İRLANDA GEZİ REHBERİ

Zümrüt Ada’dan Merhaba! Öyle bir ülke hayal edin ki; dünya’nın en retina zorlayıcı yeşilliği bu adaya bahşedilmiş. Uçsuz bucaksız çayır çimende koyunlar sığırlar otluyor. Hepsi özgür, yemek istedikleri kadar yeyip, istediklerinde çayırlara seriliyorlar. Tur otobüsünün penceresinden baktığımda farklı yerlere dağılmış sığırların sağa sola sallanan mutlu kuyrukları olmasa neredeyse hiç hareket etmediklerini düşüneceğim. Sanki pastoral bir tablo gibi herşey. Elimi uzatsam içine gireceğim ve herşeyin bir parçası olacağım. Bu muhteşem! İrlanda Gezi Rehberi başlıyor.

İrlanda Gezi Rehberi

İrlanda’nın hikayesi 1600’lü yılların başlarında protestan İngilizlerin bölgeye gelerek Katolik İrlanda halkını himayeleri altına almak istemeleriyle başlamış. 1916 yılında kurulan Katolik IRA’nın  yıllar süren silahlı mücadelesi sonucu, İngiliz sömürüsü en son 6 Aralık 1921’de sonuçlanmış. Ülke tamamiyle 2’ye bölünerek Kuzey İrlanda, Birleşik Krallığa bağlı kalmış. Güney İrlanda ise başkenti Dublin olmak üzere İrlanda Bağımsız Devleti adını almış. İra’nın (İrlanda bağımsızlık örgütü) bağımsızlık mücadelesi ile birçok kanlı olay yaşanmış. 2005 yılında silahlarını bırakan İra’nın kuruluşundan bu yana 3600 kişinin öldüğü çatışmalarda sona ermiş.

Nüfusunun neredeyse tamamı katolik olan ülke halkının geçim kaynaklarının ilki hayvancılık. İrlanda tamamıyla bir kır ülkesi. Topraklarının üçte ikisini çayır ve meralar oluşturuyor. Sığır yetiştiriciliği başta olmak üzere daha cılız bitki örtüsünde koyun yetiştiriyorlar.

Ülke ılıman bir iklime sahip, okyanus etkisi yüzünden her daim yağışlı. Bu sebeple ülkenin tamamı oldukça ıslak ve yeşil. Bunun yanı sıra çoğu zaman da sisli.

İki tane resmi dili vardır. Galce ve İngilizce. Okullarda İrlanda dili mecburidir. Ama halkın çoğu İngilizceyi ana dili gibi konuşur.

İrlanda’yı tariflemek aslında kolay. İngiltere’yi düşünün, içine çok daha yeşil, daha çok yağmur, siyah bira, barlar ve sıcak kanlı insanlar ve müzik ekleyin. İşte İrlanda bu!

İrlanda Gezi Rehberi

NE ZAMAN VE NASIL GİDİLİR?

Kuzeyde olması sizi şaşırtmasın. Bu adada sıcaklığın sıfır derecenin altına düştüğü gün sayısı çok az. Kışın sıcaklık ortalama 4-6 derece arası değişirken yazın 16-18 derece civarında. Yani yılın her dönemi gidilebilir. Yazın en sıcak zamanlarında bile gitseniz yanınızda mutlaka bir hırka, güneş gözlüğü, güneş kremi ve şemsiye bulunmalı. Hava tam anlamıyla değişken ve sürprizlerle dolu :))

Vize konusu şu şekilde; Ülkeye İrlanda vizesi yada İngiltere vizesi ile giriş yapabiliyorsunuz. Ancak son 6 ay içinde İngiltere’ye giriş yapmış olmanız gerekli. İrlanda Avrupa Birliği üyesi ülkesi olmasına karşın Schengen vizesi kabul edilmiyor.

Türk Hava Yolları’nın İstanbul’dan Dublin’e 4.5 saat süren direk uçuşları mevcut. Havaalanından şehir merkezine giden 2 otobüs firması var. Airlink ve Aircoach. Tek yön 7 euro. Ama eğer isterseniz (bence daha avantajlı) 33 euro vererek 72 saatlik sınırsız bilet alabilirsiniz. Bu bilet; havaalanından merkez (airlink) ulaşımı ve şehir içindeki tüm belediye otobüslerini sınırsız kullanım hakkı veriyor. Her otobüs durağının bir numarası var. Otelinize veya evinize en yakın otobüs durağının numarasını öğrenerek haritadan ineceğiniz yeri takip edebilirsiniz. Tüm otobüslerde ücretsiz internet bağlantısı mevcut. (evet,bu çok çok iyi haber) :)) Ayrıca telefonunuza Dublin Bus uygulamasını indirip kendinize rota oluşturabilir veya durağınıza giden otobüs saatlerini takip edebilirsiniz. Her duraktaki ekranlarda gelecek otobüsün dakikası yazıyor. Ulaşım gerçekten çok kolay. Otobüs,tur aldığınız günlerde yorgunluktan ölecekken ilaç gibi gelecek 🙂 Bu arada kartsız tek yön için 2 euro verdik. Otobüslerde para üstü verme gibi bir kavram da yok, unutmayın.

Bunun dışında Dublin yürüyerek çok kolay gezebileceğiniz bir şehir. Her yer en fazla 20 dakikalık yürüyüş mesafesinde. Bu yüzden 72 saatlik karta ihtiyaç duymayabilirsiniz. Bu arada bu kartı sadece havaalanının içindeki standlardan alabiliyorsunuz. Aşağıdaki örnek fotoğraftaki durak numarası 1942. Önünde duran otobüsler ise 13 ve 40

Turlar için buluşma yeri, Molly Malone Heykeli

NEREDE KALINIR?

Şehir çok büyük değil. Guinness’in bulunduğu yerden başlayarak Grand Canal’ın olduğu iş merkezleri bölgesine kadarki alanda konaklama araştırabilirsiniz. Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi Dublin’de de oteller biraz pahalı. Biz bu seyahatimizde nihayet Airbnb evinde kaldık. Ali’nin tüm endişelerine rağmen, 16 aylık bebekleri olan bir ailenin yanında konakladık. Ailenin türkçe karşılama notu, lokal restoran önerileri ve Sasha-Rose bebeğin hediyesi bu seçimi iyiki yaptık dedirtti. Evimiz Guinness bira fabrikasının hemen arkasındaydı. Eğer bu deneyimi sizde yaşamak isterseniz İdeal Airbnb Evi Bulma yazısına mutlaka göz atın :))

airbnb evi bulma

NASIL GEZİLİR?

Eğer ülkeyi tam anlamıyla gezmek ve tanımak istiyorsanız en az 5 gün ayırmalısınız. Biraz koşturmalı bir seyahat olsa da, adanın dört bir çevresini gezmenize yetecektir. Gitmeden önce internetten tur satın alabilirsiniz. Ayrıca birçok müze ve binalara giriş için de online bilet almak hem zamandan hem de nakitten tasarruf ettirecektir. Biz, gelmeden önce Kuzey İrlanda ve Batı bölgeleri turu için Viator‘dan bilet almıştık. Tur şirketlerinin çoğu Irish Day Tour’a bağlı. Buluşma yeri ve ayrıntılar için Satın alma işleminden sonra buluşma yeri ve ayrıntılarla ilgili bilgi maili gönderiyorlar. Ücrete yemek ve içecek ücretleri dahil değil. Gidilen yerler için mesafe uzun ve buluşma saati genellikle sabah 6:30’da. Dönüş saati çoğunlukla akşam 8:00’i buluyor. Yani çok ama çok yorulacaksınız. Atıştırma, kahve ve tuvalet molaları veriliyor panik olmayın. :))

Bizim programımız 4 günlüktü. Ama 5 yapsaydık çok daha rahat edecektik. Çünkü Cork şehrini ve Phoenix Park’ı göremedik.

1.GÜN :

  • Dublin Kalesi
  • Trinity Collage ve Old Library
  • Grafton Caddesi
  • Stephen Green Park
  • Temple Bar

2. GÜN :

  • Kuzey İrlanda Turu: Dunluce Castle, Giant’s Causeway, Carrick-a-Rede Rope Bridge, Dark Hedges ve Belfast

3. GÜN :

  • Batı İrlanda Turu- Galway Bölgesi : Cliffs of Moher, The Burren, Dunguaire Cestle (kinvarra), Galway

4. GÜN

  • Guinness Storehouse
  • Christ Church Cathedral
  • St. Patricks Cathedral
  • O’Connell Caddesi
  • Mary Caddesi

5. GÜN

  • Cork şehri turu (güney irlanda) yada Phoenix Park

Dublin Kalesi‘nin içine girmedik. Bence kaleye dışarıdan bakmak ve etrafında yürümek daha güzeldi. Kale 13.yüzyılda inşa edilip çok kez yenilenmiş. Zamanında Vikingler ve İngilizlerin kullandığı kale iyi fotoğraf kareleri oluşturuyor.

Trinity Collage, Jonathan Swift, Oscar Wilde ve Samuel Beckett gibi Dublin’li birçok ünlünün mezun olduğu prestijli bir üniversite. Kuruluşu 16.yüzyıla kadar dayanıyor. Kampüs alanı çok büyük ve yeşil. Farklı yerlerinde Dublin’li matematikçi, yazar veya siyasetçilerin heykelleri bulunuyor. 200 bin kitabın bulunduğu fantastik bir kütüphanesi var. Harry Potter’ın da çekimlerinde kullandığı kütüphaneye bakmaya doyamadım diyebilirim. The Old Library içinde aynı zamanda Book of Kells ‘in bulunduğu bir müze var. Book of Kells; Kelp rahiplerin MS 800 yılında yazmış olduğu 4 incilin bulunduğu el işlemeli kutsal kitap. Sırf bu sebepten Hristiyanların yoğun ilgisini görüyor. İçeri giriş 13 Euro.

Burası gerçek bir edebiyat şehri. Zengin bir edebiyat mirasına sahip. Unesco tarafından ”edebiyat başkenti” seçilmiş. Parklarda çimlere yayılmış gençler ellerindeki kalın kitapları okuyorlar. Her köşede hatta pubların içinde bile yazarların heykelleri çıkıyor karşınıza. Bu şehirde insan edebiyattan ölebilir. Şiir yazar şair olur, geleneksel irlanda hikayeleriyle roman yazar. O kütüphaneden çıkmaz, araştırmaktan öğrenmekten delirir. Okur, okur. Biraz Samuel Beckett’tan, biraz Oscar Wilde’den ama çoğu zamanda James Joyce’dan birşeyler. Kimse İrlanda’yı Joyce kadar anlatamasa da dener, yazar, karalar. Mutlaka elin kaleme kağıda değer. Bu ülke, bu şehir insana bunları yapar.

Grafton Caddesi, şehrin en ünlü caddelerinden biri. Sağlı sollu mağazaların bulunduğu trafiğe kapalı cadde alışveriş meraklılarının seveceği bir yer. Buradan yürüyerek Stephens Green Park‘a ulaşabilirsiniz. İçinde küçük bir göl ve çokça ördek göreceğiniz park en eskilerinden bir tanesi. Çimlerine uzanıp biraz dinlenebilirsiniz. Hazır şehrin bu tarafındayken, Las Tapas de Lola‘ya uğrayıp enfes tapaslarından yiyebilirsiniz. Dublin yeme-içme rehberini farklı bir yazı da anlatacağım.

Temple Bar, aslında bir bölge adı. Barlar bölgesi. Ama içinde Temple Bar adında bir bar da var. Ve burası turistler tarafından en çok fotoğraflanan popüler bir bar. Öncelikle şunu söylemeliyim. İrlanda’da bir pub’da eğer canlı müzik yoksa onu pub’dan saymıyorlar. Yani girdiğiniz tüm barlarda mutlaka canlı müzik oluyor :)) İrlandalı müzik gruplarının ezgileri sokakları şenlendiriyor. Asla rahatsız edici bir gürültü değil. Tam aksine müzik duyduğunuz anda içeri girmek bir bakıvermek istiyorsunuz. İçerisi tıklım tıklım, kapının önüde. Çoğu İrlandalı siyah birasını alıp kapının önünde sohbete başlıyor. Binalardan rengarenk çiçekler sarkıyor. Herkes sarhoş. Gündüz bile sarhoş. Ama hiçbir taşkınlık yok. Buraya gelmeden okuduğum bir yazıda spor salonlarının kapısına ”lütfen sarhoş gelmeyin” tabelası konduğunu okumuş ve çok gülmüştüm. Şimdi daha iyi anlıyorum. Onlar sarhoşluğu gerçekten seviyorlar. :))

KUZEY İRLANDA

İngiltere’ye bağlı, başkenti Belfast olan ayrı bir ülke. Burada euro kullanılmıyor. Marketten su bile alacak olsanız cebinizde pound olması gerekli. Kasada duran çocuğa 2 euro uzattığımda, suratıma ona küfür etmişim gibi baktığını hiç unutmuyorum. Durumun Güney ve Kuzey İrlanda arasındaki husumetten kaynaklandığının da farkındaydım aslında. Bölgeye geçerken herhangi bir vize, pasaport kontrolü olmuyor. Bu bölgeye Viator’dan aldığımız günübirlik tur ile ulaştık. Giant’s Causeway turuna iki kişi için 130 Euro ödedik. Gidiş yaklaşık 3,5 saat sürüyor. Sabah 6:15 te buluşma yerine ulaşmak için 5:30 da yola koyuluyoruz. Bu saatte otobüs olmadığı için evimizden merkeze 30 dakika yürüyoruz. Her yer kapalı. Bir yer hariç. Buluşma noktasına yakın olan Keoghs Cafe. Buradan sıcak bir bardak kahve ve bir parça kek alıp bekleme yerine geçebilirsiniz.

The Dark Hedges, Game of Thrones sevenlerin hatırlayacağı esrarengiz bir yer. Arya Stark’ın Gendry ve Hot Pie ile King’s Landing’den kaçtığı yol sahnesini hatırlayan var mı? Dizide karanlık ve sisli olan yol, şansımıza güneşli ve pırıl pırıldı. Sağlı sollu kayın ağaçlarının sakladığı yol biraz korkutucu, biraz da ilginç bir görüntü oluşturmuş. 300 yıllık kökleri üzerinde duran bu eski kayın ağaçlarının her an canlanacağını bekleyerek yürüyorsunuz yolda. Onlar sanki dallarını birbirine uzatarak fısıldaşıyor gibiler. Büyülü yolun sonunda bir ev var. Bahçe kapısı geriye kadar açık. 18. yüzyılda yaşayan Stuart ailesi malikanelerine giden bu yola dikmiş kayın ağaçlarını. Amaçları evlerine gelen misafirleri etkilemekmiş. Misafirleri bilmem ama biz bu Karanlık Çitler’den gerçekten çok etkilendik.

Carrick-a-Rede Rope Bridge: Atlantik sularının İzlanda’yaa bakan bu kuzey yamaçlarında, ana karadan kopmuş bir adaya bu halat köprüyle geçiliyor. Somon avlamak için adaya gelen balıkçılar bu halat köprüyü tam 150 yıl önce yapmışlar. Zamanla turistleri kendine çeken bu tatlı-sert köprü 2004’te turist akınına uğrayınca yenilenmek zorunda kalmış. 2008 de de yenilenmiş. Çok rüzgarlı bir bölge olduğundan biraz sallanıyor. Uzunluğu 20 metre olsa da üzerinden yürürkenki his çok daha uzun hissettiriyor. Yağmur olmadığında daha az korkutucu. Yani endişe etmeye gerek yok. Ama siz yine de google’a ”dünya’nın en tehlikeli köprüleri” diye aratıp listeye bir göz atarsanız, günah benden gider. :))

Rope Bridge

Köprü’yü öyle böyle geçebildikten sonra :)) manzara inanılmaz! Burada hiçbir şey yapmadan ve hiç konuşmadan 5 saat oturabilirdik. İkimizde aynı fikirdeyiz Ali ile. Turla gitmenin en olumsuz yanı bu sanırım. Daha fazla kalmak istediğiniz bir yerde kalamamak. Bu arada yurt dışındaki 2. tur deneyimimizdi. İlki gibi (Cape Town) memnun kalmış olsak da sevdiğimiz yerlerde daha çok kalamamak  yine en çok ofladığımız şey oldu.

Giant’s Causeway; Efsaneye göre; Çok uzak zamanlarda burada yaşayan İrlandalı Dev FINN MCCOOL İskoçyalı devi alt edebilmek için denize bu taşları koyar ve kendine bir yol oluşturur. İskoçya’ya gidip uyuyan devi görür. Devin karısı telaş içinde uyuyanın bebekleri olduğu yalanını uydurur. Dehşete düşüp hayatından endişe eden Finn, İrlanda’ya geri dönerek arkasında inşa ettiği yolu talan eder. Bilimsel açıklamasına gelirsek de; birkaç milyon yıl önce volkanik patlama sonucu oluşmuş lav birikintilerinin soğuyup büzüşmesi sonucu oluşan taşlardır. Çoğu altıgen olan bu taşların böyle simetrik oluşması burayı en ilginç kılan şey olmuş. Ali kesinlikle hiçbir açıklamaya inanmayarak kendi hikayesini yazdı ve buranın uzaylılar tarafından yapılmış olacağına inandı. Giant Causeway’i ziyaret eden doğabilimci Joseph Banks ise, tüm bunlar için “basit oyuncak evler …” ifadesini kullanmış. Belki o da benim gibi orijinal hikayeye daha çok inanmak istemiştir, kim bilir?

Dunluce Castle; Uzun süredir ıssız olan bu kale, ortaçağdan kalma ve büyük bir kısmı yıkık. Bu durum, uçurumun tepesindeki kalenin heybetinden hiçbir şey eksiltmemiş olacakki, Greyjoys’un demir ada sahneleri bu kalede çekilmiş. Elbette bir çok filmde olduğu gibi  CGI (Computer – generated imagery, yani bilgisayarla yaratılmış görüntü) kullanılarak kalenin tamamlanması sağlanmış. Teknoloji, mükemmel birşey!

Belfast; Kuzey İrlanda ülkesi’nin başkenti. İrlanda ile yıllar süren çatışmaların en çok can aldığı şehir. Çatışmalar ile ilgili birçok duvar resmi mevcut. Kuzey’in tamamı gibi biraz hüzünlü ve garip bir his uyandırıyor. Yaşananlar her duvar resminde aklınıza geliyor.  Aksanları delice, bazen hiçbir şey anlamıyorsunuz. Parlamento Binasının bahçesinde oturabilir, alışveriş caddelerini gezebilirsiniz. Ayrıca Titanic’in İrlandalı gemi ustaları tarafından yapılıp denize indirdikleri limanı görebilirsiniz. Bir İngiliz’in konuşmasından örnek;

– belfastta 2 sene yasadim, ama katoliklerin yasadigi kisimlara hic gitmedim.
– neden?
– ingiliz oldugum anlasilirsa, benim icin iyi olmazdi cunku.
– nereden bileceklerki ingiliz oldugunuzu?
– aksanimdan anlarlar.
– ben gitsem bir sey yaparlar mi peki*?
– hayir -gulerek-, cunku sen ingiliz degilsin.

BATI İRLANDA

Cliffs of Moher; Galway bölgesindeki bu turu almamızın sebebi dünyada görülmesi gereken noktalardan biri olan Cliff of Moher’di. Yırtıcı Atlantik Yolu olarak adlandırılan sürüş yolunun bir parçası. Falez yüksekliği  214 metreyi bulabilen ve Atlantik kıyısı boyunca 8km uzanan Moher uçurumları şaşkınlık verecek kadar güzel. Uçurumun kenarında esen rüzgara karşı koyabilmek ve aşağıdaki kayalara çarpan dalgalara bakabilmek cesaret istiyor. Çimler genellikle ıslak ve çok yumuşak. Hatta bazı yerlerde bastığınız yer içeri batıyor. Uçurumdan aşağı bakarak fotoğraf çekileceğim diye fazla riske girmeyin. Çünkü toprağın kopma riski var. Giderken iyi bir bot giymek ve yağmurluk almak yapılacak en iyi şey. Manzara dehşet verici. Uzun süre kalıp izlenilesi.

The Burren; Atlas okyanusu kıyısındaki bu yer 350 yıl önce bir deniz tabanıymış. Yıllar sonra yüzeye çıkan bölge buzul çağını da geçirdikten sonra bu hale gelmiş. Taş yüzey çok büyük bir alanı kaplıyor. Böylesi bir arazide bile inatla yaşam bulan çiçekler, umudun olduğunu bana hatırlatan ayrıntılar.

Doolin; Moher uçurumlarına yaklaşık 7 km mesafedeki minicik şirin köy. Küçük olduğuna bakmayın, yeterince kalacak yer, restoran, pub ve mağaza mevcut. Şehri görüp gezdiğimiz için tekrar gelecek olsak şehirde kalmak yerine böyle bir kırsalda kalmayı tercih ederiz. Görünce siz de seveceksiniz. Öğlen yemeğini bu kasabadaki bir restoranda yedik. Fish and chips tazecik ve lezzetliydi. 

Galway; Asırlık binalar, şirin barlar ve sokak müzisyenleriyle bayıldığımız bir şehir. Guinness şanını burada yerel biralara devretmiş. Çok çeşitli yerel biralar tatmak için barmenden yardım isteyebilirsiniz. Buna çikolatalı sütlü olanı da dahil :)) Alışveriş caddesinde 14’üncü yüzyıldan kalma Lynch’s Castle’a uğrayın. Yapı 1930 larda restore edilmiş. Şuanda AIB Bank kullanıyor. Birçok ev yapımı dondurmacı ve şirin butiklerin olduğu caddede İrlandalı müzisyenler çok başarılı. Uzun süre onları dinlemek için zaten azıcık olan zamanımızı kullandık. Yakında youtube kanalındaki ilgili başlıklı videodan izleyebileceksiniz. Çok şanslısınız ;))

Guinness Storehouse; Dublin’i Dublin yapan en önemli şeylerden biri  1759 Yılında Arthur Guinness tarafından kurulan bu fabrika. Üretim halen burada yapılmakta olup, storehouse müze olarak kullanılmaktadır. Kapıda giriş ücreti 20 euro. Online alırsanız 14 euro. 7 katlı bu binada bitkilerin hasadı, fermantasyon süreci, fıçıların yapımı, tadım, hatta bir guinness bardağına birayı doldurup servis etme şeklini bile öğreniyorsunuz. Barın arkasına geçip stout biranızı kendiniz dolduruyorsunuz. Tabii belli şartları var. Eğer başarılı olursanız, size bir sertifika veriyorlar. Giriş ücreti pahalı gibi görünse de kendi doldurduğunuz buz gibi bira eşliğinde, en üst kattaki Gravity Bar’ın 360 derecelik Dublin manzarası size herşeyi unutturuyor. Siyah Bira (Stout) en çok tercih edilen. Burada ortalama 3 saat harcayacağınızı hesaba katın. Şimdi, Cheers!!! :))

O’Connell ve Mary Caddeleri şehri ikiye ayıran Liffey nehri’nin diğer tarafında kalıyor. Bu nehir üzerinde birçok güzel köprü var. Her biri fotoğraflanmayı hakediyor. O’Connell şehrin alışveriş caddelerinden biri. Mary Caddesinde ise güzel butikler var. Alışveriş tutkunları buralara mutlaka uğrasın. Ayrıca google, facebook ve airbnb binaları da Dublin’de. Önceden randevu alarak binaları gezebilirsiniz.

Dublin

SON OLARAK;

Keşke burada kalıp daha çok leprikon avına çıksaydım. Daha çok siyah bira içip, zihin uçuran manzaralarda daha çok hayale dalsaydım. Adanın özgürlük mücadelesi hikayelerini, kızıl saçlı renkli gözlü insanlarından tekrar tekrar dinleseydim. Çayırlarında otlayan koyunların arasına uzanıp daha çok James Joyce okusaydım.

Tekrar geldiğimde; gökkuşağının sonundaki evde yaşayan yeşil cini bulup, yakalayacağım. Eğer gözlerimi hiç kırpmadan ona bakabilirsem asla kaçamayacak ve onu serbest bırakmam karşılığında 3 dileğimi gerçekleştirecek. 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

İrlanda Gezi Videosu 

KOPENHAG GEZİ REHBERİ

Danca’da ticaret limanı anlamına gelen København Danimarka’nın başkenti ve nüfusu en kalabalık şehridir. En kalabalık dediğime bakmayın. Ülkenin tamamının nüfusu yalnızca 5600 milyon. Anayasal Monarşiyle yönetilen Kopenhag, kaleleri, sarayları, müzeleri ve tarihi yapıları ile düzenli ve korunaklı bir şehir.

Dünya’nın en zengin kentlerinden biri olan Kopenhag ’da yaşam refahı ortalamanın çok üzerinde. Ayrıca dünyanın en mutlu insanlarının yaşadığı söylenen Kopenhag yeşilin her tonuna sahip bir doğa cenneti olduğu gibi, yaşam haklarının titizlikle korunduğu modern de bir şehir. Şehir dendiğinde akla gelen tıklım tıklım beton binalar, gürültü ve egzoz kokusundan çok ama çok uzakta. Gelişmiş bir tren-metro ulaşım sistemi ve gurur duyabilecekleri bisiklet yolları var. Şehrin bisiklet trafiğine öyle hayran kaldım ve vintage bisikletlerin güzelliklerine şaştım ki, kendimi burada ikinci el bisiklet araştırırken buldum. 

Ülkede para birimi Danimarka Kronu ve 1 TL yaklaşık 1.86 DKK etmekte. Kimse popüler avrupa şehirlerinin arasına Kopenhag’ı eklemez, bu bir gerçek. İsveç gibi daha turistik İskandinav ülkelerinin yanında ismi daha sönük kalsa da, gidince insanı mahcup eden bir ülke burası. Masal gibi yapıları, pastoral renkleri ve ekolojik karakteriyle insanı kendine hayran bırakabiliyor. En can arkadaşım, kardeşim Ankara’dan buraya taşınmasa herhalde gelip görmek aklıma bile gelmezdi.

Kopenhag şehir

kopenhag bisiklet

Kopenhag’da Ulaşım

Şehiriçi ulaşım tren, metro, otobüs, taksi ve bisiklet ile çok çeşitli. Tren biletlerini istasyonlardaki otomatlardan ve 7elevenlardan alabiliyorsunuz. Otobüs biletlerini yine 7eleven ve otobüsün içinden daha pahalıya alabilirsiniz. Benim tavsiyem; ülkeye girdiğinizde havaalanındaki otomatlardan anonim Rejsekort kart almanız ve içine bakiye yükletmeniz olacak. Böylece gittiğiniz zone ‘un yakınlığına göre size tek gidiş ücretinde indirim sağlayacak. Londra’yı ziyaret edenler bilir. Zone’lara ayrılmış şehirde trenle geçtiğiniz her bölge için ulaşım maliyetiniz artıyor. Bu karta sahip olduğunuzda yapmanız gereken şey, istasyona geldiğinizde trene binmeden kartınızı check in noktalarına okutmak. İndiğinizde ise check out yapmak. Böylece kaç durak gittiğinize göre daha ucuz yolculuk yapabilirsiniz. Yine de şehirdeki en pahalı şeylerden 2.’si ulaşım.

 

Kokkedal tren istasyonu

Kopenhag ‘da Yaşam

Her gün işe gidiyor olmak bu ülkede yaşayan insanları yormuyor. Çünkü metrobüs sırası yok. Zaten yorgunken birde ayakta 45 dakika yol gitmek yok. 16:30 da işten çıkıp bisikletle merkeze gitmek ve Nyhavn’da arkadaşlarla bir şeyler içmek harika. Yazın günler uzun, hava 23:00’e doğru anca kararıyor ve sabah 5’te apaydınlık oluyor. Tabii bu yazın böyle. Kışın genelde günler karanlık ve kısa. Sosyalleşme az. İnsanlar genelde işten çıkıp evlerine geliyorlar. Avm’ler ve birçok dükkan 5-6’da kapanıyor. Zaten yemek içmek de çok pahalı. Dışarıda genelde evden yanlarına aldıkları yiyecek içecekleri tüketiyorlar.

 

Piknik yapmak hiç bu kadar zorunlu ve eğlenceli olmamıştı. Zorunlu diyorum çünkü evde bir şeyler hazırlamakla dışarıdan almak arasında çok fazla fiyat farkı var. 500ml su bile 20 kron. Yani 10 tl :)) Çeşmeden doldurup yanına almak en doğrusu. Eğlenceli kısmı ise, örtünü serip sakin sakin piknik yapacağın çok alan var. İnsan az olunca herşey daha sakin ve huzurlu. Bisikletlerimizle istediğimiz yere sürüp çantamıza doldurduğumuz çeşit çeşit yiyecek ve içecekle harika zaman geçirdik. Her gün yapalım desen sıkılmadan yaparım. Bir gün ormanda, bir gün sahilde kumlarda, bir gün yine sahile bakan çimlerdeki ağacın altında. Bir gün bir kalenin büyük bahçe manzarasında.

 

IMG_0614

 

Bu şehirde spor yapmak için üşenen kimsenin olabileceğini düşünmüyorum. Ama yine de ülkemizde hiç yaşamadığımız bazı şeyler sorun olabiliyor. Evden çıkıp ormanın içinde koşmak mı yoksa sahildeki yolda yürümek mi kararsız kalıyorsunuz. Ertesi sabah golf mü oynamalı yoksa at mı binmeli emin olamıyorsunuz. Sağlıklı ve ekolojik ürünleri satın almak konusunda evin arkasındaki marketi mi yoksa merkezde adım başı marketlerden birini mi tercih etmelisiniz? Bazen bilemiyorsunuz? Birde Danimarka yeşili diye birşey var bence. Yada tarihin Mayıs olmasından kaynaklı. Ağaçlar öyle fosforlu bir yeşil ki, şaşırmakla taktir etmek arasında bir yerde kalıyorsunuz.

 

 

Bisiklete binmek asla spor sayılmıyor, kızların çoğu topuklu ayakkabıları, minicik etekleri ve on numara özgüvenleriyle bisiklet kullanıyor. Erkekler, takım elbise ve şık ayakkabılarıyla işe giderken bisiklet sürüyor. Caddeler o kadar güzel duruyorki. Bu şehirde kişi başına bir bisiklet düşüyor. Yani insan sayısı kadar bisiklet var. Bisiklet park alanını ilk gördüğümde nasıl karışmıyor veya nasıl çalınmıyor demiştim? Evet ülkedeki tek hırsızlık bisiklet için oluyormuş, öğrendim :)) Ama onca güzel ve ilgi çekici bisikleti görünce benimde aklıma gelmedi mi? Geldi :))

 

 

Kopenhag Nasıl Gezilir?

Şehrin merkezi ve kıyı şeridi, yürüyerek gezilebilecek uzaklıkta. Kıyı şeridinden iç kesimlere yürüyerek yada kısa duraklı otobüs ve metro kullanarak gezebilirsiniz. Eğer kale, saray ve müze gezecekseniz Kopenhag Kart almak en avantajlısı. Turist Bilgi Ofislerinden 24, 48 ve 72 saatlik kart aldığınızda tüm müze, kale ve bahçelerin giriş ücretleri ve ulaşım masraflarınız ücretsiz. Her girişte bilet gişesine kartınızı gösterip bir onay kartı almanız gerekli. Bu yüzden şehre gelmeden gezi planınızı günü gününe yapmanızı öneririm.

3 günlük Kopenhag Kart ile gezmenizi önereceğim yerleri gün gün sıraladım. Faydası olacağını düşünüyorum. Daha az veya çok gününüz varsa kendinize göre bir plan çıkartabilirsiniz.

1.GÜN

  • Küçük Deniz Kızı Heykeli
  • Amalienborg Kalesi
  • Design Museum
  • RosenBorg Kalesi
  • Round Tower

2.GÜN

  • Carlsberg Bira Fabrikası
  • Glyptotek
  • NyHavn Kanal Turu

3.GÜN

  • Frederiksborg Kalesi
  • Helsingor Hamlet’in Kalesi

Østerport istasyonunda inip Küçük Deniz Kızı Heykeli’ni görerek gezmeye başlayabilirsiniz. Rosenborg Kalesinin hemen yakınında bulunan Torvehallerne Market’e de mutlaka uğrayın. Çiçek ve meyve-sebze pazarı, envai çeşit şarküteri ve deniz ürünleri var. Pazardan güzel peynirler alabilir, Gorm’s ta harika pizzalarla karnınızı doyurabilir yada Coffee Collective’in popüler kahvelerinin tadına bakabilirsiniz.

 

 

 

Round Tower; 17. yüzyılda yapılmış, Kopenhag ’ı kuşbaşı izlemenizi sağlayacak tarihi bir gözlem kulesi. Gözü karartıp çıkmalısınız. Desing Museum’un arka bahçesi huzur ve dinlenme için en güzel yer, kesinlikle atlamayın. Müzenin shop’u diğerlerine göre en sevdiğimdi. Amalienborg Kalesi‘nde askerlerin yürüyüşlerine denk gelirseniz ilginç olabilir.

 

 

Carlsberg Bira Fabrikası, bira yapımı ve tadımı için harika. Glyptotek, tüm müze ve kaleler içinde en çok görmek istediğim yerdi. Çok iyi bir heykel koleksiyonu var. Kolay geziliyor. Girişteki yaz bahçesine bayılacaksınız. NyHavn; minyatür Amsterdam gibi. Viking tarzı evler farklı renklerle bitişik bitişik dizilmiş. Ortasından geçen kanalda tekne turları düzenleniyor. Turlar rehberli ve Kopenhag ’ın tüm önemli noktalarını anlatıyor. Mutlaka yapmanız gerekenler listesinde.

Sonrasında Danimarka sınırları içinde özerk bölge olan Christiania’ya uğrayın. Tabelasından içeri adım attığınız anda Freetown adı verilen bu bölgede tamamen özgürsünüz. Herkes istediğini yapmakta özgür ve kimse kimsenin özgürlüğünü engelleyemez. Burası insanların kendi evlerini kurduğu, duvarlarını istedikleri gibi boyadığı ve kendi kanunlarıyla yaşadığı bir kasaba. Hippi yaşamın devam ettiği, duvarların grafitilerle süslendiği, entellektüel ve sanatçıların yaşadığı bölgede esrar bulundurmak ve kullanmak serbest. Dolayısıyla bölgede marihuana yaprakları en popüler yeşil sayılıyor. Büyük bir tabelada yasakların altı çok net çizilmiş. Fotoğraf çekmek, koşmak ve kavga etmek kesinlikle yasak. Koşmak paniğe sebebiyet veriyormuş :)) Serbest olan ilk şey ise; eğlenmek! :))

 

Hamlet’in Kalesi

Helsingør Hamletin Kalesi olarak bilinen Kronborg Slot şehrin kuzeyinde. Hayatımda gördüğüm en etkileyici kale. 1600’lü yıllarda kale, boğazdan geçen gemi ve korsanlardan vergi almak amacıyla kullanılmış. Bu sebepten zaman içinde birçok saldırıya da maruz kalmış. Bir dönem hapishane olarak kullanılarak mahkumlar kalenin güçlendirilmesi için çalıştırılmış. 2000 yılında Unesco Listesine dahil edilmiş.Ayrıca Shakespeare hiç görmediği halde en ünlü trajedisi Hamlet’i bu kaleden esinlenerek yazmış. Kale, oyunun geçtiği mekan olarak kullanılmış. Shakespeare’in ölümünden sonraysa kale’de Hamlet’i oynamak gelenek haline gelmiş. Lawrence Olivier, Derek Jacobi, Jude Law kalede Hamlet’i oynayan isimlerden birkaçı. İçindeki bir odada oynayanların resimleri sergileniyor.  Mahzenleri, odaları, bahçesi ve manzarası gerçekten çok etkileyiciydi. Kale çok büyük ve gezmek yorucu. Zaman nasıl geçiyor anlamıyorsunuz. Buraya gelirken yanınıza atıştırmalık bir şeyler almayı unutmayın. Bahçesinin denize bakan tarafında karşıdaki İsveç kıyılarını izleyerek soluklanabilirsiniz. Çıkınca da Helsingør ‘ün kasabayı andıran sokaklarını mutlaka gezin. Tren Gar’ı inanılmaz havalı :))

Denizden çıkarılmış çöplerden yapılmış heykel.

 

Listemde olmasına rağmen Frederiksborg Kalesi’ne ben gidemedim ama birkaç ay sonra tekrar geldiğimde ilk gideceğim yer bu kale. Harika bir bahçesi var, Şehrin kuzeyinde kaldığı için, Helsingør’e gittiğiniz güne eklemek mantıklı.

Kopenhag’da Yemek ve Alışveriş

Akla gelen ilk şey elbette balık ama aslında Danimarkalılar daha çok et (çoğunlukla domuz) ile besleniyorlar. İskandinav mutfağının popülerleşmesi ile Danimarka da geleneksel mutfağının yanına yenilikler eklemiş. Dünyada hızla yayılan Raw Food ve organik beslenmeyle kafayı bozmuş olanlar için alternatifleri çoğaltmış. Her markette sağlıklı ekolojik ürünler satılıyor. Restoran ve kafelerde sağlıklı olduğu kadar lezzetli de beslenmek mümkün. Danimarka mutfağının bu kadar popüler olmasını sağlayan şeylerden en büyüğü kuşkusuz, Noma. Henüz bilmeyenler için Noma tam 4 kez ”dünya’nın en iyi restoranı” seçildi. Sadece yerel malzemeler kullanılması en önemli özellikleri. Sırf bu yüzden havyar, trüf mantarı gibi yerel olmayan malzemeleri mutfaklarına sokmuyorlar. 2 Michelin yıldızına sahip restoranda yemek yemek istediğinizde aylar önceden rezervasyon yapmanız gerekiyor. Noma’nın uzun bekleme listesine adınızı yazdırmanızla yaklaşık 250 euro’luk bir hesabı gözden çıkartmanız doğru orantılı.

Danimarka, en çok Michelin yıldızına sahip ülke olma özelliğiyle de turist çekmeye devam ediyor. En popüler yiyeceği Smørrebrød adını verdikleri bir çeşit açık sandvich. Çoğunlukla çavdarlı çekirdekli özel bir ekmeğin üzerine sürülmüş peynir veya humus veya avokado üzerine çeşitli deniz ürünleri veya sebzelerle süslenmiş ekmekler, her yerde var. Lokal yiyecekler tatmak isteyenler için öncelikli. Ben ilk Smørrebrød’ümü Papirøen adlı mekanda yemiştim. Burası daha çok gençlerin takıldığı, akşamüstü müzik ve eğlencenin olduğu bir sokak yemeği alanı. İstediğiniz restoranın standından yemeğinizi alıp sıralanmış masalarda tanımadığınız insanlarla oturup yiyorsunuz. Gün batımında açılıp kapanan sandalyelerde oturup sohbet ederken, müzikle küçük çaplı partileyebiliyorsunuz. En sevdiğim mekanlardan biri. Mutlaka uğramanız gereken bir yer.

IMG_2475

IMG_1022

 

Peki 3. dalga kahveciler için ne söylenebilir? Adres belli. Kopenhag ‘da en sevilen kahve zinciri The Coffee Collective. Organik kahvecilik tanımlamalarıyla Danimarka’ya tam tamına uyan, sabah 7 de sokaklara kahve kokusunu salan dükkanları birçok yere dağılmış durumda. Peki şehrin pahalı olduğunu en iyi nereden anlıyoruz? Bir bardak kahveye verdiğimiz 40 kron (20 tl) ile.

The Coffee Collective

 

Raw Food dünyasında kalbi hızla çarpanlara en güzel mekan; 42Raw. İlk gelişimde yiyecek kalmamıştı ve oflayarak geri dönmek zorunda kaldım. İkincisinde hem Acai Bowl hem de özel salatasını deneme fırsatı buldum. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki ödediğim paraya fazla fazla değdi. Her gün gelip herşeyi yiyebilirim. Bir sonraki seyahati sırf 42Raw için iple çekiyorum :)) Mekan da raw tariflerin olduğu bir yemek kitabı’da satılıyor. Saat 5 te yemek bitebilir, bu yüzden erken gelin.

 

42Raw

 

42Raw ‘da yemek kalmayınca keşfettiğimiz bir diğer harika mekan Paleo. Hemen yan yanalar. Menülerinde nefis bir yeşil sos ve badem kullanıyorlar. Tavuklu salatamı mideme indirirken gözüm tabakların güzelliğindeydi :))

 

IMG_0824

Aesop Copenhagen

Alışveriş konusunda çok çeşitli seçenekler var. Bana kalırsa buradan giyim ve kozmetik ürünleri alınmaz. Ama ıvır zıvır ev eşyalarında çok çeşitli ve uygun fiyatlı seçenekler mevcut. Bir de dünyanın en güzel kokan el kremi markası Aesop‘un şubeleri bulunuyor. Türkiye’den siparişle daha pahalıya geldiği için ben buradan aldım. Yanında harika bir yüz maskesi ve serumu ile birlikte en pahalı alışverişti. Market market dolaşıp ekolojik makarna, peynir, tohum, ekmek, ekmek unu vs alışverişlerim dışında başka da birşey almadım zaten. Ama yine gitsem bavul dolusu ekmek getirebilirim. Bu da benim alışveriş tarzım :)))

Marketlerde poşet yok, herkes kendi alışveriş çantasını yanında taşıyor. İstanbul’da markette aldıklarımı kendi alışveriş çantama koyarken sırada bekleyenler ve kasadaki kızın bakışları burada yok :)) İnatla bizimde böyle bir ülke olma hayaliyle alışveriş çantamla gezmeye devam edeceğim. Ne güzel bir adet ve çevreci bir yaklaşım değil mi? Alışveriş çantası demişken, en güzel ve uygun fiyatlı olan birini Søstrene Grene‘de buldum. Ürünlerine mutlaka bir göz atın.

Papiroen

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

                       Sinem Güneş Sedef – Gökay Sedef

 

YUSUFCUK’S 100 BUCKET LIST

Yusufcuk’s 100 Bucket List ‘i oluşturmayı çok uzun zamandır istemiştim. Aslında evdeki karalama defterlerinin bazı sayfalarında, çantamdaki minik not defterinde, telefonumun notepad’inde ve daha birkaç yerde aklıma geldikçe yazdığım yerler var. Çocukluğumdan beri doğa düşkünü olduğumdan listenin çoğu doğal oluşumlardan oluştu . Yine küçükken izlediğim national kanalları, gazete-dergi kesmeleri ve google maps çılgınlığımı da katarsak benim listem aslında 100’ü geçmiş durumda. Ama size seçtiğim ilk 100’ü yazıyorum. Hayatım boyunca gidip gördükçe listemin üzerini yavaş yavaş çizmeye başlayacağım. ( √ )

Haydi şimdi sizde benim listeme göz atıp aklınıza gelen ve en çok görmek istediğiniz yerleri aşağıya yazın. Hem benim listeme ek fikirler olsun, hemde dünyanın tüm güzelliklerinden haberdar olabileceğimiz bir fırsat olsun. Hatta sizde kendi bucket list ‘inizi oluşturun ve zaman geçtikçe listenize çizikler atın :))

 

YUSUFCUK’S 100 BUCKET LIST

  1. Özgürlük Heykeli, New York
  2. Empire State Binası, New York
  3. Alcatraz, San Francisco
  4. Yellowstone Ulusal Parkı, ABD
  5. Route 66, ABD
  6. The Rocky Mountains
  7. Kauai
  8. Oahu
  9. Antelope Kanyonu, Arizona
  10. Arches Ulusal Parkı, Utah
  11. Büyük Mavi Çukur, Belize
  12. Blue Lagoon
  13. Kuzey Işıkları
  14. Big Sur, Kaliforniya
  15. Trevi Çeşmesi, Roma
  16. London Eye, Londra 
  17. Golden Gate Bridge,
  18. Giant’s Causeway , Irlanda 
  19. White Cliffs of Dover, İngiltere
  20. Big Ben, Londra, İngiltere 
  21. Taj Mahal, Hindistan
  22. Keops Piramidi, Mısır
  23. Niagra Şelaleleri
  24. Spice Markets, Hindistan
  25. Hollywood Bulvarı
  26. Pisa Kulesi, Italya
  27. Louvre Müzesi
  28. Cliffs of Moher, Irlanda 
  29. Iguazu şelaleleri, Arjantin
  30. Kapadokya, Türkiye 
  31. Kapalı Çarşı, İstanbul 
  32. Table Mountain, Cape Town 
  33. Lions Head, Cape Town 
  34. Moulin Rouge, Paris
  35. Notre Dame Katedrali, Paris
  36. Sistina Şapeli, Vatikan
  37. Amazon Yağmur Ormanları
  38. Phuket, Tayland 
  39. Ko Phi Phi, Tayland 
  40. Koh Samui, Tayland
  41. Koh Phangan, Tayland
  42. Ko Tao, Tayland
  43. Exuma İsland, Bahamalar
  44. Plitrice Lakes National Park, Hırvatistan
  45. Vatnajokull Glacier Cave, Buzullar
  46. Old Delhi, Hindistan
  47. Cinque Terre, İtalya
  48. Duomo Milan, İtalya
  49. Pulpit Rock, Norveç
  50. Mole National Park, Gana
  51. Vietnam’da bisiklet yolculuğu
  52. Balina Köpekbalığı Dalışı, Avustralya
  53. Endonezya’da Java Vokanı’na trekking
  54. Coron’da yüzme, Filipinler
  55. Kopi Luwak tadımı, Endonezya 
  56. Pembe Göl, Avustralya
  57. Hobbiton, Yeni Zelanda
  58. Dos Ojos Cenote, Tulum
  59. Gran Cenote, Tulum
  60. Maldivler 
  61. Boracay, Filipinler
  62. Kawasan Şelaleleri, Filipinler
  63. Melbourne, Avustralya
  64. Margaret River, Avustralya
  65. Jellyfish lake, Palau
  66. Bacuit Archapelago, Filipinler
  67. Cebu, Flipinler
  68. Arashiyama, Kyoto 
  69. Hiroshima, Japonya
  70. Great Buddha, Japonya
  71. Osaka Castle, Japonya 
  72. Nara Geyik Parkı, Japonya 
  73. Halong Bay, Vietnam
  74. Gion, Kyoto 
  75. Fushimi Inari Shrine, Kyoto 
  76. Nyuto Onsen, Japonya
  77. Franz Josef Buzulu, Yeni Zelanda
  78. Kakadu Ulusal Parkı, Avustralya
  79. Ubud, Bali 
  80. The Twelve Apodtles, Avustralya
  81. Eiffel Tower, Paris
  82. Machu Picchu, Peru
  83. Angkor Wat, Kamboçya
  84. The Colosseum, Roma, İtalya
  85. Ölü Deniz, İsrail
  86. Kinkaku-ji Temple, Kyoto, Japonya 
  87. Tian Tan Buddha, Hong Kong
  88. Sydney Opera Binası, Avustralya
  89. Fuji Dağı, Japonya
  90. Tokyo
  91. Eltz casstle, Almanya
  92. Ryoan-ji Temple, Kyoto 
  93. Kiyomizu-dera, Kyoto 
  94. Itsukushima Shinto Shrine, Japonya
  95. Palawan, Filipinler
  96. Praslin Adası, Seyşeller
  97. Pinnawala Fil Yetimhanesi, Sri Lanka
  98. Tangalle, Sri Lanka
  99. Sahra Çölü
  100. Lord Howe Adaları, Avustralya

 

Hepsini ve daha fazlasını görebilmek dileğiyle 🙏

 

yusufcuk's bucket list

 

 

KUŞKONMAZ VE KAHVALTI

Dünya’nın en basit ama lezzetli kahvaltısı nasıl olur? Tabiiki dünyanın en pahalı lezzeti olan kuşkonmaz ile. Fiyat lezzet ilişkisi el ele yürüse de ülkemizde çok şükür ki kuşkonmaz yetiştiriciliği arttı. Yoksa Trakya’da ki tarlaya bu iş için kol sıvayacaktım :))  Diğer sebzeler ile kıyasladığımızda sofraya koyabilmek için yine de pahalı kalsa da lezzeti ve güzelliği tabaklarımızda olmaya değer.

 

Kuşkonmaz

 

Kuşkonmaz ‘ın Faydaları Nelerdir?

Kuşkonmaz, düşük kalorisi sebebiyle diyet yapanların bulunmaz lezzeti olduğu gibi sağlıklı yaşam için de harika bir seçenek.  Her yeşilde olduğu gibi alkali özelliği var buna bayılıyorum :)) Bağırsak florasını iyileştirip kanı temizlemesi de çok önemli bir özellik. Hadi her şeyi bir yana bırakın, çok lezzetli yiyecekler hazırlayabilirsiniz. Soğanla beraber kavurup yumurta kırabilir, haşlayıp çorbasını yapabilir veya çiğ olarak salatanıza doğrayabilirsiniz. Ben bu sabah en basit şekliyle kullandım. Basit ama nefis bir kahvaltı yaptım.

 

Kuşkonmaz Fırın

 

Öncelikle yıkadığım kuşkonmazlarımın sap kısımlarındaki daha kalın kısımlarını kısalttım. Böylece pişirirken eşit pişecekler. Sonra üzerindeki odunsu dikensi kabukları bıçak yardımıyla aldım. Bir fırın tepsisine dizip üzerine tuz ve zeytinyağı gezdirdim. 220 derecede 7-8 dakika pişirdim. Yumurta ile beraber  tabağıma aldım. Sonra afiyetle yedim :)) Fırından aldığınızda üzerine biraz kaşar rendeleyip 1-2 dakika daha fırında tuttuğunuzda daha da lezzetli bir hal alıyor benden söylemesi.

 

Kahvaltı da kuşkonmaz

 

 

Fotoğraflar: Tuğçe TÜZÜN

SARAYBURNU ve ATATÜRK HEYKELİ

Gülhane parkının laleleri arasından denize doğru ilerledim. Vapur sesleri duyulmaya başladığında her zaman en ileriye bakan görüntüsüyle Atatürk heykeline ulaşmıştım. Sarayburnu ‘ndaki bu heykel Cumhuriyet Türkiyesi‘nin ilk anıt heykeliydi. Avustralyalı heykeltraş Heinrich Krippel tarafından yapılan heykel, 3 Ekim 1926 yılında açılmıştı. Böylesi tarihi değere sahip anıtın daha özenli korunması gerektiği açıktı. Çirkin plakalar konmasa, boğazın görüntüsü anıtın ayakları altından çok güzel görünebilirdi. Birçok kimsenin olmadığı gibi yanımdan süratle geçen araçlarında bu heykelden haberi yoktu. Bulunduğu nokta aynı zamanda Atatürk’ün kurtuluş savaşını başlatmak için Samsun’a  çıktığı noktaydı. 

Heinrich Krippel’in diğer eserleri; Konya Atatürk Anıtı  (29 Ekim 1926), Ankara Zafer Anıtı  (24 Kasım 1927), Onur Anıtı (15 Ocak 1931), Büyük Utku Anıtı (24 Mart 1936), Oturan Atatürk Anıtı (1938) (Vikipedia – Heinrich Krippel)

Atatürk Heykeli, Sarayburnu

 

Sarayburnu’ndan İstanbul’u İzlemek

Hemen yakınındaki Sarayburnu çay bahçesi Istanbul’un en nadide noktasına kurulmuş. Sol tarafımda Sepetçiler kasrı, karşımda Galata kulesi, sağımdaysa Boğaz koprüsü salınıyor. Dolmabahçe her zamanki zarifliğiyle vapurları selamlıyor.  Kız kulesini soracak olsak, yine Galata’ya kırıtıyor. Şehrin en değerlileri bu noktada, her sabah birbiriyle bakışıyor. Deniz, mavi. Güneş tepede, saat öğlen iki. Vapurların köpükleri denize can verirken tepemde ucuşan martılar çığlık atıyor. Ayaklarımın dibinde kedi, güneşin tadını çıkartıyor. Istanbul’un en nadide noktasında çayımı vapurların sesleriyle yudumluyorum. Bir cay daha sonra bir tane daha. Istanbul çayla daha güzel, bunu anlıyorum.

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

LONDRA YEME – İÇME REHBERİ

Londra’da Oblix’te akşam yemeği yerken manzara izlemek elbetteki her turist için en havalı hareket olabilir. Ancak ben yine de ara sokaklardaki kapılarında kuyruk olunan minik restoranları tercih ederim. Hem o havalı ve insanı gerim gerim geren ingiliz aksanı, hemde ultra lüks mekanlar sancılı kasılmalar yaratırken diğer tarafta hoşsohbet servis personeli sizin için hesap kutusuna 2  adet ciklet bırakır. Dünyanın hangi ülkesinde olursan ol lokal ve kişilikli mekanlar her zaman kazanır. Okyanus mavisine boyanmış minik dükkandan yayılan kahve kokusu sizi içeri davet ederken, tehditkar yan komşu aklınızı çelebilir. Londra ‘da seçim yapmanın en doğru şekli en minik ve basit görünen sayılabilir. Kahve-Kahvaltı kültüründen başlayıp on numara akşam yemeği seçeneklerine doğru birkaç öneriyi Londra yeme – içme rehberinde paylaşalım.

 

  1. ATTENDANT

    Filte kahve yanında bir parça ev yapımı taze kiş yada avokado üstü poached egg isteyen? Mükemmel kızarmış ekmeğe ve harika biber sosuyla favori.  Sabahları kahve içmeden ayılamam diyenler yolunu east London’a sınır Shoreditch bölgesine çevirsinler. Adım başı tasarım mağazalarına girip çıkarken kahvecilerin bolluğuna şaşıracaksınız. Attendant’a underground ile Old Street durağında inip 7 dakikalık yürüyüşle ulaşabilirsiniz.Londra gezi rehberi
  2. MARKET CAFE

    En huzurlu cafe ünvanını rahatlıkla verebilirim. Kanal manzaralı masalarından mı yoksa Broadway Market’in huzur kokulu havasından mı bilinmez bu cafe gerçekten çok rahat. İyi ışık alan ferah alanı iş maillerini kontrol etmek, kanal civarında sabah yürüyüşünden sonra hatrı sayılır bir flatwhite içmek için ideal. Eğer klasik araçlardan hoşlanıyorsanız kanal tarafındaki masada oturup Andrews caddesinin 1940 doğumlu yaşlı kurtu Citroen 7C Berline ‘ini gözleyebilirsiniz :))Londra yeme, içme rehberiLondra yeme içme rehberi
  3. ELECTRIC HOUSE

    Sabah kahvemi füme somon eşliğinde çırpılmış yumurtasız içemem diyenlerdenseniz sizi Notting Hill’e çağıralım. Sağlam kahvaltı menüsünde herkese hitap eden seçenekler mevcut. Benim favorim elbette Scrambled eggs, smoked salmon. Ama klasik ingiliz kahvaltısı da hakkını veriyor. Kahvaltı dan sonra birbirinden tatlı vintage dükkanlarında kendinizi kaybetmek serbest. Ayrıca eve getirmek için az ilerideki Coffe Company’den birkaç paket kahve çekirdeği almayı sakın ama sakın ihmal etmeyin.Londra yeme, içme rehberi
  4. PAPER & CUP

    Shoreditch te sokaklar çılgın grafitilerle süslü. Fotoğraf avına çıkılan günün öğlen saatlerinde ferah bir nefes almak için şirinler mavisine boyanmış Paper & Cup, Bethnal Green’deki sessiz sokağında sizi bekliyor. İyi bir latte yanında bir parça brownie iyi gider. Bu minicik dükkanın önünde fotoğraflanmayana kahve vermiyorlar haberiniz olsun :))IMG_9091
    Londra Rehberi
  5. BUSABA

    Defalarca gidip bıkılmayacak restoranlardan biri. Thai yemekleri sevenlerin cennete düşeceği, girişinde sizi tütsülerle karşılayan minik bir budha’nın bulunduğu restoranın birkaç şubesi bulunuyor. Gittiklerim arasında Covent Garden’dakini tek geçerim. Pad Thai özlemine ilaç gibi gelen menüde en popüler tercihler işaretlenmiş olsa da başlangıç olarak sürpriz lezzet kalamarı sakın ola atlamayın, pişman olursunuz.Londra yeme içme rehberi
  6. VAPIANO 

    Çok seçenekli bir italyan restoranı. Tabii ki her çeşit makarna var. Gözünüzün önünde pişirip istediğiniz sosa buluyorlar. Akşamları oldukça kalabalık oluyor. Oxford street istasyonunda inip Urban Outfitters mağazasının yanındaki sokaktan girdiğinizde yürüme mesafesinde.
  7. WAHACA

    Alev alev bir Meksika mutfağı. İçkileri ve enfes tacolarıyla kendinizden geçebilirsiniz. Menü de seçim yapmakta kendime bile yardım edememişken size herhangi bir öneride bulunmayacağım. Yerinizde olsam gözlerimi kapatıp parmağımı menüde gezdirirdim. Çürük çıkma ihtimali yok denecek kadar az. Soho ve Covent Garden’da şubeleri var. İçeri girerken sıra beklemeniz muhtemel. Dert etmeyin, bekleyin.Londra yeme rehberi

  8. SPAGHETTI HOUSE

    Her Majesty’s de en uzun süre aralıksız oynan Operadaki Hayalet için biletiniz varsa çok şanslısınız. Peki müzikalden önce karnımı doyurayım, bir de tiyatro binasına yakın olsun diyorsanız Spaghetti House iyi bir seçenek. Çalışanların hepsinin İtalyan olduğu restoran Her Majesty’s nin hemen karşısında bulunuyor. Müzikalin başlamasına 15 dakika kala neredeyse tüm masalardan ”check please” nidaları yükselirken oyuna geç kalmamak için tedbirli davranın. Gerçi tüm garsonlar çok sıcakkanlı ve oyuna gideceğinizi tahmin ederek hızlı davranıyorlar.IMG_9251

  9. FLAT IRON
    Islak kereste kokulu mekanda kanlı canlı sulu bir et yemek isterseniz biraz sıra bekleyebilirsiniz. Beklerken biraz mısır cipsi hiç de fena fikir değil. Patates kızartması ve taze yapım soslar isteğe bağlı. IMG_9449
    IMG_9441
  10. MILK TRAIN

    Yemek için uğrayanından çok instagram fotoğrafı çekmek için uğrayanı çok olan harika bir dondurmacı. Bana kalırsa fikri harika. Külahtaki dondurmayı öyle güzel süslüyorlarki, yemeyip yanında yatmak istemek demek bu oluyor. Önünde her daim bir kuyruk var. Sıra beklerken dondurmanızın şeklini belirliyorsunuz. İster vanilyalı dondurma üstüne pembe şekerlemeler serptirip etrafını pamuk şekerle bulutlandırın, ister çikolatalı dondurmanın üstüne kurabiye yapıştırtın. Seçeneklerin her biri ortalama 1 sterlin. Londra’da harika bir instagram fotoğrafı için dondurmanız biraz pahalıya gelse de, sonuç sizi tatmin edecektir :))
    Londra gezi rehberi

 

 

 

Fotoğraflar: Tuğçe TÜZÜN – Yiğit Ali TÜZÜN

 

EN IYI BALAYI ADRESLERI

Balayı; evliliğin en güzel yanı mı diye soracak olsalar hayır derdim. Ama o tatlı yorgunluğun en iyi ilacı olduğu bir gerçek. Nikah tarihi, düğün yeri, düğün menüsü, çiçekler, kıyafetler, davetiyeler derken uğraşılması gerekli bir dolu madde çıkıyor karşımıza. Bunların en ana maddeler olduğunu düşünürsek, geriye küçük ama gerekli bir çok ayrıntıdan şaşkına dönmüş gelin ve damat  kalır. Düğün günlerini niçin çok net hatırlamadıklarının sebebi sizce de çok açık değil mi? Onca kargaşadan ve yorgunluktan sonra en güzel şey bir araca binip uzaklara gitmek oluyor. 

Sevdiceğiniz yanınızda peri bacalarının akıl almaz manzarasına karşı ayaklarınızı uzatıp kahve yudumlamak  veya tropik bir ormanda yürüyüş yapmak. Turkuaz suların kenarında ayak yakmayan beyaz kumlarda dolaşmak ya da bir kadeh blush ile çölün ortasındaki jakuzide kitap okumak. Bu 10 seçenekten biri mutlaka ‘‘benim balayım” tarifinize uyacak.

 

1. MALDIVLER

en iyi balayı

 

Balayı için en çok tercih edilen ve modası hiçbir zaman geçmeyecek doğa harikası Maldivler. Burada oteller genelde ismini üstünde bulunduğu adadan almış. Adalar neredeyse oteli üzerine kurabilecek kadar büyüklükte olup, daha küçük olanlarda ise suyun üzerine yapılmış bungalovlarla yeterli alan sağlanmış. En azından hayatta bir kez güzel mercanlarla süslü turkuaz sularında bebek köpek balıklarıyla birlikte yüzebilmek için balayı doğru zaman. Aksi halde çok sıkılabilirsiniz.  Yüksek sezonu Eylül’den itibaren başlıyor. Ayada Maldives,  Four Seasons Maldives  yada  South Ari Atoll  konaklama seçeneklerinizden olabilir. Bu arada ”Ayada” her malzemesi Türkiye’den getirilmiş harika bir türk oteli. 

 

2. KAPADOKYA

kapadokya balayı

 

Uzak ülkelerden turistlerin akın ettiği, gurur duyulacak güzellikteki Kapadokya balayı için en romantik yerlerden biri. Gün doğumunu kocaman bir balonun sepetinde karşılamak olağanüstü bir deneyim. Önce doğal tüf tabakasının sonra da insanoğlunun oluşturduğu bu yapıların üzerinde süzülmek yapılması gerekenler listesinin başını oluşturuyor. Evliliğin en güzel günlerinde masal gibi bir tatil için Kapadokya’ya gelin. Sultan Cave Suites iyi bir seçenek.

 

3. PHUKET, TAYLAND

Phuket Balayı

 

Bazıları sıcak sever. Dünya’nın en göz alıcı plajlarına ev sahipliği yapan ada aynı zamanda daha küçük birçok adaya da başkanlık ediyor. Günlük ada turlarına katılabilir, rengarenk balıklarla yüzebilir ve lezzetli tropik meyvelerle beslenebilirsiniz. Tayland, plaj hayatı kadar gece hayatıyla da ünlenmiş. Birbirinden çılgın gece kuluplerindeki showlar ve lezzetli yerel birası ile kalbinizi kazanacak. Kış düğünlerinin vazgeçilmezlerinden olsa da yağmura ve neme katlanabilirseniz yazın da gidilebilir. Robinson Crusoe tarzındaki ahşap bungalovları, palmiyelerin arasına sıkıştırılmış mimari harikası villaları ile çeşitli butik oteller arasından seçim yapmak zor.  The Scent Hotel,  Amari Phuket  veya  Zeavola Resort seçeneklerinizden olabilir.

 

4. TOSKANA, ITALYA

toscana balayı

 

Toskana’ya gitmek için birçok neden vardır. Bunlardan biri balayı. Ortaçağ tarihinden kalmış kale ve çiftlikleri, olağanüstü kırları ve tepeleriyle pastoral bir güzellik sunar. Muhteşem manzaraya açılan pencereleri ile bu masalsı otellerde olmazsa olmaz şey ünlü italyan şaraplarını tatmak. Burada en güzel manzaraya karışıp en farklı balayı fotoğraflarını çektirmek, sizi özel hissettirecek. Bahar aylarından başlayarak sonbahara kadar olan dönem en ideali. Relais Sant’Elana,  Mormoraia ve  Le Mandrie di Ripalta en iyi seçenekler.

 

5. MAURITIUS

mauritius balayı

 

Maldivlerin pabucunu dama atmaya niyetli bir ada ülkesi. Hint Okyanusun sıcak sularının çarpıştığı plajları beyaz kumlarla örtülmüş. Dingin bir ada hayatı tatil için lüks bir seçenek. Ancak onca yorgunluğun üzerine thy’nin direk uçuşu ile tercih sebebi olabilir. Güney yarım kürede yer alan ve tropik iklimin yaşandığı adaya Eylül’den Aralık ayına kadar gitmek en doğru seçim olur. Yoksa kasırga ve yağmur kabus olabilir.  Four Seasons Mauritius,  Victoria Beachcomber  ve  Constance Belle Mare Plage adanın en güzel otellerinden sadece birkaçı.

 

6. FARALYA, MUGLA

faralya balayı

 

Huzuru uzaklarda aramayalım. Bu yılki World Tourism Awards’da en iyi butik otel ödülünü alan Perdue Otel, sazlarla kaplı çatılarıyla 11 çadır odasından oluşuyor. Ağaçların arasından denize inerken soluklanabileceğiniz, masaj ve yoga ile rahatlayabileceğiniz ve leziz deniz ürünleri menüsüyle kendinizden geçebileceğiniz hem yakın hem de ekolojik seçeneklerden biri. 

 

7. UBUD, BALI

ubud bali balayı

 

Endonezya’nın Bali adası sahil kesimi olan Jimbaran ve iç kesimlerindeki Ubud bölgesiyle hem dinlenmenin hem de eğlenmenin adresi. Eşsiz pirinç teraslarında harika fotoğraflar çekebilir, birbirinden güzel şelalelerinde ıslanabilirsiniz. Sağlıklı yemek ve masaj içinse en doğru yer diyebiliriz. Mis kokulu yağlarla yaptıracağınız masajlar için en sadece 10 dolar ödeyeceğiniz, tapınaklarına hayran kalacağınız ve en iyi yoga studyolarında gevşeyeceğiniz Ubud’da her otel bir mabed. Seçenek isterseniz; Blue Karma Resort Ubud, Komaneka Bisma Ubud ve Four Seasons Ubud ‘u sayabiliriz.

 

8. GUNEY AFRIKA 

afrika balayı

 

Ister Kenya da, Tanzanya’da Masai Mara sınırlarında bir ahşap bungalovda kalın. İsterseniz daha da güneye inip bahçesinden Bufalo ve Gergedanların yürüdüğü bir çadır kampında konaklayın. Verandanızdaki küvette kırmızı afrika şarabınızı yudumlarken, Büyük Göç’ü izleyebilme fikri bile düğün tarihini bu mevsime denk getirmek için bir neden sayılabilir. Bunun için en doğru zaman Temmuz – Eylül arasıdır.  Tuningi Safari Lodge,  Chapungu Tented Camp,  Chitwa Chitwa Game Lodge seçeneklerinizden biri olmalı.

 

9. MARAKES, FAS

marakes balayı

 

Berberi dilinde Tanrıların Ülkesi anlamına gelen Marakeş, kızıl şehir olarak tanınıyor. Aynı zamanda mutfağıyla da ünlü bu Fas şehrinde renklerin cilvesine ve baharatların kokusuna karışmamak imkansız. Hatıra olarak alabileceğiniz türlü yöresel eşyaları ve lokal otel diye tanımlanan Riad’larıyla popüler bir bölge. Neredeyse hepsi güzel ama en güzellerinden biri Riad Yasmine

 

10. OIA, SANTORINI, YUNANISTAN

yunanistan balayı

 

Yaz aylarında balayı için en romantiklerinden Santorini. Özellikle gün batımı seyri görülmeye değecek manzaralar oluşturuyor. Yakın olması ve yunan kültürüne uzak olmamamız sebebiyle yabancı ülke korkularını yaşatmayacak bir ada. Volkanik bir yapı üzerine kurulmuş adanın mavi beyaz görünümüyle bir masal diyarının kapısını aralamak isteyen herkes buraya seyahat ediyor. Balayında ağzınızın tadına layık geleneksel Akdeniz ile modern Yunan lezzetlerinden oluşan romantik bir akşam yemeği yiyebilirsiniz. Marizan Caves & Villas,  Canaves Oia Hotel  ve  Perivolas Hotel konaklama için seçeneklerden birkaçı.

 

 

Fotoğraflar; internetten alınmıştır.

OTUZ YAŞ PASTASI

Geçtiğimiz hafta, daha da geçtiğimiz haftadan kalma 30 yaş doğum günüm için tam benlik bir pasta yaptık canım Zeno’yla. Zeno, pasta ve çikolata üzerine harikalar yaratan çok yetenekli bir o kadar da kokoş olan bir arkadaşım. Aynı zamanda evlendiğim gün en çok nazımı çeken birkaç kişiden biri. Nedimem :))

 

 

30 Yaş Dilekleri

Doğum günlerine niyeyse çok önem verdim hep, belki çocukluğumdan kalma bu kutlamalı mutlu olmalı aktiviteden kopmak istemedim hiç. Hele ki yeni haneye başlanılan sıfırlı yaşlar çok daha ciddiyetliydi benim için. 30’da bunların en ciddisiydi bence :)) Bu sebepten su gibi akan hayatta mal, mülk, eşya sahibi olmaktan vazgeçerek deneyimlere ve hayallere yatırım yapma fikrim tamamen yerleşti otuz yaşını almış benliğime. Dünya paralar döküp aldığım kıyafetler, gereksiz teknolojik aletler ve inciler boncukların gözlerimin önünde yoga derslerine, raw food workshopuna, glutensiz makarna dersine, Cuba’daki paladarın bir haftalık ödemesine ve Japonya’daki taşınabilir internete dönüşmesi hiç de zaman almadı. Artık gereksiz satın aldığım herşey,  bana hayatta mutluluk ve zevk veren bir deneyimden mahrum kalmama sebep oluyordu. Yani; ben artık bunu böyle görmeye başlamıştım. Kimine eğri, kimine doğru. 65 yaşıma geldiğimde bunu aynı şekilde düşünür müyüm, elbette kestiremem. Fakat durum aynen bu şekilde.

Otuz yaştan istediklerim; mutlu, huzurlu aile – iş hayatı… Sağlık, sağlık, sağlık… Deneyim, deneyim, deneyim :))

 

 

30 yaş pastası

 

Zeno’yla kolları sıvayıp önce güzel bir truff yaptık. Tarif çok basit. Bir paket hazır çikolatalı keki ufalıyorsunuz. Bir paket hazır kutu kremanın içinde erittiğiniz 100 gr çikolatayla beraber parçalanan keki karıştırıyorsunuz. Buzdolabında 1-2 saat beklettikten sonra avucunuzun içiyle yuvarlak yapıp hindistan cevizine buluyorsunuz. Bu bitmiş haliyle de biraz dolapta beklemesi gerek. Sonra her kahvenin yanında bir tanecik yemek serbest. Çünkü otuz yaşımdayım :))

 

 

 

Pasta’ya gelecek olursak keki de harika pişti, arasındaki pasta kreması da nefis bir muhallebiydi. Arasına muz ve böğürtlen koyduk. Üstünü de birkaç minik toz gıda boyası karıştırılmış krem şanti ile kapladık. Bir de şeker hamurundan yeni ay yaptık, oh bana ne iyi oldu. Yakınlarım bilir. O dolunay yok mu dolunay beni mahfeden. Her dolunayda dönüştüğüm kurt kadın rolü için bu yıl Oscar’ı Emma Stone ‘dan alıp bana vermeliler diye düşünüyorum. Çünkü ben daha gerçekçiyim. Ali’ye sorun :)) Neyseki bu fobim için 30 yaş pastama ay koymayı ve hedef aldığım değiştirilebilir ay vaziyetlerine olumlu bir nokta koymayı seçtim. Zeno’da sağolsun harikalar yarattı. İnşallah bu tezim etkili olur da 12 Marttaki tutulmada ben benden gitmem :))

 

30 yaş dilekleri

 

 

Fotoğraflar : Yiğit Ali Tüzün

SEVGİLİ LONDRA

Sevgili Londra, seninle 2008 yılında tanıştığımızda ilk yurt dışı deneyimim olduğundan ne yapacağımı şaşırmış, gerçek bir turist gibi tüm popüler yerlerine saldırmıştım. O Big Benler, London Eye lar, London Bridge ler fotoğraf çekmekten eskimişti :)) O zamanlar aynı evin küçük bir odasını paylaştığım arkadaşım Alev  ile beraber harika bir 3 hafta geçirmiştik. Şimdilerde; Ali ile beraber yeniden seni görmek istediğimizi hatırlayıp dolu dolu planlama yaptık birlikte. Bu sefer daha az turist olacaktık ikimizde. Gün gelip sana geldiğimizde gerçek yüzünü haşince gösterdin bize. Soğuktun Londra, çok soğuktun işte. Meğer tüm yıl zaten karamsar ve melankolik olan tavrın Şubatın bu birkaç gününde itici bir donduruculuğa dönüşüyormuş. O da bize denk geldi, iyi mi?

Londra Gezi Rehberimize müzelerle başlayalım… Gittiğimiz gibi eşyaları otele bırakıp British Museum‘a koştuk. Daha önce gezmediğim bölümleri de gezdim bu kez. Gerçekten aşırı yoruluyorsunuz çünkü çok büyük. Ingilizlerin farklı ülkelerden elde ettikleri eserler sergileniyor, mesela Türkiye’den Kütahya porselenler mevcut. Mısırdan alınmış mumyalara ağzınız açık bakabilirsiniz. Buradan çıkar çıkmaz bir başka önemli olan bir müzeyi ziyaret ediyoruz.  National Gallery. Burada da harika sanat eserleri mevcut. Birbirinden farklı tarzda resimler, muazzam çerçevelerle duvarları süslemiş. Yine çok büyük olduğundan iki müze ziyaretini farklı tarihlere yaymak mantıklı olan. Ama bizim ziyaret listesi biraz kalabalıktı, bu sebeple ilk gün biraz yorucu oldu.

Sıra dünyanın en çok ziyaret alan 7 müzesinden biri olan Tate Modern’ de. Modern sanat pahalıdır iddiasına kafa tutan, içerideki birçok eserin ücretsiz görülebileceği, yeri güzel, manzarası güzel, shop’u çok güzel müze. Binasını kırmızı telefon kulübelerini tasarlayan Sir Giles Gilbert Scott isimli mimar yapmış. Çok beğeneceğinizi düşünüyorum. Üst katındaki kafe de oturup Thames Nehrini izlerken bir fincan kahve için. Yorgunluğunuzu direk silip süpürecektir.

IMG_8645-horz

 

Notting Hill’ de Bir Cumartesi

Şimdi günlerden Cumartesi. Yani bugün pazar var. Nerede? Notting Hill’de. Portobello Pazarı ikinci el, vintage ve yeni birçok malzemenin satıldığı bir açık pazar. Undergrand ile Notting Hill istasyonunda inip dümdüz ilerliyorsunuz. Elinde pazar arabaları ile yürüyen insanları göreceksinizdir.

O gün neler bulacağınız bilinmez, her hafta farklı şeyler düşüyor pazara. Dikkat edin, bazı eskiler çöpten yeni çıkarılmış olabilir :)) Ama gerçekten birçok şey orijinal. Eski tenis raketleri, amerikan futbolu topu, deri boks eldivenler, çiçekli ingiliz porseleni çay kupaları, sütlükler, çeşit çeşit suni kürkler, kürk şapkalar vs. Çılgına dönmeniz an meselesi. Her tezgah ayrı heyecan. Ayrı bir kalp krizi nedeni. Yanınıza bolca nakit alın ki, beğendiğiniz o güzelim eşyaları ağlayarak tezgaha geri bırakmak zorunda kalmayın. Altın sikkelerinizi  Oxford ve Regent Street gibi caddelerdeki burnu iki karış yukarıda mağazalarda bitirmeyin. Altın sikke ne mi? Tabii ki pound sevgili dostum. Ingiliz Sterlini şurda 4.8 lira olmuş, ne sanıyorsun? Şişe su bile alsak pound hesabı yapmaktan manik depresif olduk. Hem bulduğun farklı eşyalara sevinip hem oflamak neymiş gidince anlarsın :)))

 

IMG_8794

 

 

 

IMG_8820

 

Turistik yerlere geçelim şimdi. Piccadilly Circus bunlardan biri. Güzel at heykellerinin önünde fotoğraf çektirmeden olmaz. Bu bölgelerden başlayıp Regent Street, ordan da Oxford Streete kadar yürümek gerek. Mesafeler uzun olsa da alışveriş yaparken ne farkederki :))

 

IMG_8707

IMG_8761-horz

 

Abbey Road, Beatles İçin;

On iki Şubat günü sabah erkenden St John’s Wood istasyonunda inip dümdüz yürüyerek Abbey Road’ a ulaştık. Burası Beatles’ın Abbey Road albümü için kapak fotoğrafı çektiği yaya geçidi. Artık yaya geçidi olmaktan çıkıp bir sit alanı olmuş gibi. Aynı zamanda studyoları da burada. Birçok Beatles sever buraya gelip studyo ziyareti yapıyor ve bu yolda fotoğraf çektiriyor. Kapak fotoğrafı bence Beatles albümleri arasında en iyisi. Bu da bizden bir hatıra kalsın :))

 

abbey-road_164958

 

WhatsApp Image 2017-02-22 at 16.36.18

 

Baker Street Yolunda

Pazar günü sakinliğinden faydalanıp o güzelim evlerin önünden geçerek istasyona geri yürüyoruz. Sırada baş tacımız dizinin kahramanı Sherlock Holmes’ün evi var. Diziyi takip edenler adresi bilir. İstasyon adı: Baker Street. Underground’ tan çıkınca karşınıza Sherlock un Heykeli çıkıyor. Tabi bunu gören Ali, 5’inci dedektif duruşu ile bana poz veriyor. Şip-Şak! Yola devam edip minik topluluğu görene kadar yürüyoruz. Sherlock Holmes ün müzesi önünde ufak bir kuyruk var. İçeriye belli sayıda insan alınıyor. Biri çıkana kadar da yenisi giremiyor. Biz en iyisi shop’a bir girelim diyoruz. Ünlü dedektife yönelik birçok hediyelik eşya mevcut. Sherlock şapkasından kibrite,dolma kalemden şemsiyeye kadar birçok şey var. Baker Street levhasında çok gözüm kaldı ama almadım. Dedim ya, cebinizden çıkacak paraya en çok dikkat etmeniz gereken şehirdesiniz!

 

Baker Street de 221B nin kapısından uzaklaşıp istasyona geri yürüyoruz. Şimdi büyük buluşmada sıra. 2008 yılında şans eseri yollarımızın birleştiği ve Brighton’da aynı odayı paylaştığım arkadaşım Alev ile bugün yani 30 yaşıma ayak bastığım ilk gün Hyde Park’ta buluşacağız. 9 yıldır onu görmemiştim. O uzun süredir Londra’da yaşıyor ve yeni evlendi. Hem onu sarıp sarmalayacağım, hem de eşiyle tanışacağım. Bu arada Hyde Park Londra’nın en büyük ve gözde parklarından biri. Yazın burada güneşi gören ingilizler çimlere yayılıp keyif yapıyor. Büyük kısmı da spor. En son gördüğüm zamana göre yılın bu mevsiminde çok boştu.

Doğum Günü

Gölün üzerine kurulmuş bir kafe de buluştuk sevgili Alevlerle. Nasıl özlemişim, o günler hakkında konuşmayı, komikliklerimizi :)) Hatta doğum günüm olduğu için çok şirin bir hediye bile aldım :)) Yanına iliştirdiği kartı, ömür boyu saklayacağım.

Gölün üzerindeki kuğular hakkında çok komik bir hikaye öğrendik. Şimdi bu güzel kuğuların Kraliçeye ait olduğunu ve onlara zarar vermenin bir devlet suçu sayıldığını burada yaşayan herkes bilir. Yakın zamanda bir adamcağız açlıktan kuğulardan birini kesip yemiş. Tabi ki ceza verilmiş ama hapse atılmaktan kurtulmuş. Çünkü adamcağız gerçekten çok fakir ve çok açmış. Adamın kuğuları kesip yiyecek kadar aç olmasına mı üzülsem, yoksa bu zarif yaratıkların Kraliçenin malı sayılması ve onlara zarar vermenin suç sayılmasına mı gülsem bilemedim.

 

IMG_8932

 

Londra’yı herkes için özel yapan şey göz alıcı dönme dolabı ve onu her saat başı selamlayan saat kulesi olabilir. Ancak bu şehri ”Benim Londra’m” yapan; kesinlikle Shoreditch bölgesi oldu. Sokak sokak klasik arabalarını aradığım mahalle halkını bile tanımadan sevdim, bağrıma bastırdım. Hafif tatlı telaşlı ama bir o kadar da dingin mahalledeki iyi kahveciler ve kahvaltı mekanları için bir sonraki yazımı okuyabilirsiniz. Aslına bakarsanız, yazıyı bile beklemeyin. Binin metroya ve Liverpool durağında inip yürüyün. O kırmızı klasiğe de benim yerime hayranlık bakışı atın :))

 

DIFC2189

 

 

Sokaklar duvar sanatçılarının imzasını taşıyor. Her köşe de harika grafitiler var. Sırf bu sebepten bile turist karşılıyor bu mahalle. Bu bölgeyi görünce Londra’nın sanat yönünü daha kuvvetli hissediyorsunuz.

 

Sevgili Londra

 

Bir diğer tüm gün keşif ve ”Benim Londra’m” bölgesi ise;  Broadway Marketten başlayıp, Columbia Road Flower Market ve oradan da Spitalfields’e doğru yürümek. Bu, Londra gezisinde mutlak surette yapılması şart olan bir rota. Sağlı sollu güzel sokaklar, evler, lokal kahveciler, sevimli butik dükkanlar, her biri birbirinden muhteşem kapılar var. İçinizin eriyeceği fotoğraf karelerini bu rota üzerinde yakalayacaksınız. Hani şu peşlerinden koştuğum, sokak sokak aradığım klasik arabalar vardı ya, bir kısmını da bu bölgelerde buldum, heyecandan öldüm :)))  Broadway Market to Spitalfields Photo Diary için tıklayın.

 

IMG_9157

 

Posta ve Müzikal

Sevgili Londra’ya gelip o tatlı posta kutularından kart atmamak olmazdı. Can arkadaş, mektup kardeş Caniko’ya (Sinem), Ali’ye (aslında kendime:)) ve de Zeno’ya, Farringdon Rd Post Office den kart attım. Ali de bana son gün Notting Hill deki postaneden attı :))  Elimize ulaşmayanlar olsa da, denemeye değerdi :)) 

Bu şehirde yapılacak en doğru şeylerden birisi Her Majesty’s Theatre‘de müzikal izlemek. Canım babam ve annemin doğum günü hediyesi, Phontom of the Opera‘ya en önden 2 biletti. Ömrüm boyunca hiç eskimeyecek ve hep hatırlayacağım bir deneyim yaşadım, duygusu kalbimde kaldı. Ne yapın edin, bu müzikali ömrünüzde bir kez izleyin.

 

 

 

Sevgili Londra

 

Güzel Londra postunu her şeyi tadında bırakmak ve yeni planlar yapmak için bitiriyorum. Bu yazının bitmesini bekleyen sevgili Didem’e selamlarımı iletiyor, Londra lokal mutfağı ve kahve-kahvaltı konseptli yazıyı okumanızı öneriyorum. (Londra yeme-içme rehberi)

Çok yakında yine görüşmek üzere Londra…

Seni seviyoruz…

 

 

Notting Hill, Londra

 

Fotoğraflar: Tuğçe TÜZÜN  –  Yiğit Ali TÜZÜN

BROADWAY MARKET to SPITALFIELDS PHOTO DIARY

Broadway Market’te airbnb den ev tutup aylarca kalasım var. Kanalın kenarında her sabah koşuya çıkıp hatta köpeğimi gezdirmek istiyorum. Soluklanmak ve günün ilk kahvesini içmek içinse köşedeki Market Cafe’yi seçiyorum. Cam kenarındaki yüksek sandalyedeki yeri her sabah 8’de rezerv etmek istiyorum. Okumaya devam et BROADWAY MARKET to SPITALFIELDS PHOTO DIARY