AFRIKA’NIN UZUM BAGLARINDA PIKNIK

Siz hiç uçsuz bucaksız üzüm bağlarında piknik yaptınız mı?

Groot Constantia üzüm bahçeleri,Güney Afrika’nın en iyilerinden biri ve beyaz şaraplarıyla ünlü. 1685’de kurulmuş olan bu şaraphane aynı zamanda koca bir şatoyu içinde barındırıyor. Lakin buradaki bu üzümcü aileler şatolarının altlarına market kurmuşlar ve gurme lezzetleri, kurutulmuş et, paketlenmiş taze yeşil salatalar, özel peynirler ve şarapların raflardan size göz kırpıyor. Piknik sepetleriyle yaptığınız alışveriş sonunda görevli size 2 kadeh 2 de çatal veriyor. Sizde bu bahçelerde istediğiniz bir ağacın serin gölgesine örtünüzü serip (yanınıza alın) yerleşiyorsunuz. Afrika’da üzüm bağlarında piknik yapmak aklımızı zorluyor.

Üzüm bağlarında piknikIMG_1181-vert

.

IMG_1206-vert

EN UCUZ LUKS

Eşlikçi ördekler tazecik ekmeğinize vak-vaklarken siz kadehinizi en sevdiğinize kaldırıyorsunuz. Hemde uçsuz üzüm bağları manzarasıyla. Dünyanın en pahalı şarabı o anda elinizdeki kadehte bulunuyor ve siz dünyanın en şanslı kişisi hissediyorsunuz kendinizi. Afrikada, üzüm bağlarında en sevdiğiniz şarkıları mırıldanıp lüks bir keyif yapıyorsunuz. Lüks diyorum,çünkü bence çokça paralar bayılıp yaptığımız birsürü aktivite veya dinlenceden daha dinlendirici ve keyifliydi bizim için. Parasal anlamda lüks değil yani. Öyle ki; bu sepetin toplam maliyeti herşey dahil 50 TL’ydi 🙂 Yaşattığı his; Paha Biçile-mezz…

20151227_145503-vertIMG_1225-vert

Bu bahçelere Cape Town yazımda anlattığım gibi tur otobüsleriyle gelebiliyorsunuz. 3-4 tane üzüm bağından istediğinizde inin,  şarap tadımı yapın, güzel peynirler satın alın, yiyin-için, bağlara bakan otlarda serin bir ağaç altı bulun ve biraz uyuyun. Üzüm bağlarında piknik yapmanın tadına varın. Rüzgar hafifçe saçlarınızı kımıldatırken siz dünyanın bir ucunda bu keyfi yaşayabildiğinize şükredin.

Güzel ve iyi olan her şeye şükredin! ♥

IMG_1089

 

Groot Constantia Üzüm Bahçeleri, Cape Town, Güney Afrika – Aralık ’15

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

DUNYANIN DIBI CAPE TOWN

 Büyük bir tepeyi tırmandıktan sonra, yalnızca tırmanılacak daha bir sürü tepe olduğunu görürsün.

Nelson Mandela

Şehrin sırtını dayadığı Masa Dağı’nın tepesinde, Atlas Okyanusu’nun gökdenizle birleşmesini izlemek, siyah ile beyazın derin farklılığını yumuşatmak ve yaşamanın tüm enerjisini içine çekebilmeyi gerektirir. İşte burada tam karşımdaki minik adacıkta, hayatının 27 yılı mahkum edilmiş ayrımcılık karşıtı Nelson Mandela, özgür ruhunu gökyüzüne salmış ve mahkumiyetinin bitiminde aldığı birçok barış ödülüyle Güney Afrika’da Ulusun Babası olarak görülmüştür. Dünyanın Dibi olarak gördüğüm ‘Cape Town’ maceramız tüm merak ettiklerimizle başlıyor.

Masa Dağı, Cape Town

Okyanus aşırı uçuşlardaki jetlag derdinin olmadığı sabah bin akşam in yolculuğunu kim sevmez? Özellikle bu yolculuk Kuzey yarım küreden Güney yarım küreye, Afrika’nın en havalı şehrine ise.

Şehre Gelince

Bir gece öncesinden tavsiyelerle haberleştiğimiz Barbaros bey, havaalanında bizi karşıladı. İlk işimiz para bozdurmak ve telefon hattı almak oldu. Burada doları ülkenin para birimi olan Rant’a çevirmek biraz zahmetli. Pasaportunuz, otelinizin adresi telefonu vs birçok şey istiyorlar. Ayrıca çok düşük bir kurdan hesaplıyorlar. Sağolsun Barbaros bizi elden dolar alan bir adamın dükkanına götürdü. Otomatik kilitli demir kapılı bu dükkanda en iyi kur ile paramızı Rant’a çevirebildik. Dükkanların çoğunda kapılar bu şekilde demirli ve her zaman kilitli. Neden? Sonuçta burası Afrika ve her an her şey olabilir. Yoo yoo aslında bu kadar korkacak bir durum yok merak etmeyin. İlerleyen paragraflarda anlayacaksınız 🙂

 

Eğer buraya gelecekseniz size verebileceğim en birinci tavsiye; Necati Bey ile iletişim kurmanız. Kendisine yapmak istediğiniz aktiviteleri söyleyin. O da planlasın. Bunun dışında otel rezervasyonları, havaalanı transferleri,turlar (penguen adası,fok adası, köpek balığı dalışları,masa dağı,şarap çiftlikleri,aslan ve çita parkları), para bozdurma, özel yemek rezervasyonları vs gibi hizmetler sunmakta. Bence her uzak ülkede bir Necati Bey olmalı :))

20151223_202001-vert2

Afrika, eyaletlerden oluşmuş bir kıta. Ve bunlardan sadece 1 tanesinin devlet başkanı beyaz. Bu başkan amcanında şehirde en önem verdiği şey; güvenlik! İngiliz sömürgesi olmuş olan bu şehirde Afrika deyince gözlerinizde beliren o görüntünün tamamen zıttı var karşımızda. Temiz, düzenli caddeleri, pırıl pırıl yeşil alanları, dev gökdelenleri, samimi ve sıcak kanlı yardımsever insanları var. Beyazın ve siyahın birlikte mutlu (gerçekten mutlu) yaşadığı, medeniyetin ve sefaletin iç içe geçtiği bir şehir. Müziğin her yerde ama her yerde olduğu, bol aktiviteli bir liman kenti bu.

IMG_1010-vert3

Bu şehirde hem büyük gökdelenlerin, geniş caddelerin ve gerçek bir şehir yaşamının olup hemde doğal güzelliklerinin bu derece korunmuş olması en şaşırtıcı noktalardan biri. Başınızı çevirdiğinizde bucaksız bir okyanus, diğer yöne çevirdiğinizde tarifsiz Masa Dağı var. Başka yöne baktığınızda yeşillerin doygun renkliliği, diğer tarafta tertemiz sokaklara serpiştirilen güzel restoranların ve kafelerin cıvıl cıvıllığı mevcut.

Şehrin elbette bir de öbür yüzü var. Bunlarda nüfusun büyük kısmının tercih ettiği barakalarda yaşayanlar. Burası bir mahalle hatta bir köy gibi. Birbiri ardına sıralanmış barakalar,tek tek elektrik direklerinden kablolar çekilerek kaçak bağlamalar yapılmış. Su,taşıma suyu. Burada gerçekten hava bedava bulut bedava olunca halk burada yaşamaktan memnun hale gelmiş. Öyleki devlet lojman gibi binalar yapıp insanları o barakalardan çıkartıp ev veriyormuş. Anacak bir çoğu verilen evlerini çok ucuz fiyatlara satıp barakalarına tekrar geri dönüyormuş. Buna uygun bir atasözü var mıydı???

IMG_0828-vert5

20151225_094350

Kontrastı en iyi olan bölgelerden biri. Öyle ki birçok film çekiminin yapıldığı yer. Örneğin Karayip korsanlarının gemileri halen burada sergilenmekte. Gerçekten de daha önce instagramdaki #capetown hashtaglerine baktiğimda neredeyse hiç bulanık bir görüntü yoktu. Hepsinin kontrastı mükemmel tertemiz ışıl ışıl bir hava hakim tüm fotoğraflarda. Meğer gerçektende dünyanın bu bölgesindeki atmosferin yapısından bir şeylerinden dolayı çekimler net, bol ışıklı ve canlı çıkıyormuş. Daha iyi araştırmak gerekli.

Ben şimdiden bir sonraki Cape Town gezisi için yapılacaklar listesini hazırladım. Bu bol sporlu bir gezi olacak. Birde bu sefer yapamadığım kafesli köpekbalığı dalışını mutlaka yapmak istiyorum. Aylar öncesinden rezervasyon gerektiği için yapamamıştım. Eğer sizde gidecek olursanız,benimle iletişime geçin ki size Necati Bey’in numarasını ulaştırayım 🙂

 

En kısa zamanda tekrar tekrar görüşmek dileğiyle Cape Town.

Sevgiler…♥

Cape Town’da ne yaptık videosu için tıklayınız.

Fotoğraflar : Yiğit Ali Tüzün  –  Tuğçe Tüzün

CAPE TOWN ‘DA BİR HAFTA

Jules Verne’nin ”Dünyanın Ucundaki Fener” kitabına esin kaynağı olan feneri görmek yada dev beyaz köpek balıklarıyla dalış yapmak. Muhteşem manzaraya karşı paraşütle atlamak veya dev dalgaların üzerinde dalga sörfü yapmak. Dünyanın en yüksek bungee jumpingi için yada bulutların örttüğü Masa Dağı’nda romantik bir gün batımı seyri. Her ne olursa olsun bu şehirde yapılacaklar insanı delicesine heyecanlandırıyor. O kadar seçeneğiniz var ki, gitmeden önce iyi bir organizasyon yapmak şart. Aksi durumda yapamadıklarınız için üzüntü duyabilirsiniz. Cape Town ‘da bir hafta neler yapılır, seçim yapmak zor.

Afrika’nın en lezzetli şarabını alabildiğine yeşil üzüm bahçelerinin arasında tadarken ertesi gün katılacağınız halk koşuları için moral depolayabilirsiniz. Yada biraz renk için Bo-Kaap’ın evlerine misafir olabilirsiniz. Camps Bay’ın muhteşem plajında güneşin tadını çıkarırken, selfie için fok adasını ziyaret edebilirsiniz. Bir de manzaraya paralel bisiklet sürüşü yaparken önünüze çıkabilecek paytak penguenlere dikkat edin. Bazı zaman gezintiye çıkıyorlar :))

Daha yazamadığım birçok olduğu gibi bizim bu seyahatimizde yapabildiklerimizle yazıya devam edelim.

Cape Of Good Hope

ÜMİT BURNU

İlk turumuz; Ümit Burnu (Cape Point), Penguen Sahili, Fok Adası, Camps Bay

Ümit Burnu için yazılacak çok şey var aslında. En başta dünyanın güneyindeki son kara parçası diyebiliriz. 1488 yılında Bartolomeu Dias burayı keşfettiğinde aşırı rüzgarlı olması sebebiyle Fırtınalar Burnu adını koymuş. Bu bölgedeki akıntı ve dalgalar yüzünden yaklaşık 400 adet geminin burada battığı söyleniyor.

IMG_0544-vert

Milli parkların içindeki Babunlara dikkat etmek gerekiyor. Eğer elinizde herhangi bir yiyecek var ise, onu en uzak yere fırlatmak yapacağınız en doğru şey olabilir. Öyle ki babunlar ayağa kalktıklarında irice bir insan boyuna rahatlıkla ulaşabilen tehlikeli hayvanlardır. Elinizdeki cep telefonu-kamera gibi aletleri de alıp kaçabilirler. Daha da kötüsü ısırıklarına maruz kalırsanız ki bu elinizde yiyecek varken çok çok mümkün, AIDS kapmanız çok muhtemel. En kötüsü de Türkiye’ye döndüğünüzde AIDS’i nereden kaptığınızı kimseye inandıramayacağınız gerçeği.

IMG_0417

BOULDERS BAY

Boulders Bay (Penguenler Adası); kendilerine yer etmiş oldukları bu plajda normalden daha küçük olan güney afrika penguenlerini görebilirsiniz. Hatta bölgeye yakın plajlara havlunuzu serip onlarla güneşlenebilir veya birlikte yüzebilirsiniz. Kendilerine ait bu plajda yüzlerce minik penguenin bir heykel gibi durduklarını görünce önce çok şaşırmıştım. Sonradan öğrendiğime göre, penguenler tek eşli hayvanlarmış ve eşleri avlanmaya gittiğinde sahilde durup onları beklerlermiş. İnsandan beklenmeyecek haraketler bunlar :)) Bu paytak şeyler bazı zamanlarda yola çıkıp şehirde dolaşabiliyorlar, sosyalleşmek gerek tabii :)) Ha birde bir Cape Town’luyu kızdırmak istiyorsanız bu penguenlerden birini alıp eve götürmek istediğinizi söyleyebilirsiniz. Bu şirin yaratıklara acayip değer veriyorlar.

IMG_0459-vert

FOK ADASI

Fok Adası için bindiğimiz tekne bizi Atlantik okyanusunun açıklarına doğru götürürken, kendimi Karayip Korsanları filminde fırtınaya yakalanmış bir denizci gibi hissettim :)) Teknenin büyük dalgalarla savaşması karşısında korkuya kapılan birkaç arkadaşımız (buna ayıptır yazması eşimde dahil) çığlıklarla teknenin orta kısımlarına doğru çekilse de ben teknenin en uç kısmında yaşadığım bu macerada gayet hoşnuttum. Adıma ne derseniz deyin ama ben galiba tehlikeli ve adrenalini bol olan aktivitele bayılıyorum. Dalgalar teknemizi havalandırıp alçalttıkça midemiz kalbimizle birleşiyordu. Atlas okyanusunda rüzgar ve dalgalarla boğuşmadık demeyeceğim.

20151224_142458-vert

 

Fokların yanına yaklaştığımızı burnumuza gelen kötü kokulardan anladık 🙂 Bu kadar sevimli ve akıllı hayvanların bu kadar kötü kokmasını kabullenemedik, birkaç selfie yaptıktan sonra teknemizin burnunu dönüş yoluna çevirdik.

IMG_0752

CAMPS BAY

Camps Bay… Ahh Camps Bay… işte burası Afrikanın Miami’si olarak adlandırılan, surfcu çocukların, yakışıklı ve karizmatik erkeklerin, güzel vücutlu ve zengin hatunların takıldığı bölge. Lüks evlerin tertipli sokaklara yayıldığı, sahil şeridinde kaliteli restoran ve barların bulunduğu, beyaz ve yumuşacık kumsalların genişçe bir alanı kapladığı, turkuaz soğuk suların beyaz köpüklü dalgaları ile sahili yaladığı, çıplak ayaklı, minik sarı ve zenci veletlerin birlikte koşturduğu, gün batımında Cafe Caprice’deki yakışıklı barmenin elinden içebileceğiniz en lezzetli Mojito ile turuncu günü uğurlayabileceğiniz bir vaha. Dünyaca ünlü aktör, aktrist ve sanatçıların kaçış mekanı. Öyle ki bir gün Caprice’de yan masanızda Cameron Diaz’ı margaritasını yudumlarken görebilirsiniz. Yada sahildeki sabah koşusunda Leonardo Di Caprio ile selamlaşabilirsiniz. Ancak sakın paparazzilik yapmaya kalkmayın. Bu şehre paparazziler giremiyor! 🙂

Burada yaşamak isterdik desem,sizde her gittiğiniz yerde yaşamak istiyorsunuz diyebilirsiniz. Olsun, deyin. Biz burada da yaşamak isterdik :))  Çünkü gerçekten yapabileceğiniz çok şey var. Uzak doğu kadar sıcak, nemli ve bunaltıcı değil. Eğer rüzgarla bir derdiniz yoksa havası ideal bir yer. Bir kere Akdeniz iklimi aslında, yazın nemsiz kuru sıcaklar, kışın ise ılıman bir hava var. Rüzgar ısınan havayı serinletse de Afrika güneşinden sakınmak, krem ve şapka kullanmak şart. Hiç belli etmeden haşlanabiliyorsunuz. Akşamları hava serin bile olmuştu. Biz Aralık sonunda yani güney yarım kürenin yaz ayında gitmemize rağmen gündüz açıkta kalıp haşlanan bölgelerimiz akşamları üşümüştü 🙂 Dolayısıyla ince bir hırka lazım.

IMG_0761-vert

 

Bu bölgede 11 çeşit köpek balığı olması sebebiyle (buna Büyük Beyaz’da dahil) okyanusa girip çırpınıp çocuklar gibi şen, bülbüller gibi muhteşem olmanız malesef imkansız. Böyle nefis kumsalları ve tertemiz berrak bir okyanusun olduğu şehirde uyanıp da o suya girememek Cape Town’lıların en büyük üzüntüsüymüş aslında. Gerçi köpek balığı olmasa da su en iyi haliyle 15 derece. Yani zatürre olmak istemeyen zaten girmesin. Ayaklarınızı sokup etraftaki tatlı veletlere su sıçratıp oynayın, size yeter 🙂

Lakin artislik yapıp buraya kadar gelmişim, illede girip yüzücem derseniz köpek balıklarının önce hafif burun vuruşunu vücudunuzda hissedip sonrasında 40km hızla gelen öldürücü darbesiyle sizi ham yapmasını izlemek boynumuzun borcu olabilir. Sonra Cape Town’da pisipisine köpek balığı mağduru olmayın derim.

IMG_0448

Westlake Golf Club bölgesi Ali ve benim en ilgimizi çeken yerlerden biriydi. Zengin, golf sever amcalar, yaşlanınca artık o büyük evlerde yaşamak istemediklerini düşünürek, daha minik, kutu gibi, bahçesi yeterli büyüklükte olan (sulama ve bakım işlerini artık kendileri yapacaklarından) ve hemen önünde keyifli bir golf sahası olan evler yaptırıp bir site oluşturmuşlar. Burası emekliler sitesi olarak geçiyor ve tamamen zevklerine göre hazırlanmış bu minik az uğraş gerektiren evlerde yaşamlarını sürdürüyorlarmış. Bu arada bu kıyı şeridindeki tüm evlerin manzaraları paha biçilemez güzellikte. Her köşe başında farklı bir manzara çıkıyor. Ben burası için, dünyanın en güzel doğal manzaralarına sahip şehri diyebilirim.

IMG_0412

TABLE MOUNTAİN

İkinci Turumuz ; Masa Dağı (Table Mountain), 1086 metre yükseklikteki, zirvesi uzun bir dikdörtgen gibi dümdüz olan bir dağ ve bu doğal bir oluşum. Dünya mirası listesinde olan bu dağa teleferikle çıkmak mümkün. İsteyen yaklaşık 3 saatlik yürüyüş ile kendi bacaklarını da kullanabilir. Teleferik kullanımı yaklaşık 50TL. Ali’ciğim teleferiğin güzergahını ve yüksekliği görünce yürüyerek çıkmaya yeltense de zaman kaybı, yorgunluk vs bahaneleriyle onu vazgeçirmeyi başardım. Dağın zirvesine yaklaşık 65 kişiyi taşıyabilen bu teleferikte en iyi manzaralı yeri kapmak için çok uğraşmayın. Turistlerin rahatlıkla fotoğraf çekebilmesi için kendi etrafında dönen bir sisteme oturtulmuş. Böylece 2-3 defa 365 derece döndüğünden hiçbir taraftaki manzaradan eksik kalmıyorsunuz:) Sadece cam kenarlarında durmaya çalışın 🙂

20151225_110746

Yukarı çıktığınızda Atlas okyanusunun nefes kesen manzarası sizi karşılıyor. Zaten ’Afrikanın en epik manzaralarından biri Masa Dağı ‘nın zirvesinden izlenir’ demişler. Kulağımızda ain’t no sunshine when she’s gone ve doyumsuzluk yapan güzellikleri önümüze döken kuşbakışı Cape Town!

 

Yukarı çıkarken yanınızda mutlak surette şapka, krem ve kalın giysiler bulundurun. Biz hazırlıksız yakalandık, o yüzden oradaki shoptan hırka almak zorunda kaldık. Bu güzelim fotoğraflardaki uyumsuz alakasız kıyafetler hep bu yüzden 😀

 

IMG_0907

Dünyada soyu hızla tükenen Çitalar için soylarını devam ettirebilmeleri için bir park yapmışlar. Burada dünyanın en hızlı koşabilen bu canlıları çiftleştirip doğal yaşam alanlarına salıyorlarmış. Ayrıca yakın temas kurmak isteyenler için de 120 Rant (24lira) karşılığında tüylerini okşama fırsatı sunuyorlar. Ali’ciğime bu olay saçma geldiği için sevmek istemedi. Yani saçma gelmeseydi eğer tel örgülerin içine girip bu yırtıcı ama güzel hayvanların sırtlarını okşayabilirdi. Ama saçmaydı işte 😛

Aslan Parkı; ben aslanların bu kadar heybetli, asil,güçlü, ürkünç ve karizmatik olduklarını bilmezdim. Bir aslan ile 3 metre mesafede gözgöze gelince, onlara neden Ormanın kralı dediklerini gayette iyi anladım. Bize hiç pas vermeseler de ben aslanlara bayıldımmmm…

IMG_0902-vert

Fairview; kocaman şarap çiftliklerinin olduğu bu bölgedeki bir çiftliğe girip şarap tadımı yapıyorsunuz.

Aynı zamanda güzel peynirlerinde tadına bakarak çok uygun fiyatlara bu lezzetleri alabilirsiniz. Şarap fiyatları; 50-150 Rant arasında. Biz hepsi beyaz olmak üzere 3 şişe aldık. Toplam fiyat 46 TL

Burada yemek ve içki çok ucuz. Geldiğimden beri Mojito’ya doydum diyebilirim. Neredeyse her öğlen ve akşam içtiğim lezzetli mojito’nun bardağı 50 rant. (10TL)

IMG_0847

Hop On Hop Off

Şehre 2 yıl önce tur otobüsleri koymuşlar. Hani şu ingilterenin kırmızı otobüslerinden. Üstü açık. Sana kulaklık veriyorlar, hemen oturduğun koltuğun yanına takıyorsun veeeeee ayarlardan dil seçeneğini türkçe yapıyorsun 🙂 Evet gezdiğin yerleri anadilinle dinlemek çok hoş oluyor 😀

Bu tur otobüsleri kırmızı ve mavi tur olmak üzere ikiye ayrılıyor. Kırmızı tur Table Mountain (Masa Dağı),Camps Bay gibi kısa sahil şeridine gidiyor.
Mavi tur; şarap bahçeleri, fok adası, Kirstenbosch Ulusal Botanik Bahçeleri, World of Birds,Cliffton Beach ve Camps Bay gibi daha büyük bir çemberi gezdiriyor. İstediğiniz durakta inip, bölgeyi gezip sonra tekrar aynı yerden 15dk arayla gelen otobüse binip devam edebilirsiniz. İlk satın aldığınız bileti atmayın, çünkü her bindiğiniz otobüs soforune onu gösteriyorsunuz.

IMG_1083

 

Yine küçük bir tavsiye, zamanınızın çoğunu üzüm bağlarında geçirecekmiş gibi ayarlama yapmanız.  Lakin biz bu bağlardan ayrılmak istemedik. Son gün geldiğimiz içinse neden ilk gelmedikte her günün 2-3 saatini buraya ayırmadık diye dertlendik :)) Üzüm bağları yazısı için tıklayınız.

Gece hayatına gelirsek, böylesi güzel bir şehirde elbetteki gece hayatı da yoğun. Long street denilen bölge barlar sokağı olarak anılıyor. Akşam tüm dükkanlar 5 te kapansa da birbirinden iyi gece kulupleri şehri canlı tutuyor. Burada hava karardıktan sonra gündüzki kadar rahat olamasanızda bence tedirginliği çok da büyütmemek gerek. Evet hiç tedirgin olmayın demiyorum. Sonuçta hep izlediğimiz filmlerdeki gibi zenci genç grupları dolaşıyor ve yolda yürürken yanlışlıkla omzunuz onlara çarpabilir vs vs.. 🙂 Dikkatli olun ama çok da turist gibi davranmayın. Ağzınız açık her yerde cep telefonunuzu kameranızı çıkarıp fotoğraf çekmeyin. Esnafla konuşun, ama samimice heey dostum.. falan el çarpışın.. İnanın GreenPark denilen bit pazarında bu bizim çok işimize yaradı. Mesela sadece Türk olmamız ve müslüman olmamızı söyleyerek bile indirim yaptırdık. Müslümanları ve Türkleri seviyorlar. Türkleri sevmelerinin en büyük sebebi Futbol 🙂

20151224_171415

OTEL SEÇİMİ

Otel seçerken mutlaka Waterfront bölgesine yakın yerlerde kalın. Biz 2 otelde konakladık (christmas sebebiyle yer yoktu). Cape Town Lodge Hotel ve Southern Sun Hotel. İkiside merkez bölgeye yürüme mesafesiydi. Ayrıca Masa Dağı manzaralı birçok lüks otel de mevcut. Bahsettiğim tur otobüslerine Waterfront’dan binebiliyorsunuz. Ayrıca burada Watershed craft&design adında bir market var. Cape Town 2014 yılında dünya tasarım başkenti seçilmiş ve burada inanılmaz özgün eşyalar satılıyor. Yerel el sanatları bulmak için ideal ama kendinizi kaybedeceğiniz en tehlikeli yer diyebilirim.

151042

Gece hayatının tartışılmaz açık ara en gözde Caz Kulubü; Mama Africa! Gruplar inanılmaz bir performansla buram buram caz yapıyor. African müzik inanılmaz. İçkiler ucuz, keyif bedava.

IMG_0565

Yapılacak Şey Çok

Yamaç paraşütü. Köpekbalığı kafesli dalışı. Dalga sörfü. Uçurtma sörfü. Trekking. Senede ortalama 60 adet yapılan 5 – 10 km koşu aktiviteleri (adamlar spora aşık). Bisiklet turları (cape point bölgesine). Yunus ve balina izleme. Çelik halat macera parkları. Beyaz kumlarda bir kovboy edasıyla binicilik. Motosiklet parkurları. Atv parkurları. Golf. Safari ve vahşi yaşam turları. Ne için geliyorsanız gelin yeter ki planlı gelin.

 
Sevgiler ❤
Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

KARADENIZ – POKUT

Karadeniz de kalacağımız evin ismi Plato’da Mola. Pokut yaylasındaki bu evde , 2048 metrede ladin ağaçlarından gelen kuş sesleriyle uyanırsın. Kaçkarların sihirli görünümünü bazen bir sis gizler,böylece sen biraz sana izin vermesini beklersin,sis dağılıp görüntü netleştimi eline bir bardak sıcak çay alır sandalyeni sonsuzluğun en ucuna kadar çeker sessizliği seyredersin. Okuduğun kitabın kelimeleri ara sıra yaylada özgürce otlayan ineklerin çan seslerine karışır. Komşu yaylanın ineğini yan tarafta otlarken görürsün,birde yaramazlık edip bostana girmişse vay haline.

 

Karadeniz - Pokut

Plato’da Mola, Bambaşka Değerler Sunar Size

Ben burada tüm hayvanların (ineklerde dahil) değerli olduğunu düşünen insanlarla tanıştım. Hayvanlarının bakımını herşeyden öncelikli tutan, onların karakterlerini iyi tanıyıp ona göre yaşamalarına izin veren insanlar. Şehirdeki insanlardan kat be kat farkındalıklı ve kat be kat şanslı insanlar. Şanslı diyorum; çünkü, buraya gelip burada birkaç gün geçirirseniz her gün şehirde yediğiniz yoğurdun aslında yoğurt olmadığını, peynirin kokusunun aynı olmadığını,o enfes dağ meyvelerinden yapılmış reçelinizin altına konduracağınız mis kokulu kaymağın lezzetini tarif etmekte zorlanacağınızı size söyleyebilirim. Hele ki o tazecik ev ekmeğini yeni pişmiş muhlamaya batırıp yemek… 

Plato'da Molabirleş6

Bunların hepsini ve daha fazlasını bizlere hazırlayan bizi yedirip içiren Zeyne Teyze,dünyanın farklı yerlerinden gelen gurmelerin ağızlarını bayram ettiriyor. Bu yaklaşık 200 yıllık ahşap evde bizi misafir eden bu ailenin her üyesi çok çalışkan ve çok sevgi dolu.

Bizi öyle güzel misafir ettilerki, buradan ayrılırken sanki evimizden ailemizden ayrılıyor gibi üzüldük.

arkadn

Biraz daha başa dönecek olursak;

Yurtdışı planlarınızda İsviçre- Alpler gibi seçenekler var ise hiç okadar yorulmayın derim. Rize’nin Çamlıhemşin ilçesine bağlı Yaylalar ömrümüze ömür katmak için bizi bekliyormuş meğerse.Yol güzergahı; İst-Tzx uçuşu, sonra Havas ile Rize, Ardeşen, oradan da anlaştığımız bir taksi ile Çamlıhemşin’den geçerek yukarıya Pokut’a tırmanmak.
Tırmanmak diyorum çünkü 4×4 araçlar haricinde hiçbir otomobil öylesi bozuk bir toprak yolda Kaçkarları tırmanamaz.
Yeşil Yol diye tutturup, yemyeşil ormanların arasına koca koca asfalt yapmak isteyen, yaylaları birleştirip, parsel parsel Araplara açmayı hedefleyen devletimize inat bu bozuk, çukurlaşmış zorlukla çıkılan yolu çok sevdik biz.
Keşke bu amcalar bu minik yayla yollarını düzeltseler de bu güzellikleri görebilen insanlar daha çok olsa. Hem zor hem de pahalı olan bu  13-14 km toprak yol, Çinçiva Köyü’nden sonra başlıyor.Yukarı çıktıkça derinlik artıyor, her virajda bulutlara daha çok yaklaşıyorsun. Bazen bulutların arasında kalıyor, bazende bulutların üzerine çıkıyoruz. Nasıl güzel bir his anlatamam. En tepeye, yani Pokut’a ulaştığımızda bilgisayarımızdaki arka plan fotoğrafı bize el sallıyor.

yanlı

Plato’da Mola’nın hem Pokutta hemde Ortan köyünde evleri var. Pokut’u haziran – ekim arası açık tutuyorlar. Ortan ise yılın her ayı açık kalıyor. Eğer Ortan’daki evde misafir olacaksanız, köyün sonundaki eve ulaşım sadece patika ile olduğu için yanınıza taşıyamayacağınız büyük çantalar almayın.

Eğer araba kiralarsanız Zil kale, civar yaylalar ve şelaleleri gezip, ormanların içinde trekking yapabilirsiniz.

dörtlü

yanlı6

 

 

altlı

Hayatımız boyunca hep bir şeyler için mücadele etmenin, çalışmanın, şehrin trafiğinden, havasından şikayet etmenin stresini yaşayıp, evimizde ayaklarımızı uzatıp mail okumayı veya televizyondaki kara haberleri dinlemeyi ‘dinlenmek’ sandığımız şehir hayatı bizi yorgunluğa, daha çok çalışmaya ve daha fazla mücadeleye etmeye alıştırmış olabilir.
Ve biz yavaş yemenin, yavaş yaşamın, yavaş tüketimin farkına bile varmadan bu dünyadan ayrılmış olabiliriz.

son altlı

 

pokt19

Video için tıklayınız 🙂

Fotoğraflar : Yiğit Ali Tüzün  –  Tuğçe Tüzün

HOTEL AVISTA HIDEAWAY

Phuket’te Patong Beach’e 10 dakika uzaklıkta tepede bir yere kurulmuş Avista Hideaway.  Muhteşem bir manzarası var. Yeşil ve mavinin birbirine karıştığı manzaralı, üç güzel sonsuzluk havuzlu, yeşillikler içindeki otel tepedeki engebeli konumu yüzünden çokça merdiven çıkmayı gerektiren yorucu sayılabilecek bir otel. İlk karşılamada resepsiyonda bize verilen güzel meyve suları ile manzaraya bakarken sıcak havanın dayanılmaz bunaltıcılığına biraz ara verdik. Resepsiyonist kızın otel içi haritasını elimize tutuşturması, en yakın havuza gidilecek yolu kalemle çizerek anlatmasındaki nedeni henüz kavrayamamıştık. Ta ki ertesi gün kahvaltı yapmak için çıkıp,bir daha geri gelememize kadar. Şaka yapıyorum. Sadece yarım saat kahvaltı salonunu aradık. Ve bu arama sırasında bir önceki gün arayıp bulamadığımız sonsuzluk havuzunu keşfettik. Bu havuzu aynı gün tekrar aradığımızda bulamadık. Çünkü Otel gerçekten bir labirent gibiydi. Kahvaltı salonuna giden kısa yolu otelden ayrılacağımız gün keşfettik :))

Yorucu olsa da, bahçe severlerin çok hoşlanacağı,kocaman tropik bitkiler arasında dolaşabileceğiniz,iyi dekor edilmiş,  keyifli, yorucu ama iyi manzaralı,5 yıldızı hakeden bir otel.

otel3otel4

otel phkt17

phkt9
potel

otel5 otel6

Otel : Avista Hideaway Resort & Spa

Adres: 39/9 Patong, ถนนหมื่นเงิน Phuket, Kathu, ภูเก็ต 83150, Tayland

 

 

CHILI KOKULU TAYLAND

Tayland ‘da yemek yemek Hindistan’da  yemekten daha az cesaret istiyor bu bir gerçek. Abartıldığı kadar olmasa da hijyen şartı burada lezzetten çok sonra geliyor. Bir süredir bir uzak doğu ülkesinin tütsü kokusunu solumak, Budizmi yaşamak, gezi programlarında gösterilen deniz mahsüllü noodle ve pirinç yemeklerini tatmak için fırsat kolluyorduk. Bunun için en iyi tercihin Taylan olacağından emin olarak yaklaşık 9,5 saatlik yolculuğa katlanmak zor olmadı.

Eğer siz bir gezginseniz, lokal mutfaklar, sokak yemeklerinin her zaman ilk tercih olması gerektiğini bilirsiniz. Özellikle bu ülkede, evlerde yemek neredeyse hiç pişmiyor. Sokakları tam bir chili-et kokusu sarmış. Ve bu sabahın ilk ışıklarıyla beraber başlıyor. Kahvaltı kültürü hiç yok, uyanır uyanmaz işe gitmek için sokağa çıktığınızda arabalarda kurulmuş tezgahlardan şişe geçirilmiş etlerden tırtıklıyorsunuz 🙂

 

20150411_211007-horz

 

Mutfaksız Tai Halkı

Burada yemekler neredeyse gözünüzün önünde yapılıyor. Konulacak malzemeler hazır. Ne istediğinizi söylüyorsunuz ve pıt pıt malzemeleri tavaya koyup pişirip plastik tabaklar veya şeffaf poşetlere koyup eline veriyor. Sende bir kenara çekilip hanım hanım yiyorsun afiyetle. Halktan birçok kişide poşetlere konulan yemekleri evlerine götürüyor. Dışarıda sokaklar muazzam birer mutfakken evde yemek pişirmek gereksiz kalıyor tabi böylece.

 

Tayland yemekleri

 

Noddle zaten çok severiz ailecek. Ama burada bambaşka. Deniz mahsullüler vazgeçemediklerimiz oldu. Kocaman karidesler, yengeç eti gibi deniz mahsulleri taptaze ve ucuz. Hayatımda yediğim en jumbo karidesi galiba burada yedim 🙂

 

20150408_215110

20150408_125348-horz

 

Aklınıza gelebilecek her yerde yemek yedik sanırım. En iyi restorandan en köhne sokak tezgahına kadar. Sokaktaki yemeklerin lezzet üstünlüğünü hijyensizliğe bağlamak  mı yoksa genelde en aç olduğumuz zamanlarda tercih etmemizin sonucumu desek bilinmez ama hayatınızda bir kere olsun Tayland sokaklarında yemek yiyin derim.

Birde her yerde gerçekten aromalı nefis meyveler mevcut. Bu tropik meyveler, soyulmuş, dilimlenmiş ve soğutulmuş olarak yine poşetlerde satılıyor. Serinlemek, en çok ananasla güzeldi 🙂 Birde coconut içinde dondurmalar vardıkiiiiii… Amann Allahım!!! İçinde gerçek hindistan cevizi parçaları var. O sıcakta, yenilecek en güzel şeydi bu dondurma.

Gidebilirseniz mutlaka bir pazara da uğramalısınız. O güzelim meyveleri poşet poşet alıp sırt çantasıyla ülkeye getirmek, yemeye kıyamadıkları bir heyecan yaşatıyor sevdiklerinize 🙂  Paylaşmak, hep güzel ♥

 

ymk16

20150413_155049-horz

Tayland pazarı

20150412_141439

 

Yer: Pkutet, Bangkok (Chatuchak pazarı – Floating Market – Tapınaklar)

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün 

 

PHUKET GEZİSİ

İlk defa ayrı koltuklarda uçuyoruz Ali ile. Bizimkinin hafif uçak gerginliği var. Umarım elimi tutmadığı için tedirgin olmaz diyorum. Thai Airways’in yemek servisi ile ilk içinde ne olduğunu bilmediğim Thai sandwichini mideme indiriyorum. Balık,mayonezli bir sos ve ananas. Ananas demişken, galiba hayatımızda yemediğimiz kadar cok yedik burada. Öyle güzel kokuyor ve öyle lezzetli aroması var ki. İçimizde küçük bir ananas ağacı olabilir.  Otelimiz Phuket, Patong Beach’e 10 dakika uzaklıkta tepede bir yere kurulmuş Avista Hideaway! İlk gün Phuket teki birçok tur firmasından seçtiğimiz biriyle adalar turumuza gidiyoruz. Her tur şirketinin olanakları aşağı yukarı aynı, ücretleri farklılık gösteriyor. Bu ülkede pazarlık yapamayanı sınırdan almıyorlar 🙂 Her şey pazarlıkla yarı fiyatına rahatça düşüyor.

İlk durağımız Phi Phi adasındaki Maya Bay’dı. Burası Leonardo Di Caprio’nun The Beach filminin çekildiği kumsal. Hayatımda görmediğim belkide bir daha göremeyeceğim güzellikteki küçük cennet. Tarifsiz bu un kıvamlı kumlara ayak basmak doyumsuz bir duygu. Sadece geldiğimiz zaman birçok tur teknesi de geldiği için çok kalabalık oluyor. Herkes inanılmaz mutlu ve şaşkın. Biz ise; doyamadık, doyamadık.

 

 

Tayland ‘da ne bir taşkınlık, ne bir saygısızlık ne de yükselen seslerle karşılaştık. Herkes mai pen rai (boşveeerr) durumunda. Birbirlerine büyük bir hoşgörü gösteriyorlar. İnsanları eleştirmek, azarlamak, kavga etmek ayıp sayılmakta. İnsanlar birbirlerini selamlarken ellerini çenelerinin altında birleştirerek başlarını hafifçe eğiyorlar. Bu çok tatlı bir görüntü bence :)) Ayrıca transeksüel, travestiler hiçbir şekilde dışlanmadan her türlü işte çalışabilmekte. Zaten öyle ki, gördüğünüz süper fizikli hatunun aslında bir travesti olduğunu anlamak bazen çok zor olmakta.

 

 

 

PHUKETTE SAFARİ

Fil safarisi; yine günün erken bir saatinde başladı. Biz yine lüks bir tur aracı beklerken gelen arkası açık sadece ustu kapatılmış bir kamyonetle ufak bir şaşkınlık yaşadık. Tabii bu tur biraz safari tadında olunca araçta ona göre oluyordu. Adanın iç kısımlarında orman içindeki tesis küçük ve köhneydi. Hemen bizi asma kat gibi yaptıkları yüksek bir alana aldılar. Terlikleri çıkardık ve sıramızı bekledik. Filler sırayla o yükseltiye yaklaşıp sırtlarındaki insanları indiriyor ve yenilerini sırtlarını alıyorlardı. Umarım şuan filimizin başına oturmuş bizi gezintiye çıkaran Bob Marley kilikli Filipinli işinin ehlidir diye umarak fil gezimiz başladı.

Fillerin üzerine oturttukları koltukta bizi güvence altına aldıklarını düşündükleri tek şey; bacaklarımızın üzerinden geçen halattı. Aklımdan gecen düşme, yuvarlanma ve kafamı kırma senaryoları Filin beni ezme düşüncesiyle şiddetleniyor ve kendi içimde müthiş bir korku filmi yaşıyordum. Arazi öyle engebeli ki o koca fil o yokuşlu patikadan aşaği doğru inerken her yerdeki dışarı fırlamış ağaç köklerine ayağı takılmasın diye dua ederken, fillerin dikkatli olup olmadıklarıyla ilgili izlediğim belgeselleri hatırlamaya çalışıyordum. Yaşadığım sıkıntı kelimelerle ifade edilemeyecek hızla ilerliyor ve dönüş yolunun daha kestirme olmasını dilerken dayanamadığım noktada filden inmek istesem bunun mümkün olmadığını  anlayarak kaderime razı olmam gerektiğini kendime kabullendirmeye çalışıyordum.  İste ben bu haldeyken sonunda fil sürücüsü Bob yüksek bir alanda filden atlayarak telefonumuzu istedi. Fotoğraf çekeceğini söyleyen sürücünün dediğini ikiletmeden yaptık ve en azından durduğumuz için derin bir nefes aldık.

 

Bizi minik bir fil yavrusu bekliyordu. Biraz daha muz alip onu beslemek için yanına yanaştığımda hortumunu boynuma sarip bana verdigi ateşli opucukle kendime geldim :)) O sırada ilerde dikkatimizi çekmeye çalışan bir maymun, sahibinin gülücüklerle bize bir şeyler sormasıyla başlattığı iletişimi, ne olduğunu anlamadan kucağıma oturup son aşamada fotoğraf makinasını birlikte tai selamı vermemizle sonlandırdı. Kazandığı 100 baht bahşişi ise Ali’nin elinden aldığı gibi sahibine ulaştırdı. Phuket te hayvanlar alemi gerçekten çok heyecanlı :))

Phuket

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

 

BANGKOK

Asya. Ne güzel isim. Batının burnu büyüklüğünün yanında çok sıcak,samimi ve güleç. Sanırım çiçekleri en çok seven ülke burası. Kocaman gökdelenlerinin arasında parlayan tapınakları,çılgın trafiği,boğucu havası, gelişmiş skytrein rahatlığı, enfes tropik meyvelerinin yanında sokaklarda pişen envai çeşit hayvanın etinin bilmem kaç derece havaya karışan ağır kokusu, eğlenceli olduğu kadar çokça tehlike saçan tuktukların çılgın kalabalık halleri… ve tabii gün içinde sizi kazıklamak isteyen adam sayısının en çok olduğu ülke 🙂 Bangkok, Melekler Şehri!

20150413_111501

 

Budizmi iliklerinize kadar hissedebileceğiniz tapınakları fazlaca gösterişli parlak altın varaklar ve çeşitli değerli taşlarla bezenmiş. Başınızı çevirdiğiniz her yönde gözünüze ilişen buda heykeli, çiçek demeti, su akan çeşmeler, renkli taşlarla giydirilmiş filler ve altın kubbeler,nefesinize karışan tütsü dumanının etkisiyle başka bir dünyada gözüküyor.

 

Bangkok

 

Ortasına düştüğünüz bu şehire alışmak biraz zaman ister. Ve şehir sizi isterse, Bangkok’u gerçekten çok seversiniz. 5 türkün 4ünün yemeyeceği sokak yemeklerinin hijyeni sizi alakadar etmezken, gökdelenlerin ara sokaklarına gizlenmiş özel kahve dükkanları şehrin karmaşasına biraz ara vermeniz için sizi davet eder. Eğer şehri yaşamayı isterseniz, Bangkok size kendini yaşatır.

 

20150413_125220-horz

20150413_121616

20150413_125119

20150413_121750-horz

Aklınızda Bulunsun;

Nisan ayında Songkran Su Festivali oluyor. İnsanlar ellerinde su tabancaları ve kovalarla birbirini ıslatıyor. Yol kenarında dükkan sahipleri bahçe hortumlarıyla beklerken karşıdan size gülümsüyor. Islatmadan hemen önce ellerinizi çenenizin altında birleştirip selam verirseniz hemen hortumu veya su dolu kabı yere bırakıp selamınıza karşılık veriyor 🙂 Biz su dan kaçmanın yolunu bu sayede bulmuştuk. Ancak inanışlarına göre bu adet ıslanan kişiye iyi şans getirdiği için festival zamanı sokağa çıkıyorsanız ıslanmama şansınız neredeyse hiç yok. Songkran; yenilenme ve kötülükleri temizleme bayramıdır.

 

Songkran Festival Day 1   –   (İzlemek için)

 

Tuğçe Tüzün

SARAYBOSNA

11 Şubat 2015.. Sabahın 05:00’inde uyanıp nereye gideceğini bilmeden, bir de uçağa yetişmek için acele ederek dış hatlar terminaline gelmek oldukça garipti. Nereye gideceğimizi söylemeyen sevgili eş, doğum günüm için 1 günlüğüne bir gezi planlamıştı. İstikametimizi boarding kartlarını görünce öğrendim. Saraybosna ‘ya uçuyorduk.

IMG_5654

İstanbulda hava fırtınalı ve karlıydı. Uçaktan inerken tanıdık bir müdür gördük. Saolsun bize şehirle ilgili ufak bilgiler verdi, hatta bizi otelimize kadar da bıraktı. Kaldığımız yer ünlü Latin Köprüsünün hemen yanında. Böylece görülecek yerlere tamemen hakimiz. Saraybosna ‘dan biraz bahsedelim.

IMG_5758

Saraybosna; Osmanlılar tarafından kurulmuş. 15. yy sonlarına doğru önem kazanmış. 1878 yılında Avusturya Macaristan’ın eline geçen kent, Viyana’dan önce sokak lambalarıyla donatılmış. Arşidük Franz Ferdinand ve karısının, Sırp Gavrilo Princip tarafından öldürülmesiyle 1. Dünya Savaşı’nı başlatan olay Saraybosna’daki otelimizin bulunduğu bu Latin Köprüsünde olmuş.

Saraybosna

Tarihinden;

Saraybosna 92-96 yıllarında 4 yıla yakın Sırp kuşatması altında kalmış. Kente hakim tepelere yerleşen Sırplı keskin nişancılar nedeniyle bazı cadddeler geçilmez olmuş, bazılarına barikatlar kurulmuş. Riski sokaklarda insanlar yıllarca karşıdan karşıya koşarak geçmiş. Ateşe açık bu noktalarda ”üçüncü” geçen kişi olmamayı Saraybosnalılar öğrenmiş; çünkü Sırp nişancı birinci geçeni farkeder, ikinciye nişan alır ve üçüncüyü vururmuş. Öyleki sokaklarda, binalarda, toplu taşıma araçlarında hatta insanların gözlerinde o tarihlerin izleri hala mevcut. Binaların çoğunda hala mermi izleri var. Okullarda, hastanelerde, kütüphanede bile! Bir insan kitapları niçin vurmak istesin?!

Burada yaşayanların %80’i binalarını yenilememenin arkasında duruyor. Çünkü yaşanılanları unutmak istemiyor. Aynı zamanda ziyarete gelen herkesin, modern çağda ve Avrupa’nın göbeğinde, halka yaşatılan bu zulmü görmesini istiyor. Haklılar da aslında. BM (Barış Gücü) tarafından korunduğu iddia edilen güvenli bölgede, Avrupa’nın orta yerinde toplu bir katliam meydana gelmiş. Ve bm dahilinde olan Saraybosna halkı için Avrupa ve dünya hiç birşey yapmamış.

IMG_5852-vert

Burası öyle biryer ki kafanızı şehri çevreleyen dağlara kaldırdığınızda bir anda kendinizi Alp dağlarında gibi hissedebiliyorsunuz. Bu dinlendirici ve huzurlu his bir anda yerini empatiye dönüştürdüğünde ise büyük bir üzüntü duyuyorsunuz.

Bundan sadece 22 yıl önce bu tepelerin düşman silahlarıyla insanları izlediği hissi beni çok etkiliyor. Dört bir yanı tepelerle çevrili bu şehirde saklanabilecek bir yer bulmak hayatta kalabilmenin tek şartı oluveriyor.  Srebrenitsa Katliamında sadece bir gecede yaklaşık on bin boşnak erkek depolara, okullara ve ambarlara doldurulup kurşuna dizilerek topluca öldürülmüş. Kadınlara tecavüz edilmiş. Hemde bunların hepsi BM dahilindeki bu Avrupa ülkesinde, tüm dünyanın gözü önünde yapılmış. Binlerce kişi, eşlerinin ve annelerinin önünde kurşuna dizilmiş. Günümüzün en uzun süreli kuşatmasını yaşayan şehirde insanlar 3 yıl boyunca yerin altında açılan umut tünelleri yoluyla hayatta kalmışlar. Bu tünelleri ziyaret edebiliyorsunuz. Bosnalı bir ailenin evinin içinde inşa edilmeye başlanan tünelin yapımı 4 ay sürmüş. 1 metre genişliğinde ve 800 metre uzunluğunda olan tünel insani yardım, gıda ve cephane taşıma için kullanılmış. Aynı zamanda da insanları şehirden çıkarabilmek için.

IMG_5823-vert

En önemli anlaşılması gereken bu kısa tarihten sonra gelelim görülmesi gerekn diğer yerlere. Tabii hala görecek gücümüz kaldıysa?? Başçarşı, tamamen Osmanlı izleri taşıyan bizim Sultanahmete benzeyen bir yer. Muşamba örtülü minicik pastahaneleri, bayan olan erkek berberleri, türkçe yazılarında varolduğu börekçileriyle 80’lerde takılıp kalmış gibi. Ufak bir gezinin ardından kahvaltı için lokal bir börekçiye giriyoruz. Ünlü Boşnak böreğini Çaykur çayımızla hüpletiyoruz.

IMG_5700-vert

Avrupa’nın Kudüs’ü olarak adlandırılan şehirde cami, kilise ve sinagogları yan yana görmek mümkün. Cumbalı ahşap evleriyle tipik Osmanlı mimarini andırıyor. Ferhadiye Caddesi adındaki ünlü cadde (Başçarşı) de sıralanmış minicik dükkanlarda; giyecek, tablo, takı, saat, kilim gibi şeyler satılıyor. Ayrıca ahşap oymacılığı da çok iyi. Adım başı boşnak böreği ve türk kahvesi yapan yerler var. Hiçbiri kocaman değil, herşey minyatür. Birde gereksiz yere lambalarını yakmıyorlar. Hatta dükkan açık mı kapalı mı olduğunu anlamanız için kapıyı yoklamanız gerekebilir. Sanırım savaş döneminden kalma ihtiyacın kadar kullanma veya israf etmeme alışkanlığı. Bir de savaş ülkeyi çok çok geriye götürmüş. Herşey gerçekten 80 lerde kalmış gibi.

IMG_5841

IMG_5862

Ferhadiye Caddesinde ”İsa’nın Kalbi” olarak bilinen Saraybosna Katedralini görüyoruz. Burası insanların buluşma yeriymiş. Taksimdeki Burger King gibi 🙂 Az ilerisinde de Mimar Sinan etkilerinin görüldüğü Gazi Hüsrev Bey Camii bulunmakta. Bu caminin dışında iki tane oluklu çeşme var. Rivayete göre bu çeşmelerden birinden su içenin şehre tekrar geleceği söylenmekteymiş. Ben içmedim ama Ali içti 🙂 Deneyip göreceğiz 🙂

IMG_5801IMG_5776

Evet bir doğum günü süprizi için seçilecek bir şehir olmasa da,herkesin görüp bilmesi gereken bir yer burası. Türkiye’den burayı ziyaret çok kişi olduğunu biliyorum. Saraybosna ayrıca kayak yapmak içinde harika bir yer. Ama yeterince tanıtımı yapılmıyor. Dağlar çok güzel kar alıyor. Biz bir sonraki sefer Monstar Köprüsü ve gizli mucize Bosna Piramitleri için tekrar geleceğiz.

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

ST PETERSBURG

2015’e Rusya’da girmek başta bizi korkutmuştu. Sadece 1 gece 2 günlük tatilimiz vardı ve biz yeni yıla bembeyaz caddeler, ağaçlar ve çatılara bakarak girmek istiyorduk. St Petersburg İstanbuldan 4 saat uzaklıkta, vizesiz ve gerçekten çok kuzeyde olması sebebiyle bizi cezbetmişti. Her ne kadar arkadaşlarımız kışın Rusyaya mı gidilir, bir de yeni yılda sokakta olmak istiyorsunuz, gezemezsiniz olacak iş değil söylemlerine karşı o uçağa binmiştik. Öyle korkunç ve hiç yaşamadığımız bir soğuk bekliyorduk ki, hüsrana uğradık diyebilirim.

img_4107-horz

 

Evet heryer bembeyazdı. Kıtır kıtır karların üstünde yürümek, o sene hiç kar yüzü görmemiş bizler için çok eğlenceliydi. Ama soğuk? Türkiye de bıraktığımızda buz gibi yağmurlu ve fırtınalı bir hava varken, burada bembeyaz yumuşak bir hava vardı. Ohh dedik bizimkilere :))

 

img_4105

img_4144

img_4151

img_4267

img_4259

img_4204-horz

Otelimiz o güzelim şaşalı görünümlü Voskresenia Khristova Kilisesi (Kanlı Kilise)’ne çok yakındı. Hatta otelin cafesi bu manzaraya bakıyordu. Bu bölge Nevski Caddesine çok yakın olduğu için, gezilecek birçok lokasyona ulaşım da rahattı. Nevski Caddesi üstünde restoranlar, hediyelik eşya dükkanları, harika kırtasiye-kitapçılar ve süslü binalar vardı. Tüm akşam bu caddeyi gezdik, istediğimiz her yerde kahve içip yemek yedik. Isınmak için ceplerimizdeki rus konyaklarından içtik 🙂 Malum; günlerden 31 Ocak, müzeler kapalı. Yarın da sadece gündüz saatlerimiz var, sonra döneceğiz.

Yeni yıla çok şirin bir cafe restaurantta girdik. Putin’i dinleyerek :)) Her sene yeni yıla girerken 10 dakikalık bir konuşma yaparmış. Ve tüm Rus halkı evlerinde onu dinlermiş. Burada da televizyon açıldı ve Putin’in yeni yıl için güzel temennileri dinlendi. Sonra etrafımızda bir şeyler patladı, garson kızların hepsi konfetiler saçtı ve herkes birbirini tebrik etti. Derken Rus milli marşı çalmaya başladı. Evet, biz yeni yıla Rus milli marşı ile girdik :))

img_4174-horz

img_4305

img_4354

 

Ertesi sabah o güzelim müzelere dışarıdan baktık, Neyseki Nevski caddesi üzerindeki Singer Binası açıktı. Orası harika bir kitapçı aynı zamanda. Kırtasiye malzemelerine düşkün ben buradan çıkamadım, ama aldığım Rusya manzaralı takvimi bütün sene zevkle de kullandım. :)) Üst katında çok şık bir cafesi var. Orada oturup Saint Isaac’s Cathedral’ ini seyrederek kahvemizi içtik, ısındık. 

Bir de biz Petersburg’da Rus görürüz sanmıştık. Zaten topu topu 1,5 günümüz vardı. Yılbaşı gecesi tüm gün caddelerde olmamıza rağmen çok az Rus’a rastladık. Meğer Ruslar yeni yıla mutlaka evlerinde aileleriyle yemek yiyerek girerler,gecenin çok geç saatlerinde dışarı çıkıp eğlenirlermiş. Bilemedik :)) Geldiğimiz gibi geri dönsek de bir sonraki sefer tatil günlerinde gelmemeye söz verdik. Yine geleceğiz Petersburg…

 

Singer Binası

img_4421

img_4411-horz

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün