

 

Huzuru uzaklarda aramayalım. Bu yılki World Tourism Awards’da en iyi butik otel ödülünü alan Perdue Otel, sazlarla kaplı çatılarıyla 11 çadır odasından oluşuyor. Ağaçların arasından denize inerken soluklanabileceğiniz, masaj ve yoga ile rahatlayabileceğiniz ve leziz deniz ürünleri menüsüyle kendinizden geçebileceğiniz hem yakın hem de ekolojik seçeneklerden biri. 

 

7. UBUD, BALI

ubud bali balayı

 

Endonezya’nın Bali adası sahil kesimi olan Jimbaran ve iç kesimlerindeki Ubud bölgesiyle hem dinlenmenin hem de eğlenmenin adresi. Eşsiz pirinç teraslarında harika fotoğraflar çekebilir, birbirinden güzel şelalelerinde ıslanabilirsiniz. Sağlıklı yemek ve masaj içinse en doğru yer diyebiliriz. Mis kokulu yağlarla yaptıracağınız masajlar için en sadece 10 dolar ödeyeceğiniz, tapınaklarına hayran kalacağınız ve en iyi yoga studyolarında gevşeyeceğiniz Ubud’da her otel bir mabed. Seçenek isterseniz; Blue Karma Resort Ubud, Komaneka Bisma Ubud ve Four Seasons Ubud ‘u sayabiliriz.

 

8. GUNEY AFRIKA 

afrika balayı

 

Ister Kenya da, Tanzanya’da Masai Mara sınırlarında bir ahşap bungalovda kalın. İsterseniz daha da güneye inip bahçesinden Bufalo ve Gergedanların yürüdüğü bir çadır kampında konaklayın. Verandanızdaki küvette kırmızı afrika şarabınızı yudumlarken, Büyük Göç’ü izleyebilme fikri bile düğün tarihini bu mevsime denk getirmek için bir neden sayılabilir. Bunun için en doğru zaman Temmuz – Eylül arasıdır.  Tuningi Safari Lodge,  Chapungu Tented Camp,  Chitwa Chitwa Game Lodge seçeneklerinizden biri olmalı.

 

9. MARAKES, FAS

marakes balayı

 

Berberi dilinde Tanrıların Ülkesi anlamına gelen Marakeş, kızıl şehir olarak tanınıyor. Aynı zamanda mutfağıyla da ünlü bu Fas şehrinde renklerin cilvesine ve baharatların kokusuna karışmamak imkansız. Hatıra olarak alabileceğiniz türlü yöresel eşyaları ve lokal otel diye tanımlanan Riad’larıyla popüler bir bölge. Neredeyse hepsi güzel ama en güzellerinden biri Riad Yasmine

 

10. OIA, SANTORINI, YUNANISTAN

yunanistan balayı

 

Yaz aylarında balayı için en romantiklerinden Santorini. Özellikle gün batımı seyri görülmeye değecek manzaralar oluşturuyor. Yakın olması ve yunan kültürüne uzak olmamamız sebebiyle yabancı ülke korkularını yaşatmayacak bir ada. Volkanik bir yapı üzerine kurulmuş adanın mavi beyaz görünümüyle bir masal diyarının kapısını aralamak isteyen herkes buraya seyahat ediyor. Balayında ağzınızın tadına layık geleneksel Akdeniz ile modern Yunan lezzetlerinden oluşan romantik bir akşam yemeği yiyebilirsiniz. Marizan Caves & Villas,  Canaves Oia Hotel  ve  Perivolas Hotel konaklama için seçeneklerden birkaçı.

 

 

Fotoğraflar; internetten alınmıştır.

OTUZ YAŞ PASTASI

Geçtiğimiz hafta, daha da geçtiğimiz haftadan kalma 30 yaş doğum günüm için tam benlik bir pasta yaptık canım Zeno’yla. Zeno, pasta ve çikolata üzerine harikalar yaratan çok yetenekli bir o kadar da kokoş olan bir arkadaşım. Aynı zamanda evlendiğim gün en çok nazımı çeken birkaç kişiden biri. Nedimem :))

 

 

30 Yaş Dilekleri

Doğum günlerine niyeyse çok önem verdim hep, belki çocukluğumdan kalma bu kutlamalı mutlu olmalı aktiviteden kopmak istemedim hiç. Hele ki yeni haneye başlanılan sıfırlı yaşlar çok daha ciddiyetliydi benim için. 30’da bunların en ciddisiydi bence :)) Bu sebepten su gibi akan hayatta mal, mülk, eşya sahibi olmaktan vazgeçerek deneyimlere ve hayallere yatırım yapma fikrim tamamen yerleşti otuz yaşını almış benliğime. Dünya paralar döküp aldığım kıyafetler, gereksiz teknolojik aletler ve inciler boncukların gözlerimin önünde yoga derslerine, raw food workshopuna, glutensiz makarna dersine, Cuba’daki paladarın bir haftalık ödemesine ve Japonya’daki taşınabilir internete dönüşmesi hiç de zaman almadı. Artık gereksiz satın aldığım herşey,  bana hayatta mutluluk ve zevk veren bir deneyimden mahrum kalmama sebep oluyordu. Yani; ben artık bunu böyle görmeye başlamıştım. Kimine eğri, kimine doğru. 65 yaşıma geldiğimde bunu aynı şekilde düşünür müyüm, elbette kestiremem. Fakat durum aynen bu şekilde.

Otuz yaştan istediklerim; mutlu, huzurlu aile – iş hayatı… Sağlık, sağlık, sağlık… Deneyim, deneyim, deneyim :))

 

 

30 yaş pastası

 

Zeno’yla kolları sıvayıp önce güzel bir truff yaptık. Tarif çok basit. Bir paket hazır çikolatalı keki ufalıyorsunuz. Bir paket hazır kutu kremanın içinde erittiğiniz 100 gr çikolatayla beraber parçalanan keki karıştırıyorsunuz. Buzdolabında 1-2 saat beklettikten sonra avucunuzun içiyle yuvarlak yapıp hindistan cevizine buluyorsunuz. Bu bitmiş haliyle de biraz dolapta beklemesi gerek. Sonra her kahvenin yanında bir tanecik yemek serbest. Çünkü otuz yaşımdayım :))

 

 

 

Pasta’ya gelecek olursak keki de harika pişti, arasındaki pasta kreması da nefis bir muhallebiydi. Arasına muz ve böğürtlen koyduk. Üstünü de birkaç minik toz gıda boyası karıştırılmış krem şanti ile kapladık. Bir de şeker hamurundan yeni ay yaptık, oh bana ne iyi oldu. Yakınlarım bilir. O dolunay yok mu dolunay beni mahfeden. Her dolunayda dönüştüğüm kurt kadın rolü için bu yıl Oscar’ı Emma Stone ‘dan alıp bana vermeliler diye düşünüyorum. Çünkü ben daha gerçekçiyim. Ali’ye sorun :)) Neyseki bu fobim için 30 yaş pastama ay koymayı ve hedef aldığım değiştirilebilir ay vaziyetlerine olumlu bir nokta koymayı seçtim. Zeno’da sağolsun harikalar yarattı. İnşallah bu tezim etkili olur da 12 Marttaki tutulmada ben benden gitmem :))

 

30 yaş dilekleri

 

 

Fotoğraflar : Yiğit Ali Tüzün

SEVGİLİ LONDRA

Sevgili Londra, seninle 2008 yılında tanıştığımızda ilk yurt dışı deneyimim olduğundan ne yapacağımı şaşırmış, gerçek bir turist gibi tüm popüler yerlerine saldırmıştım. O Big Benler, London Eye lar, London Bridge ler fotoğraf çekmekten eskimişti :)) O zamanlar aynı evin küçük bir odasını paylaştığım arkadaşım Alev  ile beraber harika bir 3 hafta geçirmiştik. Şimdilerde; Ali ile beraber yeniden seni görmek istediğimizi hatırlayıp dolu dolu planlama yaptık birlikte. Bu sefer daha az turist olacaktık ikimizde. Gün gelip sana geldiğimizde gerçek yüzünü haşince gösterdin bize. Soğuktun Londra, çok soğuktun işte. Meğer tüm yıl zaten karamsar ve melankolik olan tavrın Şubatın bu birkaç gününde itici bir donduruculuğa dönüşüyormuş. O da bize denk geldi, iyi mi?

Londra Gezi Rehberimize müzelerle başlayalım… Gittiğimiz gibi eşyaları otele bırakıp British Museum‘a koştuk. Daha önce gezmediğim bölümleri de gezdim bu kez. Gerçekten aşırı yoruluyorsunuz çünkü çok büyük. Ingilizlerin farklı ülkelerden elde ettikleri eserler sergileniyor, mesela Türkiye’den Kütahya porselenler mevcut. Mısırdan alınmış mumyalara ağzınız açık bakabilirsiniz. Buradan çıkar çıkmaz bir başka önemli olan bir müzeyi ziyaret ediyoruz.  National Gallery. Burada da harika sanat eserleri mevcut. Birbirinden farklı tarzda resimler, muazzam çerçevelerle duvarları süslemiş. Yine çok büyük olduğundan iki müze ziyaretini farklı tarihlere yaymak mantıklı olan. Ama bizim ziyaret listesi biraz kalabalıktı, bu sebeple ilk gün biraz yorucu oldu.

Sıra dünyanın en çok ziyaret alan 7 müzesinden biri olan Tate Modern’ de. Modern sanat pahalıdır iddiasına kafa tutan, içerideki birçok eserin ücretsiz görülebileceği, yeri güzel, manzarası güzel, shop’u çok güzel müze. Binasını kırmızı telefon kulübelerini tasarlayan Sir Giles Gilbert Scott isimli mimar yapmış. Çok beğeneceğinizi düşünüyorum. Üst katındaki kafe de oturup Thames Nehrini izlerken bir fincan kahve için. Yorgunluğunuzu direk silip süpürecektir.

IMG_8645-horz

 

Notting Hill’ de Bir Cumartesi

Şimdi günlerden Cumartesi. Yani bugün pazar var. Nerede? Notting Hill’de. Portobello Pazarı ikinci el, vintage ve yeni birçok malzemenin satıldığı bir açık pazar. Undergrand ile Notting Hill istasyonunda inip dümdüz ilerliyorsunuz. Elinde pazar arabaları ile yürüyen insanları göreceksinizdir.

O gün neler bulacağınız bilinmez, her hafta farklı şeyler düşüyor pazara. Dikkat edin, bazı eskiler çöpten yeni çıkarılmış olabilir :)) Ama gerçekten birçok şey orijinal. Eski tenis raketleri, amerikan futbolu topu, deri boks eldivenler, çiçekli ingiliz porseleni çay kupaları, sütlükler, çeşit çeşit suni kürkler, kürk şapkalar vs. Çılgına dönmeniz an meselesi. Her tezgah ayrı heyecan. Ayrı bir kalp krizi nedeni. Yanınıza bolca nakit alın ki, beğendiğiniz o güzelim eşyaları ağlayarak tezgaha geri bırakmak zorunda kalmayın. Altın sikkelerinizi  Oxford ve Regent Street gibi caddelerdeki burnu iki karış yukarıda mağazalarda bitirmeyin. Altın sikke ne mi? Tabii ki pound sevgili dostum. Ingiliz Sterlini şurda 4.8 lira olmuş, ne sanıyorsun? Şişe su bile alsak pound hesabı yapmaktan manik depresif olduk. Hem bulduğun farklı eşyalara sevinip hem oflamak neymiş gidince anlarsın :)))

 

IMG_8794

 

 

 

IMG_8820

 

Turistik yerlere geçelim şimdi. Piccadilly Circus bunlardan biri. Güzel at heykellerinin önünde fotoğraf çektirmeden olmaz. Bu bölgelerden başlayıp Regent Street, ordan da Oxford Streete kadar yürümek gerek. Mesafeler uzun olsa da alışveriş yaparken ne farkederki :))

 

IMG_8707

IMG_8761-horz

 

Abbey Road, Beatles İçin;

On iki Şubat günü sabah erkenden St John’s Wood istasyonunda inip dümdüz yürüyerek Abbey Road’ a ulaştık. Burası Beatles’ın Abbey Road albümü için kapak fotoğrafı çektiği yaya geçidi. Artık yaya geçidi olmaktan çıkıp bir sit alanı olmuş gibi. Aynı zamanda studyoları da burada. Birçok Beatles sever buraya gelip studyo ziyareti yapıyor ve bu yolda fotoğraf çektiriyor. Kapak fotoğrafı bence Beatles albümleri arasında en iyisi. Bu da bizden bir hatıra kalsın :))

 

abbey-road_164958

 

WhatsApp Image 2017-02-22 at 16.36.18

 

Baker Street Yolunda

Pazar günü sakinliğinden faydalanıp o güzelim evlerin önünden geçerek istasyona geri yürüyoruz. Sırada baş tacımız dizinin kahramanı Sherlock Holmes’ün evi var. Diziyi takip edenler adresi bilir. İstasyon adı: Baker Street. Underground’ tan çıkınca karşınıza Sherlock un Heykeli çıkıyor. Tabi bunu gören Ali, 5’inci dedektif duruşu ile bana poz veriyor. Şip-Şak! Yola devam edip minik topluluğu görene kadar yürüyoruz. Sherlock Holmes ün müzesi önünde ufak bir kuyruk var. İçeriye belli sayıda insan alınıyor. Biri çıkana kadar da yenisi giremiyor. Biz en iyisi shop’a bir girelim diyoruz. Ünlü dedektife yönelik birçok hediyelik eşya mevcut. Sherlock şapkasından kibrite,dolma kalemden şemsiyeye kadar birçok şey var. Baker Street levhasında çok gözüm kaldı ama almadım. Dedim ya, cebinizden çıkacak paraya en çok dikkat etmeniz gereken şehirdesiniz!

 

Baker Street de 221B nin kapısından uzaklaşıp istasyona geri yürüyoruz. Şimdi büyük buluşmada sıra. 2008 yılında şans eseri yollarımızın birleştiği ve Brighton’da aynı odayı paylaştığım arkadaşım Alev ile bugün yani 30 yaşıma ayak bastığım ilk gün Hyde Park’ta buluşacağız. 9 yıldır onu görmemiştim. O uzun süredir Londra’da yaşıyor ve yeni evlendi. Hem onu sarıp sarmalayacağım, hem de eşiyle tanışacağım. Bu arada Hyde Park Londra’nın en büyük ve gözde parklarından biri. Yazın burada güneşi gören ingilizler çimlere yayılıp keyif yapıyor. Büyük kısmı da spor. En son gördüğüm zamana göre yılın bu mevsiminde çok boştu.

Doğum Günü

Gölün üzerine kurulmuş bir kafe de buluştuk sevgili Alevlerle. Nasıl özlemişim, o günler hakkında konuşmayı, komikliklerimizi :)) Hatta doğum günüm olduğu için çok şirin bir hediye bile aldım :)) Yanına iliştirdiği kartı, ömür boyu saklayacağım.

Gölün üzerindeki kuğular hakkında çok komik bir hikaye öğrendik. Şimdi bu güzel kuğuların Kraliçeye ait olduğunu ve onlara zarar vermenin bir devlet suçu sayıldığını burada yaşayan herkes bilir. Yakın zamanda bir adamcağız açlıktan kuğulardan birini kesip yemiş. Tabi ki ceza verilmiş ama hapse atılmaktan kurtulmuş. Çünkü adamcağız gerçekten çok fakir ve çok açmış. Adamın kuğuları kesip yiyecek kadar aç olmasına mı üzülsem, yoksa bu zarif yaratıkların Kraliçenin malı sayılması ve onlara zarar vermenin suç sayılmasına mı gülsem bilemedim.

 

IMG_8932

 

Londra’yı herkes için özel yapan şey göz alıcı dönme dolabı ve onu her saat başı selamlayan saat kulesi olabilir. Ancak bu şehri ”Benim Londra’m” yapan; kesinlikle Shoreditch bölgesi oldu. Sokak sokak klasik arabalarını aradığım mahalle halkını bile tanımadan sevdim, bağrıma bastırdım. Hafif tatlı telaşlı ama bir o kadar da dingin mahalledeki iyi kahveciler ve kahvaltı mekanları için bir sonraki yazımı okuyabilirsiniz. Aslına bakarsanız, yazıyı bile beklemeyin. Binin metroya ve Liverpool durağında inip yürüyün. O kırmızı klasiğe de benim yerime hayranlık bakışı atın :))

 

DIFC2189

 

 

Sokaklar duvar sanatçılarının imzasını taşıyor. Her köşe de harika grafitiler var. Sırf bu sebepten bile turist karşılıyor bu mahalle. Bu bölgeyi görünce Londra’nın sanat yönünü daha kuvvetli hissediyorsunuz.

 

Sevgili Londra

 

Bir diğer tüm gün keşif ve ”Benim Londra’m” bölgesi ise;  Broadway Marketten başlayıp, Columbia Road Flower Market ve oradan da Spitalfields’e doğru yürümek. Bu, Londra gezisinde mutlak surette yapılması şart olan bir rota. Sağlı sollu güzel sokaklar, evler, lokal kahveciler, sevimli butik dükkanlar, her biri birbirinden muhteşem kapılar var. İçinizin eriyeceği fotoğraf karelerini bu rota üzerinde yakalayacaksınız. Hani şu peşlerinden koştuğum, sokak sokak aradığım klasik arabalar vardı ya, bir kısmını da bu bölgelerde buldum, heyecandan öldüm :)))  Broadway Market to Spitalfields Photo Diary için tıklayın.

 

IMG_9157

 

Posta ve Müzikal

Sevgili Londra’ya gelip o tatlı posta kutularından kart atmamak olmazdı. Can arkadaş, mektup kardeş Caniko’ya (Sinem), Ali’ye (aslında kendime:)) ve de Zeno’ya, Farringdon Rd Post Office den kart attım. Ali de bana son gün Notting Hill deki postaneden attı :))  Elimize ulaşmayanlar olsa da, denemeye değerdi :)) 

Bu şehirde yapılacak en doğru şeylerden birisi Her Majesty’s Theatre‘de müzikal izlemek. Canım babam ve annemin doğum günü hediyesi, Phontom of the Opera‘ya en önden 2 biletti. Ömrüm boyunca hiç eskimeyecek ve hep hatırlayacağım bir deneyim yaşadım, duygusu kalbimde kaldı. Ne yapın edin, bu müzikali ömrünüzde bir kez izleyin.

 

 

 

Sevgili Londra

 

Güzel Londra postunu her şeyi tadında bırakmak ve yeni planlar yapmak için bitiriyorum. Bu yazının bitmesini bekleyen sevgili Didem’e selamlarımı iletiyor, Londra lokal mutfağı ve kahve-kahvaltı konseptli yazıyı okumanızı öneriyorum. (Londra yeme-içme rehberi)

Çok yakında yine görüşmek üzere Londra…

Seni seviyoruz…

 

 

Notting Hill, Londra

 

Fotoğraflar: Tuğçe TÜZÜN  –  Yiğit Ali TÜZÜN

BROADWAY MARKET to SPITALFIELDS PHOTO DIARY

Broadway Market’te airbnb den ev tutup aylarca kalasım var. Kanalın kenarında her sabah koşuya çıkıp hatta köpeğimi gezdirmek istiyorum. Soluklanmak ve günün ilk kahvesini içmek içinse köşedeki Market Cafe’yi seçiyorum. Cam kenarındaki yüksek sandalyedeki yeri her sabah 8’de rezerv etmek istiyorum. Okumaya devam et BROADWAY MARKET to SPITALFIELDS PHOTO DIARY

AVOKADO SALATASI, NOHUT İLE

Şubat bitmeden bir Avokado tarifi daha vermek istedim. Beni çok heyecanlandıran bu meyveden daha neler neler yapılabilir her seferinde şaşırıyorum. Londra seyahatinde Camden Town civarında rast gele bir kitapçıya girmiştim. Aman allahım! Burası bir mabet dedirten çeşit çeşit yemek kitapları önemli ölçüde indirime girmişti. Bavulumun ağırlığından korka korka 2 kitap satın aldım. Bunlardan birisinin ismi AVOKADO! :)) Bu kıymetli kitaptan beğendiğim birkaç tarifi deneyip, ilerleyen zamanlarda blogda paylaşacağım. Ancak şimdi, benim uydurmasyon tariflerimden biri olan nohutlu avokado salatası nı anlatmak istiyorum.

Akşam tencere tencere yemek alışkanlığı gitti, minik porsiyonlarda gökkuşağı tabakları geldi :)) Bazen tek çeşit bir şey yanında ev yapımı yoğurtla yenirken, bazen bir önceki günden kalmış minik porsiyon yemeğin yanına bir çırpıda hazırlanmış salatalar eşlik ediyor. Bu tarif, ister et yemeklerinin yanına ister tek başına iyi giden favorilerimden biri. Yapılışı kolay olduğu gibi doyurucu da. İçindeki nohut inanılmaz tok tutuyor ve protein değeri katıyor. Avokado ile birleştirmeyi en çok sevdiğim şey; nohut!

 

 

MALZEMELER

  • 2/3 su bardağı Nohut, önceden ıslatılmış, haşlanmış
  • 1 büyük olgunlaşmış Avokado, küp doğranmış
  • 1 büyük Salatalık, küp doğranmış
  • 1/3 demet Maydanoz, ince kıyılmış
  • 2 dal Taze Soğan, ince kıyılmış
  • Yarım Limonun suyu
  • 2 yemek kaşığı Nar ekşisi
  • 1 tatlı kaşığı Sumak
  • Zeytinyağı
  • Tuz

 

Avokado Salatası

 

HAZIRLANIŞI

  1. Avokado ve salatalığı küp şeklinde doğrayın.
  2. Taze soğan ve maydanozu incecik kıyın, ekleyin.
  3. Nohut, limon, nar ekşisi, sumak, zeytinyağı ve tuzu ekleyip tüm malzemeleri karıştırın.
  4. Avokado salatası, ekstra nar ekşisi ile servis edilebilir.

 

Afiyet Olsun.

 

Avokado Salatası

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün

Tarifi Kaydedin! ⇓

 

BALKABAĞI ÇORBASI | VEGAN

Ne zamandır balkabağı çorbamın tarifini yazmak istiyordum. Evime yemeğe gelen davetlilerime kıyak yapmak istediğimde bu çorbayı pişiririm. Şimdi böyle söyleyince, çok zor yada yapımı çok uzun süren bir çorba gibi gelse de besleyiciliği ve farklı lezzetiyle benim favori çorbam diyebiliriz. Yapımı çok ama çok basit, sadece 3 temel malzeme ve hemen 15 dakika içinde mutfaktaki işinizi bitirip ördüğünüz atkıya geri dönebilirsiniz :)) Yada sizi bekleyen o gömlekleri ütüleyebilirsiniz mesela :))

Ben balkabağını şeklen ve renk olarak da çok severim. Özellikle soğuk bir kış günü, bacası tüten ahşap minik bir kulübenin kapısını açıp, çıtır çıtır yanan ateşin üzerine konmuş çanaktaki çorbayı karıştırmak, sonra birkaç mumla ışıklandırılmış bir masa da ailece bu yemeği yeyip battaniyenin altında örgü örmek veya bir kupa sıcak çay içip sohbet etmenin keyfini verir bana. Bu kadar hayali duyguyu nasıl veriyor diye sorabilirsiniz :)) Ama ben bu tür hayallere çok alışkınım :)) Balkabağı bence sofraları zenginleştiren bir sebze. Çünkü tadı genelde tatlı yapmaya müsait gibi görünse de ben çorbasına hatta yemeğine de bayılarak damak tadımızı geliştirdiğini düşünüyorum. Hep aynı tatlara lezzetlere alışık bizler bence birçok sebzeye meyveye şans vermeli ve beslenme şeklimizi genişletmeliyiz.

 

  • Bal kabağının en büyük yararı lif içeriğinden dolayıdır. Lif içeriği = kabızlık sorunları, toksit maddelerin atılımı, kilo kontrolü, hemorit sorunlarıdır.
  • Turuncu olması beta karoten olduğunu gösterirki bu çok güçlü bir antioksidantdır. Beta karoten A vitaminine dönüşür. Bu da göz ve cilt sağlığına bomba etki demektir :))
  • İçinde magnezyum ve potasyum iyi miktarda bulunur.
  • Bebeklerde 6. aydan sonra katı gıdaya geçtiğinizde kullanacağınız en önemli besinlerden biridir. Özellikle katı gıdaya geçen bebeklerde yaşanabilecek kabızlık için baldan tatlı çözümdür. Haşladığınız balkabaklarını ezip tarçınla tatlandırabilir ve biraz süt ekleyebilirsiniz. Yada bu çorbanın tarifinde tuz miktarını azaltıp (bebeklere mümkün olduğunca çok az tuz) ve daha katı şekilde blender dan geçirip verebilirsiniz. Yine haşlanmış bal kabağını ezdiğiniz avokado ile karıştırıp yedirirseniz vitamin, mineral ve zengin yağ içeri ile bebeğinize müthiş bir besin hazırlamış olursunuz. Evet bu sonuncu benim favorim! 🙂 Avokado’nun yetişkin ve çocuklardaki yararları için Avokado Toast yazısını okuyun.

 

WhatsApp Image 2017-02-01 at 17.00.57

WhatsApp Image 2017-02-01 at 17.00.59 (1)

Okumaya devam et BALKABAĞI ÇORBASI | VEGAN

PORTAKALLI YER ELMASI

Kış ayları yaz sebzeleri gibi çeşitli ve lezzetli olmaz denir. Kanımca ben aynı fikirde değilim. Pazarda al beni al beni diyen güzeller güzeli karnabaharın, dizi dizi sıralanmış pırasanın, rengiyle iç ısıtan bal kabaklarının, mis kokulu kerevizin ve pazı lahana ıspanakların arasından geçerken bugün ne pişirsem diye karar vermek zor olabilir. Bir de sizi çağıran lastik çizmeli balıkçıların tezgahtaki derya kuzuları var tabii. 

Bu saydıklarım içinde evlerde en az pişen sebze YER ELMASI olsa gerek. Sanırım ülke halkı olarak bu tada pek de alışkın değiliz. Oysaki havuçla birlikte zeytin yağında pişirilmiş yer elması hem lezzetiyle hem de vücudumuza yaptıklarıyla öyle lezzetli ve yararlı ki. Herhalde evinizde bir kere pişirmiş ve denemiş olsaydınız, bu harika sebzeye masanızda daha çok yer verirdiniz.

img_7844

Tarife geçmeden önce sizinle önemli bir bilgi paylaşmak isterim. Herkes bağırsaklarımızın çalışma sistemini az çok bilir. Olabildiğince basit şekliyle anlatmak istersek; Bağırsak mikrobiyotamız yaklaşık 2 kilo ağırlığındadır ve bünyesinde yaklaşık olarak 100 milyar bakteri barındırır.  LactobacillusProbiyotik bakteriler, dışarıdan gelen zararlı bakterileri tüketerek yada bağırsak florasının asidik ortamını değiştirerek onların burada üremesini engeller ve yok ederler. Bu yararlı bakteriler bağırsak florasının düzgün olmasını sağlayarak sindirimi düzenler, aynı zamanda  bağışıklık sistemi üzerinde çok önemli etkiler yaratır. Bağışıklık sistemimizin görevi şudur; ”dışarıdan gelen tüm zararlı maddeleri yoket!” işte bu durumda bağışıklık sistemimiz bağırsaklarımızla birlikte çalışır. Unutmayın; bağırsaklar kalp kadar önemli bir organdır ve birçok kanser türünün türemesi de bağışıklık sistemimizin beraber çalıştığı bağırsaktan başlar. 

Şimdi yer elması yemeğinin bağırsaklarımızla ne ilgisi var sorusuna gelelim. Bağırsakta yaşayan yararlı bakteriler yani probiyotiklerin de beslenmeye ve mutlu olmaya ihtiyacı vardır. Artık bilindiği üzere, ne kadar çok yararlı bakteri o kadar çok sağlık ve düzenli çalışan bir vücut. Bu yararlı bakterilerin beslendiği yiyeceklerin ismi PREBIYOTIK ‘tir. Ve yer alması harika bir prebiyotiktir :)) Aynı zamanda pırasa da bu gruba girer. Bu gibi sebzeleri yediğinizde bağırsak bakterilerinizin mutluluktan taklalar attığını hissedebilirsiniz :))

 

Yer Elmasının Yararları

  • Yer elması, patates gibi toprak altında yetişir. İçinde önemli miktarda inülin denilen bir madde bulunur. Bu maddenin bağırsaklar için çok yararlı etkileri vardır ve kolon kanseri önleyicidir.
  • İnülinin aynı zamanda kan şekeri dengeleyici etkisi vardır ve bilinçli şeker hastaları sıklıkla tüketir.
  • Diyet yapanlarda kan şekeri dengelemesi ve buna bağlı tok tutucu etkisi sebebiyle öğünlerinde kullanabilirler.
  • Oldukça fazla lif içerir. Böylece sindirim sistemimizi mutlu eder.
  • Öksürük ve göğüs yumuşatma etkisi, hemoroite iyi gelmesi, anne sütü arttırıcı etkisi olması ve içeriğindeki bazı vitamin ve mineraller sebebiyle cildin parlaklığını arttırması gibi faydaları kısaca geçiyorum.

Bu arada süt arttırıcı etkisi var demiştim ancak bu inülin denen maddenin bir de olumsuz özelliği var. O da gaz yapıcı olması :)) Yararlı bakterilerimizin mutluluk taklalarını hissedeceğiz dediğimde bunu demek istemiştim :)) Süt veren anneler eğer sütleri yeterliyse boşa bebişleri bu gaz bombardımanına tabi tutmasın derim. Yoksa minik sırtlarına masaj yapan babalar ne güne duruyor? :))  Yani bunca faydayı elde etmek istiyorsanız buna da katlanacaksınız demektir. Ay istemem o zaman dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ama yukarıda saydığım faydaları çok çok az yiyecekten sağlayabiliyorsunuz. Bağırsaklarınızın mutluluğu, sizin mutluluğunuz unutmayın.

img_7877

 

MALZEMELER

  • 700-800 gr yer elması
  • 5 küçük boy havuç
  • 1 büyük soğan
  • 2 diş sarımsak
  • Zeytinyağı
  • 1 çay bardağı pirinç
  • Tuz – şeker
  • 1 küçük portakalın suyu

 

img_7852

img_7855

 

HAZIRLANIŞI

  1. Genişçe bir tencerede ısıttığınız kaliteli zeytin yağında küp küp doğranmış soğanları kavurun.
  2. Yuvarlak doğranmış havuçları ve minik doğradığınız sarımsakları ekleyin.
  3. Havuçlar iyice sotelendikten sonra 1 çay bardağı pirinci ekleyin. Ve pilav yapar gibi kavurun.
  4. Üzerine iyice temizlediğiniz ve yer elmalarını koyun. (Yer elmalarını boyutuna göre hiç ufaltmadan direk kullanabilirsiniz)
  5. Yaklaşık bir dakika beraber karıştırdıktan sonra malzemelerin üzerine çıkmayacak şekilde su ekleyin.
  6. Tuzunu ve bir yemek kaşığına yakın şekerini ilave ettikten sonra kapağı kapalı olarak pişirin.
  7. Yaklaşık 15-20 dakika sonra (suyunu baya çektikten sonra) taze sıktığınız portakalın suyunu üzerine gezdirin.
  8. Bu şekilde de 5 dakika pişirdikten sonra ocağı kapatın ve soğumaya bırakın. (Limonla servis edin)

 

img_7873

 

Afiyet Olsun.

 

Fotoğraflar: Tuğçe TÜZÜN

EV YAPIMI GRANOLA

Çeşit çeşit reçellerin, peynirlerin, sucukların, pastırmaların olduğu uzun uzadıya yapılan kahvaltıları bırakalı yaklaşık 6 ay olmuştur. Evet güne iyi bir kahvaltı ile başlamak benim de tercihim ama o yağına ekmek bandığınız sucukla yada peynirin üstüne yerleştirdiğiniz jambonla değil. Bir kere işlenmiş şarküteri ürünlerinden sucuk-salam-sosis gibi şeyleri hayatımızdan tamamen çıkardık. Sucuk nadiren özlense de salam sosis evin kapısından içeri giremiyor. Peynir meraklısı bir aile olarak keçi peyniri başta olmak üzere her çeşidini kullanıyoruz. Annemin özenle yaptığı reçeller ise raflarımda süslü fiyonkları ile dekor oluyor. Aman duymasın ama, onları da değerlendireceğim vakitler olacaktır. Mesela bugün vereceğim granola tarifimde yoğurdun üzerine sevdiğiniz bir reçelden damlatabilirsiniz. 

Ben granolayı en pratik genişçe bir tavada yapıyorum. Bu ölçülerde hazırladığım malzeme bize bir hafta boyunca yetiyor. Genellikle çoğu sabah, ev yapımı granolayı yine kendi mayaladığım yoğurt ile karıştırıp yiyorum. Bazen istediğim bir meyve ekliyorum. Bu zamanlarda artık tükenmiş olan kokulu kırmızı üzüm favorim. Ben daha öncesinde bolca alıp buzluğa atmıştım. Ama isterseniz muz dilimleri veya elma parçaları da güzel oluyor. 

Tarife gelirsek;

img_7694

 

MALZEMELER

  • 200-230 gr yulaf
  • 60 gr çiğ kaju
  • 50 gr çiğ badem
  • 30 gr çiğ kabak çekirdeği içi
  • 2 yemek kaşığı kurutulmuş gül yaprakları
  • 1,5 tatlı kaşığı tarçın
  • 2 yumurta beyazı
  • 2 dolu yemek kaşığı bal
  • 1 çay kaşığı hindistan cevizi yağı
  • 1 çay kaşığı vanilya özütü
  • 1 yemek kaşığı chia tohumu

 

img_7704

 

HAZIRLANIŞI

  1. Yumurtaların beyazını bir kaseye alın. Üzerine bal ve vanilya özütünü ekleyip çırpın.
  2. Genişçe bir tavada hindistan cevizi yağını eritin.
  3. Yulafı tavaya döküp kavurmaya başlayın. Bir süre sonra tarçını koyun.
  4. Biraz kavrulduktan sonra istediğiniz boyutta küçülttüğünüz çiğ kajuyu ekleyin ve kavurmaya devam edin. 
  5. Badem ve kabak çekirdeklerini de ekleyip 2-3 dakika daha kavurun.
  6. Gül yapraklarını ekleyin. 
  7. Malzemelerin kavrulmuş kokusu duyulduktan sonra ballı yumurtalı karışımı ekleyin ve iyice karıştırın.
  8. Tavadaki tüm malzemenin üstüne bastırarak karışımın sıkışıp yapışmasını sağlayın. Bu sırada ateşi kapatın.
  9. En üste chia tohumlarını serpin ve kaşıkla biraz daha bastırın.
  10. Soğumaya bırakın.

 

 

img_7722

Ben bazen kendime torpil yapıp fırınlanmış hindistan cevizi cipslerinden de koyuyorum en üstüne. Ayrıca gül yapraklarını da koymak zorunda değilsiniz. Ama sabahları yoğurdumun üstünde mis gibi kokan gül yaprakları görmek hoşuma gidiyor. :)) Sabah kahvaltıda, öğlen mideniz kazındığında, ya da gece gece karnınız acıktığında yiyebileceğiniz en masum ve de lezzetli şey bu. Bir kavanoz granola yapıp kaldırın, bakalım size kaç gün gidecek  :))

 

 

Afiyet Olsun.

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

UBUD, BALİ

 

”Dağların ötesinden geliyorum dedi. Gören insanların topraklarından. İşte oradan, güneşe giden yoldan.” (Körler Ülkesi)

Sahip olduğunuz her şey için şükredin. Çocuklarınız için, eşiniz için, sağlığınız için, saksınızdaki çiçekleriniz için. Başınızı kaldırdığınızda görebildiğiniz kuşlar için. Şarkı söyleyebildiğiniz ve cırcır böceklerini duyabildiğiniz için. Sabah tanımadığınız birine “günaydın” deyin, bir anda mutlu olacaksınız. Bir kere yapın. İnsanlardan kaçmayın, somurtmayın. Birazcık gülümseyin, hepsi bu kadar🌻

Ubud, şükretmek demek bunu anladım. Her sabaha, her kahve çekirdeğine, her pamuk ipliğine ve hissedebildiğimiz iyi-kötü her şeye. Öyle güzel duygular ve farkındalıkla geri döndüm ki, devam ettirdiğim şehir hayatı sanılanın aksine beni daha az yormaya başladı. Önceden olsa geri dönünce üzülür, metrobüse biner sıkılır, en sevdiğin mekanlarda oturacak masa arar strese girerdik. Şimdi daha kabullenmiş ve nerede yaşamak zorunda olduğumuzun farkında olarak döndük. Nefes alabilmek için önce oksijeni solumamız gerektiği gibi ”iyi yaşamak” için bardağın dolu tarafını görebilmeyi öğrenmiş olarak geldik. Trafikten, kalabalıktan ve yorucu her şeyden iyi bir taraf keşfedebilmek. Veya bazı şeyleri olduğu gibi kabul edebilmek, her daim şikayet etmekten daha verimli ve yaşanılabilir kılmaz mı hayatı? İşin felsefe kısmına girmeyeceğim elbet, bu yüzden Bali yazısının devamı olan Ubud için söze başlıyorum.

Sırada şu çok ünlü, dünyanın en pahalı kahvesi olan Luwak Coffee için bir tadım merkezine geliyoruz. Kahve çekirdekleri, vanilya, kakao ve birçok özel bitkinin ağaçlarını tanımakla başlıyoruz. Bu özel kahvenin yaratıcısı minik sansarları görüyoruz kafeslerde. Farklı aromalarda kahve tadımı yapıyoruz. Luwak Coffee hariç tüm tadımlar ücretsiz. Luwak ise 5$

Satın almak isterseniz 50gr’ı 60 tl falandı. Biz almadık. Aldığımız birkaç çay çeşidi ve kahve alışverişleri için bile tüm Bali alışverişlerine yaklaşacak tutarda ödeme yaptık. Sanırım en pahalı harcamamız burada oldu :((

Sırada  Pura Gunung Kawi var. Burası çok büyük bir kutsal mekan. Yine içeri girerken sarong bağlıyorsunuz belinize. Bu tapınağın içindeki hava inanılmaz pozitif ve sakin. Gerçekten huzurlu bir mekan. Bunu kemiklerinize kadar hissedebiliyorsunuz. Aynı zamanda Kutsal Su Tapınağı denilen bu tapınakta birçok çeşme var. Kadınların ve erkeklerin çeşmeleri farklı. Bazıları bu çeşmelerin altına girerek yıkanıyorlar. Dilek diledikten sonra havuzun içine bozuk para atmak adetten. Yanımızda hiç bozuk para olmadığı için bir önceki hıdrellezde kurdele ile sarılmış uğur paramızı söküp attık Ali’yle. Arya’ya bunu açıklamakta zor oldu tabi. Bu para neden kurdeleli, havuza ne atıyorsunuz? :))) Umarım dileğimiz tepetaklak olmaz :))

Arya’nın bizi son olarak götürdüğü Tegalalang Rice Terrace, inanılmaz güzeldi. Bali’de heryer pirinç tarlası ancak burası için en gösterişli olanı diyebiliriz. Çok erken saatte gelebilirseniz daha sakin fotoğraflar yakalayabilirsiniz.

 

 

Blue Karma Hakkında

Otele vardığımız pilimiz bitmiş, hava kararmıştı. Fakat bahçeye girer girmez bir anda canlandık :)) Evet bekar arkadaşlar; balayında nereye gidelim nerede kalalım dediğinizi çok sık duyuyoruz. Size vereceğimiz cevaplardan 2.si Blue Karma Ubud oldu. Birincisi için; tıklayın ;)) Burası küçük, yeterli, sevimli, sakin, kolay ve rahat bir butik otel. Otel full dolu iken bile havuzda yalnız olabilmek bir lüks. Nasıl oluyor, bizde anlamadık.

Otel genel alanında restoran, havuz, resepsiyon ve odalara ulaşım çok rahat. Avista Hideaway gibi dolambaçlı değil. Odalar bir harika! Farklı boyutlardaki bungalow da sabah uyanır uyanmaz kapımızı açtığımızda terlik giyme zahmetine girmeden çimlere basmak. Birkaç adım attıktan sonra otelin bitişiğindeki pirinç tarlasına günaydın demek ve verandada ormana doğru sabah yogası yapmak. Anlatamayacağım kadar mutluyduk. Her sabah taze bir gün olduğu kadar, mutlu bir gündü. Gün, 6:15 te doğuyordu ve tüm ada bu saatte uyanıp güne başlıyordu. Bir insan nasıl bu kadar enerjiyle uyanır? Uyanır uyanmaz yapraklardan süzülen gün ışığını yüzümde hissettiğimde yaptığım şey; güneş dansı yapmaktı. Gülebilirsiniz 🙂 Ama bana göre bu; kesinlikle mutluluğun göstergesiydi. İnsan ancak çok mutluysa sebepsizce dans eder, değil mi? :)) Her sabah çimlere basıp koşuşturmak, bazen görevliler tarafından yakalanmama sebep oluyordu. Karşılıklı gülümsemeler, kıkırdamalar, good morning ler havada uçuşuyordu. Ne güzel bak, mutluluk bulaşıcıymış!

Monkey Forest

Bugün çok ama çok meraklı bir yere gidiyoruz :)) Kutsal maymun ormanı! Monkey Forest, Ubud merkeze çok yakın bir bölgede. Merkezden yürüyerek gidilebiliyor. İçeri giriş cüzzi bir ücretle. Girdiğiniz gibi irili ufaklı maymunlarla karşılaşıyorsunuz. Muz satan bir stant var, muz alın ama hemen çantanıza koyun. Görürlerse hemen size doğru koşuşturuyorlar. Panik olabilirsiniz :))  Buraya Ali’nin panik videolarını eklemeyi çok isterdim ama neticede kocam :)) Minik olanları gözünüze kestirin ve çantanızdan muzu çıkartıp elinizde tutun. Hiçbir kötülük yapmadan üstünüze çıkıp muzu alıp iniyorlar :)) Amaç sadece muza ulaşabilmek 🙂 Bununla ilgili bir videomu buraya iliştiriyorum, izleyiniz 🙂

Sari Organic Yolunda

Ertesi gün, Ubud’a gelmeden önce araştırarak bulduğumuz ve çok tavsiye edilen bir restoranı görmek için yollara koyuluyoruz. Burası merkez de değil, hatta yol üstünde bir yerde de değil. Haritadan baktığınızda pirinç tarlalarının orta yerinde bir yer gibi duruyor. Ne şanslıyız ki otelimizden buraya giden bir patika yol mevcut. Genelde sadece bir kişinin yürüyebileceği genişlikteki patikayı yayalar, bisikletliler, bazen de motorlar kullanıyor. Tabi ki en başta Ali’nin tereddütleri vardı. Ama ben Japonya’da bile en gizli tapınakları elimle koymuş gibi bulan biri olarak kendime güveniyorum. Ve tabiiki telefonumun navigasyon mucizesine :))

Yürüdükçe patika güzelleşti. Yürüdükçe harika villalar, minik resim galerileri ile karşılaştık. Yeşilin elli tonu, okula giden sırt çantalı minik balililer ve bisikletle işine giden amcalar teyzeler gördük. O kadar çok yürüdük o kadar yorulduk ki, yorgunluk-mutluluk birbirine karıştı. Burası Ubud’un çekirdeğiydi ve diğer her yer buradan büyümüştü. Burası sanki Alice’in içine düştüğü çukur gibiydi. Ördekler, kulübeler, cafe mi meditasyon evi mi karar veremediğimiz mekanlar, sükunetle enerjinin karma karışık hissi vardı. Üzerinde yürüdüğümüz patikanın bu dünyada asla ve asla var olmayacak kadar ruhani olması garipti. Eğer biz Alice harikalar diyarındaysak, lütfen kimse bizi bu çukurdan çıkarmasın!  Hissettiğimiz tam olarak buydu. Eğer bu patikayı keşfetmemiş olsaydık, Ubud bizim için biraz daha farklı olabilirdi.

Kim burada yoga yapmak istemezki? Babam buradan geçiyor olsaydı eminim o bile isterdi :))) Sonunda istediğimiz yere ulaştık. Ve pirinç tarlasına sarkan balkondaki bir masaya kurulduk.

Ubud Merkezde harika bir nilüfer bahçesi var. Gizli biraz. Ama kime sorsanız gösterirler. Gezmeden geçmeyin.

 

Yine gelmeden önce merak ettiğimiz yerlerden biri de Goa Gajah Temple’dı. Fil tapınağı olarak da geçiyor. İlginç bir mağara. İçi küçücük. Görünce bu mu yani dedik ama dışı gerçekten orijinaldi. Buraya da otelden taksi ayarlayarak ve gezi boyunca bizi beklemesini söyleyerek gittik. Bali’ye gelip yapmadığımız için çok ama çok üzüldüğümüz şey neydi? Kesinlikle ağaç oymacılığı üzerine yeteri kadar yer gezmemiş olmamız. Bunun için ayrı bir bütçe ayırarak buraya gelmek gerekli. O kadar iyi sanatçılar ki, yaptıklarını görmeniz gerek. Kapılar, masalar, sehpalar farklı birçok büyük ev eşyaları. Evinize gönderim konusunu sakın dert etmeyin, her şeyi düşünüyorlar. Sadece acele etmeyin yeter.

Gootama Sokağı

Ubud merkezde barlar sokağı gibi bir sokak var. İsmi Gootama. Bu sokaktaki tüm restoranlar harika. Hepsini tek tek yazamasam da (bir çoğuna girdik) keyifliydi. Fakat yoğun saatleri var. Özellikle akşam yemeği saatlerinde bunların birçoğu full oluyor. Mesela tripadvisor mükemmellik sertifası olan Biah Biah için öğlen saatlerini tercih etmiştik. Ayrıntılı halini Bali Food yazısından okuyabilirsiniz.

Ve yine aynı sokakta bitişik restoran. Burada harika ballı, çubuk tarçınlı özel karışım bitki çayları var. Dikkat edin, bazen çubuk tarçınlara karıncalar ortak olabiliyor.

Her şeyiyle kalbimizi kazanan Bali ve özellikle Ubud… Tavsiyeler konusunda yine Ebru’ya ve Nihan’a teşekkürler. Buradan yolu geçenler olarak onlarda kalplerinden bir parçayı Ubud’da bırakmışlar. Tüm Ubud severlere ortak dileğim, yolumuz en kısa zamanda tekrar düşsün inşallah! Hatta hep birlikte :))

Teşekkürler: Nihan Küfteoğlu Cengiz, Ebru Koru

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

Video: