KABAK DOLMASI, EV YAPIMI ICE TEA İLE

Kabak Dolması yapmayı bilmeyen azdır diye düşünüyorum ama günümüzde özellikle kadının çalıştığı bir toplumda hala evde geleneksel yemekler pişirenlerin sayısının da azaldığını biliyorum. Ne yazıkki artık herşey hazır önümüze konulan, kısa sürede pişirilen pratik yiyeceklerden oluşmakta. Tavada hemen kızartılan tavuk veya bir parça et yanına yine dondurulmuş hazır patates kızartmasıyla sunulmakta. Eğer şanslıysak tabağın yanına sırf renk katması için bir tutam yeşillik konulmuş olabilir. Evde salata yapmak bile bazılarına zor gelebilir. Çünkü yeşilliklerin sirkeli suda yıkanması ve kurutulması uğraş gerektiriyor.

 

Daha pratik ve amerikanvari yiyeceklerin tüketilmesi varken insan neden dolma yapsınki? Yada şehirde iyi kurufasulyeciler varken evde neden fasulye ıslatılıp bekletilsin, pişirilsin, yensin? Pratik ve hızlı pişen yemeklere karşı değilim ama hızla yenilenen ve hazırcılaşan bir dünyada geleneksel yemeklerin arada bir pişirilmeye hakkı olduğunu düşünüyorum. Yurtdışında ve ülkemizde köylerde geleneksel tariflerin değişmemesi için uğraşan ve buna hassasiyet gösteren insanların olduğunu görmek umut verse de , çoğunluk hızla gelişime ayak uydurmakta ve DEĞİŞMEKTEDİR. Daha kolay, daha basit, bezense daha sağlıksız ama göz alıcı olan yeğlenmekte olup ”hayatın her bölümü” daha lezzetsiz, huzursuz veya hastalıklı bir duruma dönüştürülmektedir.

 

Benim için mutfakta vakit geçirmek çoğu zaman kanepede televizyon izlemekten yada amaçsızca sosyal medyada zaman harcamaktan çok daha huzurlu ve heyecanlı oluyor. Ve siz ne düşünürsünüz bilmem ama çok daha VERİMLİ. Ortaya çıkan mahsülün iyi bir şekilde sergilenmesi işin en heyecanlı kısmı diyebilirim 🙂 Zihnimizi meşgul eden yaşam dertlerine bir süreliğine ara vermek, telefonu elinden bırakmak, gazete ve dergiyi sehpanın üstüne koymak, haber sunan spikerden af dileyip sevdiğimiz bir müziği açıp masaya oturmak artık bir aile geleneğimiz oldu ve bundan çok memnunum. Gelenekler önemlidir. Unutmayın; çocuklarımıza bırakabileceğimiz sayılı değerli şeyden biridir ve marketten hazır ve basit olarak satın alınamaz.

 

Şimdi gelelim tarife… Kabak dolması’ nda aslında herkesin stili farklıdır. Ben kendi stilimi kısaca anlatayım.

Malzemeler

  • 5-6 adet top kabak
  • 1 büyük soğan
  • 1-2 diş sarımsak
  • (İsteğe bağlı) kıyma
  • Her kabak için ortalama 1/2 yemek kaşığı pirinç.
  • Her kabak için ortalama 1 yemek kaşığı bulgur
  • 1 yemek kaşığı biber salçası
  • 1 olgun sulu domates
  • 1 dolu yemek kaşığı kuru nane
  • 1 çay kaşığı karabiber
  • 1/2 çay kaşığı kimyon
  • tuz
  • iyi zeytinyağı

Kabak Dolması Tarifi

 

Hazırlanışı;

Soğanı ve domatesi bir kapta rendeliyoruz. Tüm malzemeleri koyup iyice karıştırıyoruz. İçlerini oyduğumuz (kendinize güzel bir kabak oyacağı alın) kabakların içlerini bu harçla dolduruyoruz. Kabakların baş kısımlarını çöpe atmayın. Onları kapak olarak kullanacağız bu kısımda. Eğer kabakları doldururken ağzına kadar sıkıca doldurursanız içleri tam pişmez ve kuru olur. Bu yüzden doldururken iç harcı bastırmayın ve üstten bir parmak kadar boşluk bırakarak pirinç ve bulgurun şişmesine izin verin. Kabakların baş kısımlarından yaptığımız kapakları üstüne kapatın. Yayvan ama kabakların boyutuna uyacak bir tencereye dizin. Üstüne son bir kez daha iyi zeytinyağı gezdirip ocağın altını yakın. Kabakların yarısının az daha üstüne çıkacak kadar sıcak su gezdirin. Gezdirdiğiniz suya da biraz tuz koyup kapağını kapatın. Ocak çok harlı olmasın. Arada bir kontrol ederek ortalama 30-40 dakika pişirin. Arada bir kabaklara çatal batırarak pişip pişmediğini kontrol edebilirsiniz. Kabak Dolması ‘nı ev yapımı içecekle servis edebilirsiniz.

Afiyetle…

 

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün

FUSHIMI INARI, KYOTO

Turuncu Toriler

Yemyeşil bir ormanın içinden bir dağın tepesine turuncu kapıları geçerek tırmandığınızı düşünün. Burası bence Japonya’nın en güzel şinto tapınağı. Bu turuncu kapılar, yani toriler eskiden pirinç ve sake tanrısına adanıyormuş. Sonralarda ise başarılı iş adamları ve şirketler adak adayarak isimlerini bu kapılara yazdırıp koyduruyorlarmış. Fushimi Inari de dilek dileyenlerin dilekleri olunca isimlerinin yazılı olduğu bir kapı adıyorlarmış. Böyle böyle Kyoto’daki Inari dağının tepesine kadar binlerce kapı oluşmuş.

Fushimi Inari, KyotoFushimi Inari, Kyoto

Kyoto’nun en eski ve en popüler tapınaklarından biri burası. 24 saat açık ve giriş ücreti yok. Çok erken bir saatte gelmek mantıklı, yoksa okul kıyafetleriyle öğrenciler tapınak ziyaretine geliyorlar. Biz sabah saat 8 gibi gelmemize rağmen öğrenciler vardı.

Bu uzun yürüyüşü katlanılabilir hale getiren ara duraklar var. Buralarda çay içebilir veya mum yakarak dilek dileyebilirsiniz.

IMG_7207-vert

 

Şehrin kültürel benliğinde yer etmiş bazı bölgeler özellikle ziyaret edilmeyi hakediyor. Zamanın olmadığı içsel bir yolculuk için yüzlerce turuncu kapının olduğu Fushimi bölgesine gelmeniz size çok kıymetli anılar kazandıracak.

IMG_7263-vert

IMG_7289

 

(5 Nolu otobüs ile Fushimi Inari Taisha durağı.)

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

ADANA’DAN HATAYA LOKMA LOKMA

Düğün sezonunu Hatay’da açtık bu yıl 🙂 Hatay, Adana ya yakın olunca bir lezzet gezisinden alamadık kendimizi. Böyle olunca gitmeden 1-2 gün az yiyelim de orada telafi ederiz mantığıyla Hatay uçağına biraz midemiz boş bindik 🙂 Neredeyse uçaktan iner inmez Uzun çarşı’ya yol aldık. Hatay’da vaktimiz kısıtlı, ufak bir şehir turu ve yemek sonrasında düğün için hazırlık. Uzun çarşı, kapalı çarşımıza benzeyen ve yerel ürünlerin satıldığı, lokantaların olduğu bir çarşı. Mis gibi güneşte kurutulmuş biber salçasının kokusu, domatesin rengiyle yarışırken,gözümüz yan taraftaki künefecide 🙂 Evin 6 aylık salça alışverişini yaptıktan sonra sonunda karnımızı doyuracağımız Kasap’a ulaşıyoruz. Biraz şans eseri aslında. Dışarıdan bakıldığında bir minik bir kasap gibi duruyor. Fakat içeri girdiğimizde bir restoranla karşılaşıyoruz. İsmi: POC KASABI Siparişlerimiz belli. Bir tepsi bir kağıt kebabı :)) Hemen buz gibi bakır kapta ayranımız geliyor yanında yeşilliklerle. Off off diye diye yiyoruz afiyetle :))

Tıka basa doyduktan sonra sıra tatlı da. Onun içinde yine çarşı içinde közde pişirilen bir tatlıcının dükkan önündeki minik taburelerine oturuyoruz. O nefis künefeyi yerinde yedikten sonra yönümüzü Saint Pierre Kilisesine çevirdik. Dağın içine doğru taşlar oyularak oluşturulmuş minicik bir kilise burası. Görülebilir de görülmeyebilir de 🙂

IMG_8032IMG_8044IMG_8042 IMG_8049-horz

Otele dönüp hazırlık yaptıktan sonra Hatay düğününün nefis mezeleri eşliğinde eğleniyoruz. Güneş ve Aline tekrar mutluluklar diliyorum canımlar 🙂 Yarın, Adana’dayız. Elimde lezzet dolu bir liste var 🙂 Sabahtan gece uyuyana kadar yemek yiyeceğiz :))

IMG_8082

Sabah otelden ayrıldığımız gibi Adana’nın yolları taştan,sen çıkardın beni baştan edalarıyla yola koyulduk. Zaten mesafe 190 km civarında. Yani Adana’ya vardığımızda baya acıkmıştık. Kahvaltı mekanımız; Birbiçer Ciğer 🙂 Adana’ya göre ciğer için geç bile kalmıştık aslında. Yine her restorandaki gibi yeşillikler bol bol geldi masamıza, ayranda yine buz gibiydi. Bir porsiyon 7 şiş. Ciğerler nefis. Ye yiyebildiğin kadar, koy şişini kenara.

IMG_8158

Biraz şehir turu lazım şimdi bize. Gelmeden bloglardan araştırmıştım biraz. Gezilecek birkaç yer var listemizde.

Adana Ulu Cami

Sabancı Merkez Camii

Taşköprü

Adana Merkez Park

Hepsi birbirine yakın. Zincirleme geziyoruz. Eğer vaktiniz varsa Arkeoloji Müzesini de gezin derim. Adananın simgesi Seyhan Nehri üzerindeki muhteşem Taşköprü gelenlerin fotoğraf çektirmeden gitmemeleri gereken yerlerden en önemlisi bence. Roma döneminden kalmış. Çok yakın bir zamana kadar araç trafiğine açıkmış ama artık kapatılmış. Bu köprü dünyada halen kullanılan en eski taşköprü olma özelliğini taşıyor. Tarihi değeri olan bu köprüden geçerek Merkez Camii ne doğru yürüdük. Oradan da Adana Merkez Parkı. Ben buranın böyle güzel olabileceğini hiç tahmin etmemiştim. 33 hektar büyüklüğündeki bu güzel parkın içinde gezmek,çimlerde yuvarlanmak, çiçekli bahçelerinde yürümek, havuzlu köprülerinden geçmek çok ama çok keyifliydi. Tertemiz, bakımlı ve zevkliydi. Ama yavaş yavaş susamaya başladık. Galiba lezzet listemize bakıp serinleme vakti gelmişti :))

20160521_125352

IMG_8160IMG_8168IMG_8279IMG_822320160521_133426IMG_8179IMG_8218IMG_8193

Kazım Büfe

Vedat Milor’un Adana seyahatindeki en beğendiği noktalara göre listelediğimiz durakların 2.si Kazım Büfe. Gazipaşa bulvarı, Toros caddesi üzerindeki bu büfeye vardığımızda önünde gördüğümüz kuyruk daha denemeden lezzetini belgeledi aslında bize. Biraz sıra bekledikten sonra serin, tadı damağımda, kalbimi çalan MUZLU SÜT ‘üm geldi. Bir muzlu süt fanı olarak bu lezzete deli oldum desem yeridir. Sanırım keçi sütüyle yapılıyor. Ve bir porsiyonu 1,5 bardak olarak veriliyor. Bıyıklarda birikmiş süt herkesi gülümsetirken, Adana’da serinlemenin en güzel yolunu bulmuş bulunmaktayız. Kazım Büfe, en kısa zamanda yine gelicem bütün sütlerini bitiricem, görürsün!

IMG_8289

En Lezzetlisi

Şimdi karnımız yavaş yavaş tekrar acıkıyor. Aslında açlık değil bizimkisi aç gözlülük. Elimizdeki listeye bakıp Şırdancı BEDO’ya doğru yürüyoruz. Buarada Adana’yı bugün yürüyerek dolaştık, hava iyiki fena sıcak değildi. Beyler ‘şırdan şırdan’ diye tezahüratta iken biz sevgili can dostum Sinem’le Adana’nın en eski kebapçısı Mesut’u arıyoruz. Şırdancı henüz hazır değil, masalar kuruluyor. Bu yüzden önce Mesut’a geçiyoruz.

Gezdiğimiz her yer esnaf lokantası kıvamında yerler. Lüks beklemeyin sakın. O tarz yerlerde var evet büyük caddelerde beyaz örtüler serilmiş masalarında kadehleri su doldurulmuş insanlar, servis edilen yemeklerini lokmalıyorlar, gördük. Ama bizim yediklerimizi yiyebilmek için ülkenin birçok yerinden insan bu şehre akın ediyor. Ellerine bu lokantaların adreslerini yazmış, sokak aralarında hatta sanayi içlerinde bu lokantaları arıyorlar. Lezzeti, ustalığı ün salmış lokantaların müşteri kaygıları yok. Fakat kaygıları yok diye de saygısından veya hizmetinden, güler yüzlerinden geri kalmamışlar. İstanbul da ve birçok büyük şehirde malesef bu sorun var. Eğer ismini sattığınız bir yer işletiyorsanız belli müşteri kitlesi rahatlama yaratabilir. Müşteri kaygısı olmayan kaba personeller isminize leke sürebilir.

Kebapçı Mesut, lezzet avcılarının iyi bildiği, kendini kanıtlamış bir halk lokantası. Ustası hakiki usta. Hatta birçok ustaya ustalık yapmış mezun etmiş ancak yine de onun gibi olamamış kimse. Gülen yüz ve samimi yaklaşımla kendinizi annenizin mutfağında en sevdiğiniz yemeği yerken hissedebilirsiniz. Boş tabağı uzatarak ”anne bir tabak daha” diyecek gibi olmanız muhtemel. Öyle de oluyor. Aç beyler şırdanı beklerken bizim tabaklarımıza sulanınca amca oradan ”vermeyin yahuu” diyor gülümseyerek 🙂 Bir süre sonra bizi orada bırakıp Şırdancı Bedo’ya gidiyorlar. Bizde fırsat bilip tam birer porsiyon daha isteyecekken amca yaklaşıp ”doymadınız değil mi? En iyisi ben size bir porsiyon daha getireyim” diyor tüm sevimliliğiyle. Hah, tam ağzımızdan aldın amcacığım, harikasın! :))

IMG_8310IMG_8319

Storie Coffee Shop

Son olarak Toros Caddesinde bir cafe keşfettik. Çok eski değil aslında yeni bir cafe, konseptine bayıldık. Bize Karaköy’deki kahvecileri anımsattı. Fakat akşam çok geç bir vakitte geldiğimiz için kapanmak üzereydi. Yine de kahvelerimiz olurken işletmecisi bayanla biraz sohbet edebildik. Hergün güzel güzel sözler paylaşıyorlar kapının önündeki kara tahtada. İçeride neredeyse tüm günü geçirebileceğiniz rahat köşeler mevcut. Kahvesi leziz. Kurabiyeleride güzel görünüyordu. Bir dahakine gündüz ilk buraya geleceğiz 🙂

IMG_8337

Net; Adana ülkedeki en iyi yemek kültürüne sahip bölgelerden biri. Bir gün yeterli. Eğer fırsatlardan ucuz uçak bileti aratırsanız mutlaka tercihlerinize Adanayı ekleyin. Kalmak zorunda değilsiniz. Havaalanı şehir merkezine oldukça yakın, sıkıntı yaşamazsınız. Gelin ve iyice doyun. Bide mutlaka Kebapçı Mesut’a gidip 2 porsiyon kebepla birazcık samimiyet yüklenin.

Sevgiler.

IMG_8296

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

                       Sinem Güneş Sedef – Gökay Sedef 🙂

KYOTO GEZİ REHBERİ, JAPONYA

 

İpek, renkli kimonolarına sarınmış estetik davranışlı japonlar, ayaklarına geçirdikleri yüksek tahta takunyalarla Kyoto ‘nun dar ve kablolu sokaklarında hızlı hızlı yürürler. Güneşli  bir günün kaçınılmaz aksesuarı olan şemsiyesi ile, köşe başında kaybolan kuş desenli kimonolu geyşanın, ensesinde sıkı sıkıya toplanmış koyu renk saçları, bu mesleğin ne kadar disiplinli olduğunu hatırlatıyor.

Geyşalık 11.yüzyılda savaşçıları ve önemli devlet adamlarını eğlendiren kadınlar olarak tanımlansada, ayrıntıları bundan daha derinde. Sosyal yetenekleri iyi olan küçük kızlar japon adetlerine göre nasıl yürüyeceği, nasıl yemek yiyeceği ve nasıl dans edeceklerini içeren katı bir disiplin ile yetiştiriliyorlar. Enstürman çalmak, şarkı söylemek, çay servisi etmek ve dans etmek gibi hünerlerini en iyi şekilde sergilemeleri eğitimin bir parçası. Bir geyşanın en büyük amacı konuklarını eğlendirmek olup, konukların çalışma alanları, hobi ve ilgi alanlarıyla bilgi sahibi olmalılardır. Yüzlerine yaptıkları solgun makyaj duygularını gizleme amacı taşır. Sanıldığının aksine geyşalık çok emek isteyen ve saygın bir meslektir.

Kyoto yazısına geyşalıktan başlama sebebim; bu şehrin Japon kültürünü iliklerinize kadar yaşatması. Japonya’ya gelmeyi düşünen herkesin yolunun mutlak surette bu şehirden geçmesi gerektiği.

 

Japonyadan geleli neredeyse 1 ay olmasına rağmen yazmaktan korktuğum bu şehrin bana hissettirdiklerini nasıl anlatacağımı bilemedim. Bilgisayarımı açıp çektiğim fotoğraflara baktığımda objektifimin gördüklerimi aynı güzellikte yansıtmadığını farkettiğimde büyük bir hüsrana düştüm. Ne şekilde anlatsam da insanlar buraya gitmek için can atsa, çok sevse? Eminim, nasıl yazarsam yazayım, ne fotoğraflar ne de anlattıklarım bu şehrin güzelliğine yetmeyecek. Kyoto her zaman her şeyden daha güzel olacaktı.

Osakadan kalkan JR trenimiz ile 45 dakikada Kyoto Station’a ulaştık. Bu küçük şehre ancak böylesi güzel bir istasyon yaraşır. Otobüs numaralarının yazılı olduğu tabela çıkar çıkmaz bizi karşılıyor ve görevli minik japon amca tüm yardımseverliğiyle gülümsüyor. Kalacağınız otelin ismini söylerseniz o da size hangi otobüse binmeniz gerektiğini söylüyor. Hani o tüm japonyada kullandığımız JR tren biletleri var ya, onu cüzdanımıza kaldırıyoruz. Çünkü bu şehirde ulaşım tamamen otobüsle. Otobüs bileti makinesinden günlük 500 yene bilet alırsanız tüm gün başka bilet almaya gerek kalmadan otobüsleri kullanabilirsiniz. Otobüslere arka kapısından biniliyor. İneceğimiz durağa geldiğimizde beyaz eldivenli otobüs şoförüne biletimizi gösterip iniyoruz. Her ana durakta en az 3 tane 60 yaşın üstünde amca duruyor, görevli. Küçük bedenlerinden yansıyan büyük hareketlerle bineceğimiz otobüsü, ineceğimiz durağı, sağdan soldan yürüyeceğimiz yolları anlatarak bize yardım ediyorlar. Japonların yardımseverliği şimdiye kadar gördüğüm ırklar içinde en aşırısıydı 🙂 Bunu Osaka yazısında daha iyi anlatmıştım.

Birçok yerde tourist information office var. Herhangi birinden bir harita alın. Gezilecek yerler konusunda da yardımcı oluyorlar. Gerçi Kyoto’da her tapınak, her sokak,her dükkan bir gezilecek yer. Hatta bizim yaptığımız gibi günün bir saatinde Starbucks’da yeşil çaylı latte içerken caddeden yürüyen japonları izleyin. Bir film setinde olduğumuzu hissettirmeye yetiyor.

Japon kültürünü tüylerinizin ucuna kadar hissettiren, üst üste dünyanın en güzel şehri seçilmiş Kyoto’dasınız. Eğer bütçeniz varsa burada geleneksel japon otelleri olan Ryokan’larda kalmak çok keyifli olacaktır. Biz de böyle bir tercih yapmıştık, bunu Kyoto’da Yemek ve Konaklama yazımda okuyabilirsiniz. Peki Japonya’nın bu güzelim şehri Kyoto’da nereler gezilmeli? Daha önce de söylediğim gibi burada her yer görülecek yer ama birbirine yakın önemli noktaları aynı gün içinde daha verimli gezmeniz adına yaptığımız Kyoto Rotası’nı burada paylaşıyorum.

1.GÜN

  • Kinkaku-ji Temple (Golden Pavilion)
  • Ryoan-ji
  • Ninna-ji
  • Tenryu-ji
  • Bambu Ormanı
  • Okochi Sanso Garden
  • Pontocho Bölgesi

2.GÜN

  • Nijo Castle
  • Ginkaku-ji
  • Filozof Yolu
  • Nanzen-ji
  • Yasaka Shrine

3.GÜN

  • Fushimi Inari Taisha
  • Kodai-ji Temple
  • Kiyomizu-dera
  • Gion Bölgesi

Birinci Gün

Erkenden en görkemli tapınak olan Kinkaku-ji ye doğru yol aldık. Üst iki katı altın kaplama olan bu parlak tapınağın içine giremiyorsunuz. Zaten çok da lazım değil. Lakin burada görülecek şey köşkün hemen önündeki gölete yansıyan görüntüsü ve o estetik havalı japon bahçesi. Bu tapınak bence fazla görkemli olduğundan istediğimiz dinginliği burada hissedemedik. Ama bir sonraki tapınak var ki.. Ali’yi oradan çıkaramadım. Biraz daha biraz daha duralım derken zamanın çoğunu burada harcadık. İsmi; Ryoan-ji. Birçok kişi aksine görkemli Kinkaku-ji’yi parlatırken biz sönük Ryoan-ji’den ne anladık? Huzur.. sevgili dostlar.

İsminin anlamı bile Huzurlu Ejderha Tapınağı. 1500 yılında yapılmış bu tapınakta inanılmaz bir sükunet ve huzur vardı. Ağaçlar, çiçekler, göletler, minik köprüler, her yerde bir Zen ruhu hakimdi. Tapınağın içinde ayakkabılarınızı çıkarıyorsunuz. Burada 15 yosun tutmuş iri kaya parçasından oluşan bir kaya bahçesi var. Bu bahçenin hangi tarafından (tepeden hariç) bakarsanız bakın on dört kaya sayabiliyorsunuz. Sadece aydınlanmaya ulaşabilenlerin on beşinciyi görebildiğine inanılmaktaymış. İşte bunu bilen sevgili eşim, on beşinciyi görebilmek uğruna terası bir uçtan bir uca dolaştı :)) Böyle olunca da elbetteki en çok zamanı bu kaya bahçesinin karşısındaki terasta oturarak ve kaya sayarak geçirdik :)) Fakat öyle bir şey ki sırf bununla bile nefis bir huzur duyduk. İşin sırrı kayalarda bence :)) O yüzden Kinkaku-ji’nin şehvetine kapılmayın. Ryoan-ji’nin felsefesini çözmeye, buraya gelin.

Tapınakları sırasıyla gezdiğimizde en son Bambu ormanına geliyoruz. Burası insanı içine çeken, kulaklarınıza bambulardan çıkan rüzgar sesinin çalındığı, güneşin içeri zorlukla sızdığı büyülü bir orman. Burada bulunduğumuz için çok şanslıyız. Sonrasında Arashiyama’nın o güzelim nostaljik trenine binerek bu büyülü masalın derinliğinden yavaşça yeryüzüne ulaştık.

 

İkinci Gün,

50 numaralı otobüse binerek kaleye yol aldık. Kalenin geniş bir alanı var, içindeki hediyelik eşya satan dükkan, diğer tapınaklara göre en ucuzuydu. Bence hediye işini bu dükkana bırakın 🙂 Eğer vaktiniz varsa önceden internetten rezervasyon yapmanız şartıyla Kyoto Imperial  Palace’ı gezebilirsiniz. Ben rezervasyon yapamadığım için gitmemiştik. 

Kalenin ardından Gümüş Villaya ulaştık. Burası bir huzur deposu. Dağın eteklerine kurulmuş 1400lü yıllarda yapılan bu tahta yapı, japon bahçeleriyle süslenmiş, yeşillerle bezenmiş, su şırıltılarıyla zenginleştirilmiş. Zaten Japonya da her yerde bir su şırıltısı mevcut. Ben bu tapınaktaki taşlara su akan çeşmenin bulunduğu yerde yine çok oyalandım. Suyun sesini videolamalar falan, tam bir Zen keşişi kıvamındaydım. Az daha dursaydım galiba Ryoan-ji’deki on beşinci kayayı görebilecektim :))

Ah bir de filozof yolu yapmışlar ki buradaki ev fiyatlarını araştırmama sebep olan :)) Özellikle kiraz mevsimi için gidilmesi şart olan kuzeydeki bu bölge, hayatı sorgulamak için size yardımcı olacak. Boş zihin ve sessizlik size paralel bir dünya yaşatabilir. Japon düşünür Nishida Kitaro, her gün Kyoto Üniversitesi’ne ders vermek üzere giderken meditasyon yaparak bu yolda yürürmüş. Sağlı sollu taş patikaların arasındaki kanaldan japon balıkları ile dolu kanal. Bu huzur dolu yolda hayatın anlamını sorgulamak eminim Kitaro için zor olmamıştır.

Devamında Nanzen-ji tapınağı görülmeye değer. Ama zaten yol üstünde bir sürü tapınak olacak. İstediğinize girip gezin, tapınaklara doyun inşallah :)) Listede en son Yasaka Shrine var. Burası Kyoto’nun merkezinde, hatta her gün yoldan geçen japonları izlemek için oturduğumuz Starbucks’ın çok yakınında olan bir Şinto tapınağı. Unutmayın; turuncu kapılar gördüğünüz tapınaklar şinto, diğer ahşap yapılı olanlar ise budist tapınakları.

Gelelim Üçüncü Güne.

Sabah yüzümüzü yıkadığımız gibi kendimizi Fushimi Inari yollarına atıyoruz. Görmeyi en çok istediğim tapınak diyebilirim burası için. Çok sevdiğimden ayrı bir yazıda anlattım :))  Yazı için; tıklayınız.

Öğleye kadar burada vakit geçirdikten sonra Kodai-ji ve Kiyomizu-dera ya geçtik.

Kiyomizu-dera;

Birçoğu gibi UNESCO dünya mirası listesindeki bir budist tapınağı. 2007 yılında dünyanın 7 harikasından birine aday gösterilmiş. Uzaktan bakıldığında öldüresiye yeşil bir doğanın içine kondurulmuş devasal bir ahşap yapı olarak görünüyor. Dağdan inen saf suyun 3 ayrı yoldan tapınak bahçesindeki gölete akması sebebiyle saf su tapınağı olarak adlandırılmış. İnanışa göre bu şelaleler bilgi, sağlık ve uzun ömrü simgeliyormuş. Buranın bir de hikayesi var. 13 metre yükseklikten atlayan bir kişinin tüm dileklerinin gerçekleşeceğine inanmaktalar. Bu yüzden geçmiş yıllarda birçok atlayış kaydedilmiş ancak günümüzde bu gelenek yasaklanmış.

Bu kadar tapınak yeter dedikten sonra artık yürüye yürüye Gion’a ulaşıyoruz. Gion bölgesi, Kyoto’nun kalbi, Japonya’nın nefesi gibi adeta. Her yer yaşantıyla çevrili. Fütüristik karakterli japon mimarisi yapılardaki kapalı kapılar merak duygusunu tetikledikçe tetikliyor. Her köşe başını döndüğünüzde o daracık sokaklarda bir geyşa belirecek duygusu. İnanın bana, buradaki kapılarda bekleyesim var. Her an bir kapı açılacak ve içeriden beyaz makyajı ve simgesel saç toplamasıyla bir geyşa çıkacak beklentisi. Günümüzde çok çok az kalan bu kadınları görmek, büyük bir şans olsa gerek.

Kyoto’nun genelinde olduğu gibi bu bölgede de geleneksel giyimli bayanlar ve beyler sokaklarda yürüyor. Tapınaklara giderken, özel günlerde veya hafta sonları bu şekilde giyinmeye dikkat ediyorlar. Gerçek bir geyşa göremeseniz bile kimono giymiş japonlarla yürümek harika. Gion’un orijinal dükkanlarını gezmek, yeşil çay içip biraz sohbet etmek çok çok keyifli olacak. Kim bilir, eğer bu şehri kalbinizle hissedip çok severseniz, gerçek bir geyşa bile görebilirsiniz ;))

Tekrar gelmek umuduyla… Hoşçakal GÜZEL ve NAZİK şehir.

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

Video 1  —- :))

Video 2 —- :))

Video 3 —- :))

 

KYOTO’DA YEMEK VE KONAKLAMA

Muhtemelen hayatımda yediğim en taze yiyecekler Kyoto’da yediklerimdi.  Taze pişmiş uzakdoğu lezzetleri, bol baharatlı tatlarıyla kışkırtıcıydı. Tavuk veya balık yada et seçenekleri birçok sebze ile birleşiyor yanına da mutlak surette lapa pirinç ayrıca ekleniyordu. Birçok restorant yemekten önce soğuk yeşil çay ikram ediyor. Su, ücretsiz ve siz daha istemeden buzla karıştırılmış şekilde bardağınıza her daim ekleniyor. Pirinciniz bittiğinde ister ilave istiyorsunuz, istersenizde sıcak bekletilen tencereden kendiniz alıyorsunuz. Kyoto’da yemek bazen biraz karmaşık :))

IMG_5388

Biz ilk gün önümüze gelen ilk restorana girmiş ve ne yiyeceğimizi bilmeden sipariş vermeyi beklemiştik. Meğer restoranın içindeki makinelerden siparişimizi kendimiz girmemiz gerekiyormuş. Ekrandan istediğiniz yemeği-içeceği seçip ücretini makineye atıyorsunuz. Masanızda bir süre bekledikten sonra yemekler geliyor. İlk yemeklerimizin ne olduğunu çok anlamasak da hapur hupur yemiştik. Her yerde lezzetli birşeyler bulmanız mümkün.

20160507_212430

Pontocho bölgesi, Kamo nehrinin paralelinde daracık bir sokak. Sağlı sollu restoranların bulunduğu bu karanlık sokak sadece fenerlerin cılız ışığıyla aydınlatılıyor. Bazı restoranların kapısında kuyruk oluşmuş. Her biri öyle çekici ve esrarengiz ki, kapılarda asılı bayrakları çekip içeri bakmaya kalktığınızda neyle karşılaşacağınızı bilmeden büyük bir heyecan duyuyorsunuz. Bu dar sokakta yürüyüp hangi kapıyı açacağımızı düşünürken açık olan bir kapı gördüm. Önünden geçerken başımı içeri çevirdiğimde hayatımda gördüğüm ilk ”Geyşayla” karşılaştım. O kadar heyecan vericiydi ki, Memoirs of a Geisha filmindeki sahneler geçti gözümden bir bir. Küçük japon kızın yıl yıl büyümesi, eğitimleri ve sonunda gerçek bir geyşaya dönüşmesi. O sırada siyah ayakkabıları kapıya yakın merdivene konmuş önemli biri olduğu belli olan takım elbiseli adamın ceketi giydiriliyordu. Bembeyaz makyajı ve yeşil kimonosu ile ellerini birleştiren bu kadının bedeni yolcu ettiği adama dönüktü. Akşamın bu saatinde, sarı ışıklı fenerlerin aydınlattığı bu daracık sessiz sokakta karşılaştığım bu resim bana hafızamdan hiç gitmeyecek bir ”an” yaşattı.

20160507_212610-vert

Sake; milli içkileri. Tadı rakının daha hafif hali gibi. Sek ve minik bardaklarda içiliyor. Yerde oturup, sosyalleşiyoruz 🙂 Japon yemekleri gerçekten taptaze ve çoook lezzetli.

Bunun haricinde tripadvisor’da en iyi puan almış bir sokak suşicisine denk geldik birgün. Yine kapıdaki sırayı görüp denemeye karar verdik. Bu bir beefsuşi’ydi ve i-na-nıl-mazzdı! Buraya gelirseniz mutlaka deneyin.

20160508_184830-vert

Tabiiki Japon yemeklerinin vazgeçilmezi RAMEN. Bir noodle çorbası. İçine konulan makarnanın kalınlığına göre seçim yapıyorsunuz. Deniz ürünlü, vejeteryan veya tavuklu seçenekleri var. Bence en iyi yiyeceğiniz yer, Kyoto’nun mısır çarşısı kıvamındaki Nishiki Market. Burası bizim kapalı çarşımıza benzeyen, bol baharat ve yemek kokulu bir pasaj. Gezilmeli, alışveriş yapılmalı ve Ramen yenmeli-içilmeli 🙂

Kyoto'da yemek

Masalara monte edilmiş mini ocaklarda sipariş ettiğiniz eti pişirdiğiniz restoranlar var birde. Bunların çoğu kobe etini kullanıyor. İnce dilimlenmiş, kalın kesilmiş irili ufaklı seçenekler menüye eklenmiş. Pirinç yine ücretsiz ve sınırsız. Su da öyle. Kendin pişir kendin ye. Japonya da mangal, ohh misss :)) Kyoto’da yemek bir harika :))

IMG_7681-vert

IMG_7675

Kyoto’da yemek konusunda son olarak Kaiten Zushi’ler. Bunlar masalardaki ekranlardan boyutlarına göre sipariş ettiğiniz tabakların kayan bir bant üzerinden size ulaşmasıyla karnınızı doyuran restoranlar. Çok ucuz, çok lezzetli bir nigiri cenneti (yani bir top pirinç lapası üzerine kondurulmuş balık). Sipariş verdikçe veriyorsunuz. Boş tabaklar önünüzde birikiyor, yükseliyor :)) Siz daha çok daha çok yemek istiyorsunuz. Aman allahım, buna dur demek çok zor :)))

IMG_7832-vert

 

NEREDE KONAKLAMALI?

Aslında otobüs sistemi iyi yerleşmiş olduğundan nerede kalırsanız kalın sorun yaşamazsınız. Gezilecek yerler için zaten her gün 500 yen verip o otobüse bineceksiniz :)) Gion bölgesine yakın bir yerde kalırsanız elbetteki daha avantajlı olacaktır. Bir de bütçeniz izin veriyorsa Japon stili otel olan Ryokanlarda kalın. İşte ozaman bu şehirdeki japon yaşamını yatağınıza kadar hissedeceksiniz 😀 Lakin bu otellerde kendi yatağınızı kendiniz kuruyorsunuz. Yer yataklarında uyuyor, yerde oturuyor ve bolca japon çayı içiyorsunuz 😀 Eğer aksini istemezseniz sabahları japon kahvaltısı var. Biz kahvaltı konusunda Japonlara ayak uyduramadık. Tek sevmediğim yeme kültürü bu oldu. Nerde peynir? Nerde zeytin?

Bizim kaldığımız Ryokan da birçok japon otelinde olduğu gibi her gün temiz kimono verildi. Yatağınızı kurup, kimononuzu giyip öyle uyuyorsunuz. Bakın, kullanım klavuzu bile yapmışlar 😀

IMG_7705Kyoto'da Konaklama20160510_103628-vertIMG_7740-vertIMG_709820160509_074043-horzIMG_6500

 

Kaiten Zushi Restoran videosu için tıklayınız.

Otel:  Kyomachiya Ryokan Sakura Urushitei

WALKING AROUND KYOTO

Kyoto ve çevresi fotoğraflanacak çekici görüntülerle dolu. Mükemmel uyumu yakalamış her evin bahçesi gerçek Japon zevkini yansıtıyor. Şırıl şırıl akan sular minicik yapay göle dökülürken evin girişine bağlanan yolun etrafını taşlar ve bakımlı çiçekler süslüyor. Kağıt fenerlerle ışıklandırılmış sokaklar, ilkbaharda suyun kenarına dizilmiş ağaçlardan sarkan sakuralar, çay evlerinin bayrakla örtülmüş kapısı Kyoto’ya güzellik katıyor. Öyle ki, bir şehre aşık olmanın gerçekliğini yaşıyorsunuz.  Okumaya devam et WALKING AROUND KYOTO

OSAKA VE JAPONYA’DA ULAŞIM

Pedal çeviren çekik gözlü narin insanlar, çılgın büyüklükteki caddedeki kırmızı ışıkta yavaşlayıp duruyor. Araçların beklemeye geçmesiyle yolun iki ayrı tarafındaki birbirinden özgün giyimli minyatür japonlar pıtır pıtır karşıya yürümeye başlıyor. Hızlı adımların bitmesi ve yeşil ışığın görünmesiyle sürücüler sırasıyla gaz pedalına dokunuyor. Ve trafik tekrar akıyor. 

 

Bu düzen, günün her saatinde büyük bir kurallılıkla devam ediyor. Öyle ki, yol boş olsa bile yayalar kırmızı ışıkta bekliyor. Caddelere bağlanan küçücük sokak başlarında bile yaya geçitleri ve trafik ışıkları var. Bunu neden böyle ilginç bir şeymiş gibi anlatıyorum? Çünkü bu karşıdan karşıya geçme dakikaları gerçekten bir film sahnesi gibi Japonya’da.

Osaka, Japonya

İstanbul – Osaka uçağı her gün bir kez gece seferini yapmakta. Varış Osaka saati ile 18:30. Her zamanki gibi gezi günlüğümüzün plan kısmında göreceğimiz tapınaklar, yiyeceğimiz yemekler, eğleneceğimiz yerler yazılı 🙂 Plan dahilinde 6 gün içinde 4 şehir gezeceğiz .

1.ve 2. gün – Osaka.

3.gün – Nara ve Kobe

4.5.6. gün dünyanın en en güzel şehri (gerçek anlamda en güzel şehri seçilmiş) olan Kyoto.

Bu yazıda sadece Osaka’yı anlatacağım. Osaka; Japonya’nın Tokyo dan sonraki ikinci büyük şehri. Burada deniz doldurularak bir havalimanı yapılmış. Kansai Havalimanı. Uçağı bu piste indirmek bence iyi bir tecrübe istiyor olmalı. Piste tepeden bakınca, içinizden bu pilot bu alana nasıl inecek diye geçiriyorsunuz. Ama sanırım şimdiye kadarki en iyi inişlerden birini gerçekleştiriyoruz. Lakin tekerlek açılma sesi bile yere çarpma sesinden daha çok gelmişti 🙂

Japonya’da Ulaşım

Ultra gelişmiş tren hatları, metrolar sadece şehrin değil tüm ülkenin her yerine rahatlıkla ulaşmanızı sağlıyor. Örneğin Tokyodasınız ve aniden Osakaya gitmek istiyorsunuz ama uçakta yer yok. Yada o gün uçmak istemiyorsunuz, uçak korkunuz var. Yada canınız tren seyahati yapmak ve o güzel vagonlarda ağzınızın tadı ile lezzetli sushiler yemek istedi. İşte hava yolu şirketlerine büyüüük bir rakip! Çünkü neredeyse aynı sürede istediğiniz yere hem havadan hem karadan ulaşabiliyorsunuz. Dünyanın en hızlı treni işte tam burada, Japonyada. Shinkansenler!

 JR Osaka, Japonya

İşte bizim Kansai Uluslararası havalimanından Osaka şehir merkezine gitmemiz, bu kültürün ne kadar yardımsever olduğunu anlamamızın hikayesi böyle başladı…

Önce havaalanında bir wifi kutucuğu kiraladık. Burada internete bağlı bir harita işinize çok yarayacak. Çünkü gerçekten çok ama çok az kişi ingilizce biliyor ve bunca insan arasında o kişiyi bulabilmeniz olasılığı bence çok düşük. 6 gün için internete ödediğimiz para 11000 YEN. (275 lira). Evet gelmeden önce dünyanın en pahalı şehrine geleceğimizi iyi biliyorduk 🙂

 

Sonrasında JR PASS ofisinde 3 gün tüm JR trenlerinde geçerli olan Osaka Area Pass bileti aldık. Tek kişi için 5300 yen.(133 lira) Ulaşım için oldukça pahalı. Zaten Japonya’da en pahalı şey ulaşım ve konaklama. Gerisini bir şekilde halledebiliyorsunuz. Bu bileti satın alırken geçerli olacağı tarih aralığını siz seçiyorsunuz. Biz zaten akşam geç bir vakitte şehre ulaştığımız için biletimizi bir ertesi gün başlattık. O akşam şehre trenle ulaşmak için ayrı bir bilet daha satın aldık. Böylece 3 günlük pass’ı daha verimli kullanabiliyorsunuz. Bilgi kurcalamak için buraya tıklayabilirsiniz.

Biletlerimiz tamam, şimdi onca perondan doğu olanı seçip şehir merkezine sonrasında da otele ulaşacağız. Bindiğimiz trende bir çiftin karşısına oturduk ve ”Osaka Station?” diye teyit alma ihtiyacı hissettik. Bilemezdik ki bu sevgili güzel japon kardeşlerimiz bir yardım meleğine bu kadar kolay dönüşecek. Bize artık daha fazla yardım etmemeleri için japonca kelimeler arayacağımızı bilemedik a dostlar. Olay bizim onlardan bu teyidi almamız ve kendi aramızda istasyonları haritadan kurcalayıp birkaç istasyon ismi telafuz etmemiz ile başladı. Karşımızda oturan bu dünya tatlısı çift ineceğimiz istasyonu tekrar ederek telefonlarında birşeyler aramaya başladılar. Arada da bize bakıp japonca konuşuyorlardı. Bir süre araştırdıktan ve aralarında tartıştıktan sonra gülümseyerek kalem istediğini belirtti. Çantamdan çıkardığım kalem ve defteri görünce ikiside çok şirin bir şekilde gülümseyerek mutlu oldular. (sanki biz onlara yardım etmişiz gibi) Sonra çocuk, defterime japonca brişey yazıp altına ingilizcesini biraz zorlanarak da olsa yazdı.

 

Birkaç satırdan sonra anladığımız şey bizi çokça şaşırttı.

IMG_5383

 

Çocuk otelimize gitmemiz için bineceğimiz ve change yapacağımız istasyonları saatleriyle birlikte yazmış. Yan sayfaya da eğer kaybolursak diye japonca yönlendirme yazısı yazmıştı birilerine gösterip okutup soralım diye. Bunu da bize daha çok japonca, 1-2 ingilizce kelime ve çokça beden diliyle anlatmışlardı :)))) O kadar zaman harcamışlardı ki otelimize ulaşabilelim diye, sonradan hatırladığımız bir bilgiyi onlara söyleyemedik bile. Direk Osaka istasyonunda inseydik, otelin shuttle servisi bizi otele kadar götürecekti halbuki.

Sonra bir durakta bize yine beden diliyle inmemizi söylediler. Baktık ki çizelgedeki istasyondayız ve onlarda bizle beraber iniyorlar. Ellerinde de belliki başka bir şehirden gezmek için geldikleri belli olan kırmızı bavulları var. Bizle indiler ve bizi başka bir perona götürdüler. Tekrar çizelgeyi kontrol ettiler, trenleri aralarında teyit ettiler ve gülümseyerek treni gösterdiler. O sırada biz sakladığımız bilgiyi paylaşmak durumunda kaldık. Osaka istasyonuna gidersek otelin shuttle’ı olduğunu çokça beden dili kullanarak anlattık. İkisi aynı anda büyük büyük gülümserken derin bir ohh çektiler ve başlarını sallayarak onları takip etmemizi istediler tekrar. Biz elimizde bavulumuz, onlar ellerinde bavulları istasyonun merdivenlerini tekrar tırmanırken bize son kez yardım etmiş olmalarını dileyerek peşlerinden gittik. Doğru trenin kapısına geldiğimizde defalarca teşekkür ettik ve ellerini sıktık. Trene bindiğimizde kapılar kapandı. Tren hareket ederken hala büyük büyük gülümseyerek arkamızdan bakıyorlardı. Bize gerçekten tüm sempatiklikleriyle el sallıyorlardı.

 

20160506_111114

Osaka’da neler yapılır diyecek olursak, biz fazla bir şey bulamadık ama 3 önemli nokta var. Biri Osaka Kalesi, diğeri Akvaryum bir diğeri de Universal Stüdyoları. Kısıtlı zamanımız olduğu için, biz sonuncuya gitmedik. Geç bir saatte geldiğimiz için ilk gün otomatikman geçti bile.

Ertesi sabah erkenden otelimize en yakın JR durağından atlıyoruz trene ve Osaka Castle için yola çıkıyoruz. Bu arada Ali, Osaka’nın ilk gezi günü için özel bir kıyafet giyiyor üzerine. Ondan mutlusu yok :))  Uzun bir yürüme sonunda kaleyi görüyoruz. Kale; 1585 – 1598 yılları arasında yapılmış. Dışarıdan 5 katlı gibi görünüyor ama aslında 8 katlı. Şimdiki haline gelene kadar çokça kez yenilenmiş ve yanı başına çok teknolojik bir asansör kondurulmuş. Bence orijinalliğiyle fazlaca oynanmış. İçine girmekten vazgeçip dışarıdan fotoğraflıyoruz. Giriş: 600 yen.

Osaka Kalesi, Japonya

Hemen kaleden ayrılıp Akvaryum’a doğru yola çıkıyoruz. Dediğim gibi JR biletleri sayesinde cebinizden ekstra bir harcama çıkmıyor. (Daha ne çıksın! dediğinizi duyar gibiyim) Eğer metroda kullanmak istiyorsanız onun içinde 1 günlük passlar var. 500 yen verip tüm gün metrolara binebiliyorsunuz.

IMG_5444-vert2

 

Osaka Aquarium Kaiyukan

Dünyanın en büyük akvaryumlarından birindeyiz şimdi. Tepeden başlayıp aşağı doğru inilerek gezilen bir sisteme göre yapılmış. İçinde 580 türden oluşan bir canlı çeşitliliği var. Balina’da dahil :)) Burası çocuklar kadar büyüklerinde ilgisini çeken, hatta büyüklerin daha fazla şaşırdığı bir su altı belgeseli. Bu mavi dünyanın içinde uzunca bir zaman geçireceğinizi bilerek planlama yapın.

IMG_5511-vert3

Japonya bir ada ülkesi. Denizden çıkan her şeye büyük saygı duyuyorlar ve aynı zamanda da yiyorlar 😀 Tüm bahçe süslemelerinde japon balıklarını kullanıyorlar. Bunu Özellikle Kyoto yazımda daha iyi göreceksiniz.

Akvaryumun hemen bitişiğinde Tempozan Dönme Dolabı tüm heybetiyle gülümsüyor. Ancak Ali’yi o dönme dolaba bindirebilmek elbetteki imkansız olduğundan tepesinden gözlenen Osaka manzarasını sizinle paylaşamıyorum.

20160505_123823

IMG_5641

Akşam; Osaka’nın kalbi Dotonbori bölgesine gidiyoruz. Burası cıvıl cıvıl, renkli ve çokça haraketli bir bölge. En ucuzundan en pahalısına bir sürü alışveriş mağazası var. Akşam yemeğimizi sokaktaki şişe geçirilmiş ahtapot, ıstakoz gibi deniz ürünlerini tadarak geçiştiriyoruz ve iyiki de böyle yapmışız diyoruz.. Bu ızgara deniz ürünlerini tatmak için bile bu bölgeye gelinebilir.

20160505_212157-vert5

 

Son olarak Japonya’dan aradığımız şeyi Japonların değimiyle Ooooosaka’da bulamıyoruz. Ama ertesi gün, bakın neler oluyor?? :))

 

Fotoğraflar:  Yiğit Ali Tüzün  –  Tuğçe Tüzün

 

Video 1 >>>>>> (Ali’nin Japonyadaki halleri) =)))

 

NARA VE KOBE GEZİ REHBERİ

GEYİKLER ŞEHRİ NARA

Kocaman yeşil bir parkın içinde sihirli bir geyik sürüsü yaşar. Elimde haritam yanımda geyiklerimle Tenryuji Tapınağını arıyorum. Çiseleyen yağmur yüzünden Ali şemsiyemizi tutuyor. Bense yağmurluğumu giyip rahatça dolaşmak istiyorum ama ne mümkün. Bu minik güzeller oradan buradan bizi dürtükleyerek yiyecek bir şeyler istiyor. Parkın içinde satılan bisküvilerden 2 paket alıp yolumuz boyunca geyikleri besliyoruz. Ama bir şartı var. Asya ülkelerinde alışkanlık olan selamlaşma burada da öncelikli. 3 kere selamlaşıyorsunuz, sonra biskuviyi veriyorsunuz. Nara ‘da tapınaklar arasında dolaşırken size eşlik eden bu güzel hayvanlar çok eskiden beri Tanrı’nın habercisi olarak görüldüğü için kutsal kabul ediliyor.

 

Nara, JaponyaIMG_5967-vert12

Burası dünyanın en güzel şehri olmalı! İstasyondan parka giden yolda sağlı sollu şirin dükkanlar sizi içeri davet ediyor. Japon kağıtları, kaligrafi kalemleri, kaplama kağıtları, sıvı veya çubuk mürekkepler, origami kağıtları.. Allahım burası bir cennet. Neyseki kendimi kaybetmeden önce derin nefes almayı ve on’a kadar saymayı öğrenmiştim. Suratımızdaki şaşkın ve taktir etmiş ifadeyle bir dükkandan heyecanla çıkıp ötekine giriyor,beğendiğimiz onca şeyden hangisini alacağımızı kestiremiyoruz. Her yerde geyikli kumaş peçeteler, bebek mama önlükleri, cüzdanlar,çantalar hatta perdeler var. Hala kısıtlı zaman yüzünden o güzelim dükkanların hakkını veremediğimi düşünmekteyim.

Nara ParkıGEYİK2-horz3

20160506_113841

 

Tapınaklar ve müzeler buraya gelmek için sonraki seçenekler. Çünkü Japonya’da gezmeniz için bolca tapınak olacak zaten. Bence buraya geyiklerle vakit geçirmek,özgün ve butik dükkanlarında alışveriş yapmak ve garip gelecek ama dünyanın en güzel rögar kapaklarını görmek için gelin.

Nara

IMG_5840-vert7

Tekrar gelmek umuduyla trenimize bindiğimizde yüzümüzde hala tuhaf bir gülümseme vardı. Güzel anılar edindiğimiz Nara, adı gibi fantastik dünyasından bize el salladı. Karnımız acıkmaya başlamıştı ve dünyanın en güzel eti birkaç km ötede bizi bekliyordu.

KOBE ETİ

Sadece Wagyu ırkına ait sığırlardan elde edilen bu efsane et için geliyoruz Kobe’ye. Sadece bu eti yiyebilmek için. Özelliği ise şu; şehirden ve trafikten uzak sessiz çiftliklerde sırtları sıvazlanarak büyütülüyorlar bu sığırcıklar. Efendim bunu mecazi algılamayın. Her gün belli saatlerde bira içirilen bu sığırlara bakıcıları düzenli masaj yapıyor. Yapılan bu masaj sayesinde etlerinin üzerindeki yağ dokusu içeri doğru dağılarak kasların liflerine doğru yayılıyor ve ince dokudaki yağı yoğunlaştırarak etin kalitesi arttırılıyor. Bir rivayete göre de klasik müzik dinletileriyle sığırların stresi azaltılıyor. Şimdi bunları öğrenince heyecanımız daha da arttı ve kendimizi Kobe Steak restoranında bulduk.

Kobe Eti

Ocağın başına geçtik ve tane tane pişen sebzelerin, etin nasıl servis edildiğini,etin kesilirkenki yumuşaklığını, sarımsağın yağla karışmış kokusunu ve ocağın sıcağını yüzünüzde hissettik. Ağzımızda dağılan bu lokmalar tabağımızdan azaldıkça,bu tadı unutmamak için belleğimizi zorladık. Fazla söze gerek yok. Gelin,bu efsane eti yerinde yiyin.

IMG_5985-vert1

Restoran: Steak Land (Kobe JR istasyonuna 5-6 dk. yürüme mesafesinde)

Kobe eti pişirilme videosu için; tıklayınız 🙂

Nara Video için; tıklayınız 🙂

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

SOYLE BANA ENGINAR

Enginar neden sevilmez? Söyleyeyim. Ben küçükken çevremdeki insanların yediği belli şeyler vardı. Mesela zeytinyağlı taze fasulye birçok evde pişer yenirdi. Yada yeşil şirinlik bezelye eşlikçisi beyaz pilavla mükemmel olurdu. Kışın özellikle her evin mutfağından bir çorbanın dumanı tüterdi yemek saati. Köfte-patates çocukların en sevdiği,makarna ise tembel bayanların vazgeçilmezi olurdu. Annem, tüm gün çalıştığı işten olabildiğince zaman kaybetmeden gelir pratik ama besleyici bir şeyler pişirmek üzere mutfağa atardı kendini. Bizim evde patlıcan da pişerdi, pırasa da, karnıbahar da. Annem et yemeklerinden haz almasa da babam için arada pişirirdi. Bense içinde et olan sebze yemeğini ayıklar,bir sonrakinin etsiz olması için anlaşma yapardım. Bide tavuk vardı eskiden,gerçeklerinden. Sevgili dedem özellikle benim için civciv alırdı, beraber hem besler hem severdik. İnfaz günleri haber verilmezdi bana. Ben arkadaşlarımla oyundan döndüğümdeki görüntü anneannemin ellerindeki tavuk bahçedeki sıcak su dolu leğende hızlı hareketlerle yolunmakta olurdu. Tavuğun uzun bir süre ocakta piştiğini ve o yoğun kokusunu halen hatırlıyorum.

Bizim evde birçok şey pişerdi de enginar pişmezdi. Annemin dediğine göre senede bir kez mutlaka yaparmış ama ben nedense hatırlamıyorum. Enginar pişen bir eve misafirliğe gidildiğinde ise kimse enginara el sürmezdi. Yada ne zaman ”enginar alır mısınız?” diye sorulduğunu duysam, ”almayayım, teşekkür ederim” diyen cevaplar enginarı tatma isteğimi hep erteledi.

Zaman sonra zaten sebze ve zeytinyağlı birçok şeyin sevdalısı olan ben,enginarın faydalarıyla birlikte bağımlılık yaratan lezzetini de öğrendim. Mutfağımda arz-ı endam eden enginarın en kolay pişirme yöntemini sevgili kayınvalidemin tarifiyle bulmuştum.

enginar 1

5 tane enginar için;

MALZEMELER

  • 2 orta boy soğan
  • 3 orta boy havuç
  • 1-2 avuç bezelye
  • tuz
  • şeker
  • 4/3 çay bardağı zeytinyağ

 

 

HAZIRLANIŞI

  1. Soğan ve havucun kabuklarını temizleyin.
  2. Soğan ve havucu zar büyüklüğündeki küpler halinde doğrayın.
  3. Varsa düdüklü veya derin olmayan genişçe bir tencereye soğan, havuç ve bezelyeleri koyun,karıştırın.
  4. Karışıma tuz, 1-2 küp şeker ve zeytinyağını ekleyerek boca edin.
  5. Güzelce yıkanmış enginarların çukur kısımları altta kalacak biçimde karışımın üstüne dizin.
  6. Bir miktar iyi suyu üzerine gezdirdikten sonra kapağını kapatarak ateşe koyun. (Su miktarı,alttaki harcın üzerine çıkacak kadar olmalı)
  7. Düdüklü tencere için 15 dakika pişme süresi yeterli oluyor. Normal tencerede yapıyorsanız enginarların pişip pişmediğini arada bir çatalla kontrol etmelisiniz.
  8. Piştikten sonra; enginarları bir servis kabına dizip içlerini harçla doldurup,üzerini dereotu ile süsleyebilirsiniz.
  9. Soğuduktan sonra,servis etmeden hemen önce üzerine biraz iyi zeytinyağı gezdirin.

 

IMG_8462

IMG_8457

 

Fotoğraflar  :  Tuğçe Tüzün

GÜL MEVSİMİ

Bahçedeki gül kokuları Mayıs ‘ın habercisi. Yılın bu zamanı yazlığa, kırsala kaçış her köşe başı hepsi birbirinden ayrı güzelliğiyle salınan güller sayesinde tebessüm ettiriyor. Sabah yürüyüşleri daha renkli, daha mutlu. Hemde bu mevsimde yol kenarlarında papatya toplamaktan yürüyememek kabul edilebilir bir gerekçe. Onun rengi, bunun kokusu, şunun güzelliği derken tabiatın çeşitliliğine şaşmak ve şükretmek harika bir şey. Güneş yüzümüze gülümser ve doğa dışarıda olmamız için kışkırtır. Artık kapalı ortamda olmak çok zor gelir. Doğanın uyanışı, güzel duygular ve taze düşünceler getirir. Yıllık izin planları hızlanır, hafta sonları artık hiç evde geçirilmez. Olabildiğinde yeşile, maviye kaçılır. Gül Mevsimi böyle başlar.

 

Gül mevsimiIMG_8529-horz7

 

IMG_4851-horz4IMG_4796-horz6IMG_4990

 

MAYIS ‘DA

Sizde Gül Mevsimi ‘ni kaçırmadan sevdiklerinizin elini tutup koşun bir yerlere. Sofralarınızı çiçeklerle süsleyin. Her zamankinden daha erken uyanın güne. Doğayı sevin, sevdirin ve koruyun. Siz böyle yaklaştıkça doğa sizi cömert huyuyla şaşırtmaya devam edecek çünkü.
MayısIMG_4855Gül Mevsimi 2

Mekan : Balıkesir  –  Erdek (Narlı Köyü)

Fotoğraflar : Yiğit Ali Tüzün  –  Tuğçe Tüzün