BULUTLARIN ÜLKESİ, GİTO

Geceleri uyurken koyun saymak gibi birşey bu… Yayladaki inekleri saymak. Sabah gün doğumuyla uyanır, evin tahta verendasını fazla ses etmeden geçer kırlara çıkarsın. Eğer şanslıysan, gökyüzü mavi, güneş ısıtıyordur. Şöyle bir gerinip karşı dağları seyredebileceğin uygun bir düzlük ararsın kendine. Uykudan halen açılmamış gözlerin güneşe alışmaya çalışır. Derken aşağı evden teyze inekleriyle beraber çıkar. Peşi sıra ilerleyen hayvanlar en taze ota yürürler. Teyze de peşlerinde. Mesela bu teyzenin on tane ineği var. 5’i siyah 5’i kahverengi. Başını az uzaklara kaldırınca yemyeşil çayırda otlayan komşu inekleri de görür saymaya başlarsın istemsiz. Burada böyle. İnekler sayılır, sayarak ayılır insan sabahları. Kuşların ise en güzel ötüşleri yine günün bu saatlerinde olur. Onlar birbirlerine günaydın şarkısı söyleyip ötüşürken, inekler taze ot peşinde gezinip çanlarını oynatır. Duyup duyabildiğin tek ses bunlar olur sabah yaylada. Uzunca bir vakit izlersin, sonra soldan bulut bulut beyazlar gelmeye başlar. Eee burası Gito, yani ”Bulutların Ülkesi.” Gelecekler tabii…

Gito Yaylası, KaradenizIMG_9406-vert_MG_0325-vert

Nerede kalınır? Gito Yaylası’na geliyorsanız kalacak tek bir yeriniz var demektir. KOÇİRA… Sahipleri Serhan ve Tugay abi evlerinin kapılarını doğa sever,türkü dinler misafirlere açmışlar. Bir de Koçira’nın delileri varki dillere destan  🙂 Biz geldiğimizde Serhan abi evde değildi ama Tugay-İbrahim-Sinan abi kalbimizde yer etti.

Evin patronlarından Tugay abi; çok cool, dolu dolu bir adam. Entellektüel yanı Karadenizli kimliğine karışmış, harmanlanmış  harika bir kişilik ortaya çıkmış. Elinde her daim bir kitap görebilirsiniz. Yemekler Tugay abiden, bir de nefis çorba yapıyor, yanına da ekmek pişiriyor ki sorma. 6 ay yaylada kalarak insanlara yardım ediyor. Yardım derken; insanların sıfırlamaları konusunda 😉 Çünkü buraya çıkınca herşeyi bir kenara bırakıyor insan.

Uzun saçlı komik adam İbrahim Abi; dünya adamı,yaşamaya gelmiş. İlk görüşte sert. Ama bize sökmez,bizde Artvinliyiz :))) Kaldığımız süre boyunca esprileriyle karnımızı ağrıttı. Konuşmamız sırasında şu şehir,bu köy diye konuşurken heryerden hikayeler anlattı. Görmediği yer kalmamış sanki. Yaşının iki katı yaşamış gibi. Kızdırmayın, alırsınız ağzınızın payını :)) Koçiranın delilerini denge tutan son mohikan, İbrahim abimiz iyiki seni tanıdık 🙂

Vee Sinan Abi.. Yurdum insanı. Uzaydan gelmiş gibi herkes için bir şeyler yapmaya çalışan bir bestekar. Öyle iyiki, doğa için, memleketi için, insan için yaptıkları bir kitap olur yazılır da yazılır. Aşık ve üretken. Konuştukça deşilen, deşildikçe derinleşen ve büyüyen bir adam. Hani Kyoto’daki huzurlu ejderha tapınağındaki 14 kayadan 15’inci kayayı görmeye çalışan insanlar vardı ya, Sinan abi orada olsa o kayayı görürdü işte. Öyle bir hissi güce sahip. Senede 2 defa Kürk Mantolu Madonnayı okumayı adet etmiş ve birbirinden dinlenesi besteleri yazan bu adam, HES için 40 gün yürüdüğünü anlatıyor. Hikayeleri büyük, kendisinden dinlemeli.

İsimlerimizi soruyor Sinem ile benim. Sonra diyor ki; ”çok şehirli isimleriniz varmış”… Demesinden belli ki özünü seven, değişmememiz gerektiğine inanan ve toprağını koruyan bir avuç insandan biri. Yaptığı bestelerde aşk yoktu,olmamalıydı. Sevdaluk olmalı, sevdaluk olmayan aşklara karşıydı. Ben diyordu, kabul edemiyorum. Tugay abi, pozitif değişimden yanaydı, gelişmeliydi herkes. Ama o ”beni anlamıyorlar” deyip susuyordu. Gençler neden türkü söylemiyor? diyordu. Türkü öğrenin çocuklar.. türküler bizim özümüz..

Gito yaylasıIMG_9323-vert

Akşam nefis yemeğimizden sonra İbrahim Abi ve Sinan abi türküler söylediler bize, sazlar çalındı.. Laz, Rumeli, heryerden.. ”Çocuklar türküleri sevin” diyen Sinan abi, ”bizde bu yola jazz la başladık ama biz ettik siz etmeyin” diyordu gülümseyerek. Bildiklerimize eşlik ettik, bilmediklerimize şaştık kaldık. Öyle içten sözler, öyle duygu dolu melodilerle birleşmiş. Meğer yaratıcıları Sinan abi ve Koçira Korusu imiş. Her yıl İstanbul ve Ankara’da belirli bir yerde konser yapıyorlarmış. Birbirimize söz verdik, ilki nerede olacaksa gidip tekrar dinlemek için.

IMG_9256-vert

Sabah evin köpeği Garip ile yürüyüşe çıktık. Bizi korumak için önümüzden yürüyor, kendini sevdirmek için tüm sempatikliğini kullanıyordu. Bu Garip’in garip bir huyu daha var, yürüyüşe çıkardığı insanlar tehlikeli işlere giriştiklerinde avaz avaz havlayıp oradan oraya koşturması. Size bir şey olacak diye bu derece korkan bir anneniz bir de bu Garip işte 🙂

Öğleden sonra da Sinan abimizle dağları dolaştık biraz. Orman gülleri arasından manzaralar seyrettik. Kayaların üzerindeki bir tutam yosunun üstünde açan çiçeklere hayran kaldık. Dağdan akan suyu içtik, yeşil düzlüklerde soluklandık. Bolca yaşamaktan konuştuk, yaşamın ta içinden, şiirlerden, ozanlardan bahsettik..

IMG_9538-vert

18/06/2016 tarihindeki notlarımdan alıntı;

Dumanın arasında 2050 metre yükseklikteyiz. Artık ağaç kalmadı. İneklerin çan seslerini burada, sobanın başında oturduğum sıcacık taburemden duyuyorum. Fonda bir Karadeniz türküsü var. 15 dakika sonra yemek hazır olacakmış. Kokular mis gibi. Pişen yemekler sıcak kalsın diye sobanın üzerine konulmuş,hala kaynıyor. Yedek odunlar sobanın altına sıralanmış. Ali uyuyakaldı,her zamanki gibi 🙂 Sinem; gözlerime inanamadığım şekilde kitaba dalmış, okuyor. O da kendine şaşırmış ama içgüdüsel istemiş buraya gelince, öyle diyor 🙂 Gökay; başta kitap okuyordu, belliki kitap sıkıcı. Şimdi sadece düşünüyor ”evin arkasına kesinlikle bir bez germeli evet,Sinem’de üstüne kocaman bir resim yapmalı” 🙂 Odada bizden başka 4 kişi daha var. 3’ü uzanmış yemek saatini bekliyor. Asında bende uzanmak istiyorum ama hakkımı yemek sonrasındaki rehavetimde kullanacağım. Sonra mis gibi tavşan kanı bir çay. En sevdiğim. Hele burada, bu gökyüzüne en yakın yerde.. Herşey daha güzel, daha samimi ve sıcak. İneği, köpeği, insanı, bulutu, bacası, çayı, çorbası.

20160619_104948-vertIMG_9501-vert

”Dönmek için gitmek gerekir.” dedi İbrahim abi, çok doğru. O yüzden bizde gitmek zorunda kaldık Gito’dan. Tekrar gelmek üzere. Ayrılırken arabanın yanına geldi üçüde. Sinan abi bizi unutmayın sakın çocuklar diyordu. İbrahim abide Tugay abide sarıldı bize, ”yine görüşeceğiz elbette” diye. Buradan ayrılmak zor oldu. Bulutların yaylası,başında bulutun eksik olmadığı tepe. Koçira Delileri olmadan tadı olmayacak Gito. Hepsini iyiki tanımışız, sevmişiz.

Son olarak; sevgili İbrahim abimin sözleri ile…

– ha bu bulutlari siza yorgan edeceğum..

IMG_9485

 

Fotoğraflar: Sinem Güneş Sedef – Gökay Sedef

                         Yiğit Ali Tüzün – Tuğçe Tüzün

 

Video için tıklayın. – Sabah sallanması 🙂

ADANA’DAN HATAYA LOKMA LOKMA

Düğün sezonunu Hatay’da açtık bu yıl 🙂 Hatay, Adana ya yakın olunca bir lezzet gezisinden alamadık kendimizi. Böyle olunca gitmeden 1-2 gün az yiyelim de orada telafi ederiz mantığıyla Hatay uçağına biraz midemiz boş bindik 🙂 Neredeyse uçaktan iner inmez Uzun çarşı’ya yol aldık. Hatay’da vaktimiz kısıtlı, ufak bir şehir turu ve yemek sonrasında düğün için hazırlık. Uzun çarşı, kapalı çarşımıza benzeyen ve yerel ürünlerin satıldığı, lokantaların olduğu bir çarşı. Mis gibi güneşte kurutulmuş biber salçasının kokusu, domatesin rengiyle yarışırken,gözümüz yan taraftaki künefecide 🙂 Evin 6 aylık salça alışverişini yaptıktan sonra sonunda karnımızı doyuracağımız Kasap’a ulaşıyoruz. Biraz şans eseri aslında. Dışarıdan bakıldığında bir minik bir kasap gibi duruyor. Fakat içeri girdiğimizde bir restoranla karşılaşıyoruz. İsmi: POC KASABI Siparişlerimiz belli. Bir tepsi bir kağıt kebabı :)) Hemen buz gibi bakır kapta ayranımız geliyor yanında yeşilliklerle. Off off diye diye yiyoruz afiyetle :))

Tıka basa doyduktan sonra sıra tatlı da. Onun içinde yine çarşı içinde közde pişirilen bir tatlıcının dükkan önündeki minik taburelerine oturuyoruz. O nefis künefeyi yerinde yedikten sonra yönümüzü Saint Pierre Kilisesine çevirdik. Dağın içine doğru taşlar oyularak oluşturulmuş minicik bir kilise burası. Görülebilir de görülmeyebilir de 🙂

IMG_8032IMG_8044IMG_8042 IMG_8049-horz

Otele dönüp hazırlık yaptıktan sonra Hatay düğününün nefis mezeleri eşliğinde eğleniyoruz. Güneş ve Aline tekrar mutluluklar diliyorum canımlar 🙂 Yarın, Adana’dayız. Elimde lezzet dolu bir liste var 🙂 Sabahtan gece uyuyana kadar yemek yiyeceğiz :))

IMG_8082

Sabah otelden ayrıldığımız gibi Adana’nın yolları taştan,sen çıkardın beni baştan edalarıyla yola koyulduk. Zaten mesafe 190 km civarında. Yani Adana’ya vardığımızda baya acıkmıştık. Kahvaltı mekanımız; Birbiçer Ciğer 🙂 Adana’ya göre ciğer için geç bile kalmıştık aslında. Yine her restorandaki gibi yeşillikler bol bol geldi masamıza, ayranda yine buz gibiydi. Bir porsiyon 7 şiş. Ciğerler nefis. Ye yiyebildiğin kadar, koy şişini kenara.

IMG_8158

Biraz şehir turu lazım şimdi bize. Gelmeden bloglardan araştırmıştım biraz. Gezilecek birkaç yer var listemizde.

Adana Ulu Cami

Sabancı Merkez Camii

Taşköprü

Adana Merkez Park

Hepsi birbirine yakın. Zincirleme geziyoruz. Eğer vaktiniz varsa Arkeoloji Müzesini de gezin derim. Adananın simgesi Seyhan Nehri üzerindeki muhteşem Taşköprü gelenlerin fotoğraf çektirmeden gitmemeleri gereken yerlerden en önemlisi bence. Roma döneminden kalmış. Çok yakın bir zamana kadar araç trafiğine açıkmış ama artık kapatılmış. Bu köprü dünyada halen kullanılan en eski taşköprü olma özelliğini taşıyor. Tarihi değeri olan bu köprüden geçerek Merkez Camii ne doğru yürüdük. Oradan da Adana Merkez Parkı. Ben buranın böyle güzel olabileceğini hiç tahmin etmemiştim. 33 hektar büyüklüğündeki bu güzel parkın içinde gezmek,çimlerde yuvarlanmak, çiçekli bahçelerinde yürümek, havuzlu köprülerinden geçmek çok ama çok keyifliydi. Tertemiz, bakımlı ve zevkliydi. Ama yavaş yavaş susamaya başladık. Galiba lezzet listemize bakıp serinleme vakti gelmişti :))

20160521_125352

IMG_8160IMG_8168IMG_8279IMG_822320160521_133426IMG_8179IMG_8218IMG_8193

Kazım Büfe

Vedat Milor’un Adana seyahatindeki en beğendiği noktalara göre listelediğimiz durakların 2.si Kazım Büfe. Gazipaşa bulvarı, Toros caddesi üzerindeki bu büfeye vardığımızda önünde gördüğümüz kuyruk daha denemeden lezzetini belgeledi aslında bize. Biraz sıra bekledikten sonra serin, tadı damağımda, kalbimi çalan MUZLU SÜT ‘üm geldi. Bir muzlu süt fanı olarak bu lezzete deli oldum desem yeridir. Sanırım keçi sütüyle yapılıyor. Ve bir porsiyonu 1,5 bardak olarak veriliyor. Bıyıklarda birikmiş süt herkesi gülümsetirken, Adana’da serinlemenin en güzel yolunu bulmuş bulunmaktayız. Kazım Büfe, en kısa zamanda yine gelicem bütün sütlerini bitiricem, görürsün!

IMG_8289

En Lezzetlisi

Şimdi karnımız yavaş yavaş tekrar acıkıyor. Aslında açlık değil bizimkisi aç gözlülük. Elimizdeki listeye bakıp Şırdancı BEDO’ya doğru yürüyoruz. Buarada Adana’yı bugün yürüyerek dolaştık, hava iyiki fena sıcak değildi. Beyler ‘şırdan şırdan’ diye tezahüratta iken biz sevgili can dostum Sinem’le Adana’nın en eski kebapçısı Mesut’u arıyoruz. Şırdancı henüz hazır değil, masalar kuruluyor. Bu yüzden önce Mesut’a geçiyoruz.

Gezdiğimiz her yer esnaf lokantası kıvamında yerler. Lüks beklemeyin sakın. O tarz yerlerde var evet büyük caddelerde beyaz örtüler serilmiş masalarında kadehleri su doldurulmuş insanlar, servis edilen yemeklerini lokmalıyorlar, gördük. Ama bizim yediklerimizi yiyebilmek için ülkenin birçok yerinden insan bu şehre akın ediyor. Ellerine bu lokantaların adreslerini yazmış, sokak aralarında hatta sanayi içlerinde bu lokantaları arıyorlar. Lezzeti, ustalığı ün salmış lokantaların müşteri kaygıları yok. Fakat kaygıları yok diye de saygısından veya hizmetinden, güler yüzlerinden geri kalmamışlar. İstanbul da ve birçok büyük şehirde malesef bu sorun var. Eğer ismini sattığınız bir yer işletiyorsanız belli müşteri kitlesi rahatlama yaratabilir. Müşteri kaygısı olmayan kaba personeller isminize leke sürebilir.

Kebapçı Mesut, lezzet avcılarının iyi bildiği, kendini kanıtlamış bir halk lokantası. Ustası hakiki usta. Hatta birçok ustaya ustalık yapmış mezun etmiş ancak yine de onun gibi olamamış kimse. Gülen yüz ve samimi yaklaşımla kendinizi annenizin mutfağında en sevdiğiniz yemeği yerken hissedebilirsiniz. Boş tabağı uzatarak ”anne bir tabak daha” diyecek gibi olmanız muhtemel. Öyle de oluyor. Aç beyler şırdanı beklerken bizim tabaklarımıza sulanınca amca oradan ”vermeyin yahuu” diyor gülümseyerek 🙂 Bir süre sonra bizi orada bırakıp Şırdancı Bedo’ya gidiyorlar. Bizde fırsat bilip tam birer porsiyon daha isteyecekken amca yaklaşıp ”doymadınız değil mi? En iyisi ben size bir porsiyon daha getireyim” diyor tüm sevimliliğiyle. Hah, tam ağzımızdan aldın amcacığım, harikasın! :))

IMG_8310IMG_8319

Storie Coffee Shop

Son olarak Toros Caddesinde bir cafe keşfettik. Çok eski değil aslında yeni bir cafe, konseptine bayıldık. Bize Karaköy’deki kahvecileri anımsattı. Fakat akşam çok geç bir vakitte geldiğimiz için kapanmak üzereydi. Yine de kahvelerimiz olurken işletmecisi bayanla biraz sohbet edebildik. Hergün güzel güzel sözler paylaşıyorlar kapının önündeki kara tahtada. İçeride neredeyse tüm günü geçirebileceğiniz rahat köşeler mevcut. Kahvesi leziz. Kurabiyeleride güzel görünüyordu. Bir dahakine gündüz ilk buraya geleceğiz 🙂

IMG_8337

Net; Adana ülkedeki en iyi yemek kültürüne sahip bölgelerden biri. Bir gün yeterli. Eğer fırsatlardan ucuz uçak bileti aratırsanız mutlaka tercihlerinize Adanayı ekleyin. Kalmak zorunda değilsiniz. Havaalanı şehir merkezine oldukça yakın, sıkıntı yaşamazsınız. Gelin ve iyice doyun. Bide mutlaka Kebapçı Mesut’a gidip 2 porsiyon kebepla birazcık samimiyet yüklenin.

Sevgiler.

IMG_8296

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

                       Sinem Güneş Sedef – Gökay Sedef 🙂

KYOTO GEZİ REHBERİ, JAPONYA

 

İpek, renkli kimonolarına sarınmış estetik davranışlı japonlar, ayaklarına geçirdikleri yüksek tahta takunyalarla Kyoto ‘nun dar ve kablolu sokaklarında hızlı hızlı yürürler. Güneşli  bir günün kaçınılmaz aksesuarı olan şemsiyesi ile, köşe başında kaybolan kuş desenli kimonolu geyşanın, ensesinde sıkı sıkıya toplanmış koyu renk saçları, bu mesleğin ne kadar disiplinli olduğunu hatırlatıyor.

Geyşalık 11.yüzyılda savaşçıları ve önemli devlet adamlarını eğlendiren kadınlar olarak tanımlansada, ayrıntıları bundan daha derinde. Sosyal yetenekleri iyi olan küçük kızlar japon adetlerine göre nasıl yürüyeceği, nasıl yemek yiyeceği ve nasıl dans edeceklerini içeren katı bir disiplin ile yetiştiriliyorlar. Enstürman çalmak, şarkı söylemek, çay servisi etmek ve dans etmek gibi hünerlerini en iyi şekilde sergilemeleri eğitimin bir parçası. Bir geyşanın en büyük amacı konuklarını eğlendirmek olup, konukların çalışma alanları, hobi ve ilgi alanlarıyla bilgi sahibi olmalılardır. Yüzlerine yaptıkları solgun makyaj duygularını gizleme amacı taşır. Sanıldığının aksine geyşalık çok emek isteyen ve saygın bir meslektir.

Kyoto yazısına geyşalıktan başlama sebebim; bu şehrin Japon kültürünü iliklerinize kadar yaşatması. Japonya’ya gelmeyi düşünen herkesin yolunun mutlak surette bu şehirden geçmesi gerektiği.

 

Japonyadan geleli neredeyse 1 ay olmasına rağmen yazmaktan korktuğum bu şehrin bana hissettirdiklerini nasıl anlatacağımı bilemedim. Bilgisayarımı açıp çektiğim fotoğraflara baktığımda objektifimin gördüklerimi aynı güzellikte yansıtmadığını farkettiğimde büyük bir hüsrana düştüm. Ne şekilde anlatsam da insanlar buraya gitmek için can atsa, çok sevse? Eminim, nasıl yazarsam yazayım, ne fotoğraflar ne de anlattıklarım bu şehrin güzelliğine yetmeyecek. Kyoto her zaman her şeyden daha güzel olacaktı.

Osakadan kalkan JR trenimiz ile 45 dakikada Kyoto Station’a ulaştık. Bu küçük şehre ancak böylesi güzel bir istasyon yaraşır. Otobüs numaralarının yazılı olduğu tabela çıkar çıkmaz bizi karşılıyor ve görevli minik japon amca tüm yardımseverliğiyle gülümsüyor. Kalacağınız otelin ismini söylerseniz o da size hangi otobüse binmeniz gerektiğini söylüyor. Hani o tüm japonyada kullandığımız JR tren biletleri var ya, onu cüzdanımıza kaldırıyoruz. Çünkü bu şehirde ulaşım tamamen otobüsle. Otobüs bileti makinesinden günlük 500 yene bilet alırsanız tüm gün başka bilet almaya gerek kalmadan otobüsleri kullanabilirsiniz. Otobüslere arka kapısından biniliyor. İneceğimiz durağa geldiğimizde beyaz eldivenli otobüs şoförüne biletimizi gösterip iniyoruz. Her ana durakta en az 3 tane 60 yaşın üstünde amca duruyor, görevli. Küçük bedenlerinden yansıyan büyük hareketlerle bineceğimiz otobüsü, ineceğimiz durağı, sağdan soldan yürüyeceğimiz yolları anlatarak bize yardım ediyorlar. Japonların yardımseverliği şimdiye kadar gördüğüm ırklar içinde en aşırısıydı 🙂 Bunu Osaka yazısında daha iyi anlatmıştım.

Birçok yerde tourist information office var. Herhangi birinden bir harita alın. Gezilecek yerler konusunda da yardımcı oluyorlar. Gerçi Kyoto’da her tapınak, her sokak,her dükkan bir gezilecek yer. Hatta bizim yaptığımız gibi günün bir saatinde Starbucks’da yeşil çaylı latte içerken caddeden yürüyen japonları izleyin. Bir film setinde olduğumuzu hissettirmeye yetiyor.

Japon kültürünü tüylerinizin ucuna kadar hissettiren, üst üste dünyanın en güzel şehri seçilmiş Kyoto’dasınız. Eğer bütçeniz varsa burada geleneksel japon otelleri olan Ryokan’larda kalmak çok keyifli olacaktır. Biz de böyle bir tercih yapmıştık, bunu Kyoto’da Yemek ve Konaklama yazımda okuyabilirsiniz. Peki Japonya’nın bu güzelim şehri Kyoto’da nereler gezilmeli? Daha önce de söylediğim gibi burada her yer görülecek yer ama birbirine yakın önemli noktaları aynı gün içinde daha verimli gezmeniz adına yaptığımız Kyoto Rotası’nı burada paylaşıyorum.

1.GÜN

  • Kinkaku-ji Temple (Golden Pavilion)
  • Ryoan-ji
  • Ninna-ji
  • Tenryu-ji
  • Bambu Ormanı
  • Okochi Sanso Garden
  • Pontocho Bölgesi

2.GÜN

  • Nijo Castle
  • Ginkaku-ji
  • Filozof Yolu
  • Nanzen-ji
  • Yasaka Shrine

3.GÜN

  • Fushimi Inari Taisha
  • Kodai-ji Temple
  • Kiyomizu-dera
  • Gion Bölgesi

Birinci Gün

Erkenden en görkemli tapınak olan Kinkaku-ji ye doğru yol aldık. Üst iki katı altın kaplama olan bu parlak tapınağın içine giremiyorsunuz. Zaten çok da lazım değil. Lakin burada görülecek şey köşkün hemen önündeki gölete yansıyan görüntüsü ve o estetik havalı japon bahçesi. Bu tapınak bence fazla görkemli olduğundan istediğimiz dinginliği burada hissedemedik. Ama bir sonraki tapınak var ki.. Ali’yi oradan çıkaramadım. Biraz daha biraz daha duralım derken zamanın çoğunu burada harcadık. İsmi; Ryoan-ji. Birçok kişi aksine görkemli Kinkaku-ji’yi parlatırken biz sönük Ryoan-ji’den ne anladık? Huzur.. sevgili dostlar.

İsminin anlamı bile Huzurlu Ejderha Tapınağı. 1500 yılında yapılmış bu tapınakta inanılmaz bir sükunet ve huzur vardı. Ağaçlar, çiçekler, göletler, minik köprüler, her yerde bir Zen ruhu hakimdi. Tapınağın içinde ayakkabılarınızı çıkarıyorsunuz. Burada 15 yosun tutmuş iri kaya parçasından oluşan bir kaya bahçesi var. Bu bahçenin hangi tarafından (tepeden hariç) bakarsanız bakın on dört kaya sayabiliyorsunuz. Sadece aydınlanmaya ulaşabilenlerin on beşinciyi görebildiğine inanılmaktaymış. İşte bunu bilen sevgili eşim, on beşinciyi görebilmek uğruna terası bir uçtan bir uca dolaştı :)) Böyle olunca da elbetteki en çok zamanı bu kaya bahçesinin karşısındaki terasta oturarak ve kaya sayarak geçirdik :)) Fakat öyle bir şey ki sırf bununla bile nefis bir huzur duyduk. İşin sırrı kayalarda bence :)) O yüzden Kinkaku-ji’nin şehvetine kapılmayın. Ryoan-ji’nin felsefesini çözmeye, buraya gelin.

Tapınakları sırasıyla gezdiğimizde en son Bambu ormanına geliyoruz. Burası insanı içine çeken, kulaklarınıza bambulardan çıkan rüzgar sesinin çalındığı, güneşin içeri zorlukla sızdığı büyülü bir orman. Burada bulunduğumuz için çok şanslıyız. Sonrasında Arashiyama’nın o güzelim nostaljik trenine binerek bu büyülü masalın derinliğinden yavaşça yeryüzüne ulaştık.

 

İkinci Gün,

50 numaralı otobüse binerek kaleye yol aldık. Kalenin geniş bir alanı var, içindeki hediyelik eşya satan dükkan, diğer tapınaklara göre en ucuzuydu. Bence hediye işini bu dükkana bırakın 🙂 Eğer vaktiniz varsa önceden internetten rezervasyon yapmanız şartıyla Kyoto Imperial  Palace’ı gezebilirsiniz. Ben rezervasyon yapamadığım için gitmemiştik. 

Kalenin ardından Gümüş Villaya ulaştık. Burası bir huzur deposu. Dağın eteklerine kurulmuş 1400lü yıllarda yapılan bu tahta yapı, japon bahçeleriyle süslenmiş, yeşillerle bezenmiş, su şırıltılarıyla zenginleştirilmiş. Zaten Japonya da her yerde bir su şırıltısı mevcut. Ben bu tapınaktaki taşlara su akan çeşmenin bulunduğu yerde yine çok oyalandım. Suyun sesini videolamalar falan, tam bir Zen keşişi kıvamındaydım. Az daha dursaydım galiba Ryoan-ji’deki on beşinci kayayı görebilecektim :))

Ah bir de filozof yolu yapmışlar ki buradaki ev fiyatlarını araştırmama sebep olan :)) Özellikle kiraz mevsimi için gidilmesi şart olan kuzeydeki bu bölge, hayatı sorgulamak için size yardımcı olacak. Boş zihin ve sessizlik size paralel bir dünya yaşatabilir. Japon düşünür Nishida Kitaro, her gün Kyoto Üniversitesi’ne ders vermek üzere giderken meditasyon yaparak bu yolda yürürmüş. Sağlı sollu taş patikaların arasındaki kanaldan japon balıkları ile dolu kanal. Bu huzur dolu yolda hayatın anlamını sorgulamak eminim Kitaro için zor olmamıştır.

Devamında Nanzen-ji tapınağı görülmeye değer. Ama zaten yol üstünde bir sürü tapınak olacak. İstediğinize girip gezin, tapınaklara doyun inşallah :)) Listede en son Yasaka Shrine var. Burası Kyoto’nun merkezinde, hatta her gün yoldan geçen japonları izlemek için oturduğumuz Starbucks’ın çok yakınında olan bir Şinto tapınağı. Unutmayın; turuncu kapılar gördüğünüz tapınaklar şinto, diğer ahşap yapılı olanlar ise budist tapınakları.

Gelelim Üçüncü Güne.

Sabah yüzümüzü yıkadığımız gibi kendimizi Fushimi Inari yollarına atıyoruz. Görmeyi en çok istediğim tapınak diyebilirim burası için. Çok sevdiğimden ayrı bir yazıda anlattım :))  Yazı için; tıklayınız.

Öğleye kadar burada vakit geçirdikten sonra Kodai-ji ve Kiyomizu-dera ya geçtik.

Kiyomizu-dera;

Birçoğu gibi UNESCO dünya mirası listesindeki bir budist tapınağı. 2007 yılında dünyanın 7 harikasından birine aday gösterilmiş. Uzaktan bakıldığında öldüresiye yeşil bir doğanın içine kondurulmuş devasal bir ahşap yapı olarak görünüyor. Dağdan inen saf suyun 3 ayrı yoldan tapınak bahçesindeki gölete akması sebebiyle saf su tapınağı olarak adlandırılmış. İnanışa göre bu şelaleler bilgi, sağlık ve uzun ömrü simgeliyormuş. Buranın bir de hikayesi var. 13 metre yükseklikten atlayan bir kişinin tüm dileklerinin gerçekleşeceğine inanmaktalar. Bu yüzden geçmiş yıllarda birçok atlayış kaydedilmiş ancak günümüzde bu gelenek yasaklanmış.

Bu kadar tapınak yeter dedikten sonra artık yürüye yürüye Gion’a ulaşıyoruz. Gion bölgesi, Kyoto’nun kalbi, Japonya’nın nefesi gibi adeta. Her yer yaşantıyla çevrili. Fütüristik karakterli japon mimarisi yapılardaki kapalı kapılar merak duygusunu tetikledikçe tetikliyor. Her köşe başını döndüğünüzde o daracık sokaklarda bir geyşa belirecek duygusu. İnanın bana, buradaki kapılarda bekleyesim var. Her an bir kapı açılacak ve içeriden beyaz makyajı ve simgesel saç toplamasıyla bir geyşa çıkacak beklentisi. Günümüzde çok çok az kalan bu kadınları görmek, büyük bir şans olsa gerek.

Kyoto’nun genelinde olduğu gibi bu bölgede de geleneksel giyimli bayanlar ve beyler sokaklarda yürüyor. Tapınaklara giderken, özel günlerde veya hafta sonları bu şekilde giyinmeye dikkat ediyorlar. Gerçek bir geyşa göremeseniz bile kimono giymiş japonlarla yürümek harika. Gion’un orijinal dükkanlarını gezmek, yeşil çay içip biraz sohbet etmek çok çok keyifli olacak. Kim bilir, eğer bu şehri kalbinizle hissedip çok severseniz, gerçek bir geyşa bile görebilirsiniz ;))

Tekrar gelmek umuduyla… Hoşçakal GÜZEL ve NAZİK şehir.

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

Video 1  —- :))

Video 2 —- :))

Video 3 —- :))

 

WALKING AROUND KYOTO

Kyoto ve çevresi fotoğraflanacak çekici görüntülerle dolu. Mükemmel uyumu yakalamış her evin bahçesi gerçek Japon zevkini yansıtıyor. Şırıl şırıl akan sular minicik yapay göle dökülürken evin girişine bağlanan yolun etrafını taşlar ve bakımlı çiçekler süslüyor. Kağıt fenerlerle ışıklandırılmış sokaklar, ilkbaharda suyun kenarına dizilmiş ağaçlardan sarkan sakuralar, çay evlerinin bayrakla örtülmüş kapısı Kyoto’ya güzellik katıyor. Öyle ki, bir şehre aşık olmanın gerçekliğini yaşıyorsunuz.  Okumaya devam et WALKING AROUND KYOTO

OSAKA VE JAPONYA’DA ULAŞIM

Pedal çeviren çekik gözlü narin insanlar, çılgın büyüklükteki caddedeki kırmızı ışıkta yavaşlayıp duruyor. Araçların beklemeye geçmesiyle yolun iki ayrı tarafındaki birbirinden özgün giyimli minyatür japonlar pıtır pıtır karşıya yürümeye başlıyor. Hızlı adımların bitmesi ve yeşil ışığın görünmesiyle sürücüler sırasıyla gaz pedalına dokunuyor. Ve trafik tekrar akıyor. 

 

Bu düzen, günün her saatinde büyük bir kurallılıkla devam ediyor. Öyle ki, yol boş olsa bile yayalar kırmızı ışıkta bekliyor. Caddelere bağlanan küçücük sokak başlarında bile yaya geçitleri ve trafik ışıkları var. Bunu neden böyle ilginç bir şeymiş gibi anlatıyorum? Çünkü bu karşıdan karşıya geçme dakikaları gerçekten bir film sahnesi gibi Japonya’da.

Osaka, Japonya

İstanbul – Osaka uçağı her gün bir kez gece seferini yapmakta. Varış Osaka saati ile 18:30. Her zamanki gibi gezi günlüğümüzün plan kısmında göreceğimiz tapınaklar, yiyeceğimiz yemekler, eğleneceğimiz yerler yazılı 🙂 Plan dahilinde 6 gün içinde 4 şehir gezeceğiz .

1.ve 2. gün – Osaka.

3.gün – Nara ve Kobe

4.5.6. gün dünyanın en en güzel şehri (gerçek anlamda en güzel şehri seçilmiş) olan Kyoto.

Bu yazıda sadece Osaka’yı anlatacağım. Osaka; Japonya’nın Tokyo dan sonraki ikinci büyük şehri. Burada deniz doldurularak bir havalimanı yapılmış. Kansai Havalimanı. Uçağı bu piste indirmek bence iyi bir tecrübe istiyor olmalı. Piste tepeden bakınca, içinizden bu pilot bu alana nasıl inecek diye geçiriyorsunuz. Ama sanırım şimdiye kadarki en iyi inişlerden birini gerçekleştiriyoruz. Lakin tekerlek açılma sesi bile yere çarpma sesinden daha çok gelmişti 🙂

Japonya’da Ulaşım

Ultra gelişmiş tren hatları, metrolar sadece şehrin değil tüm ülkenin her yerine rahatlıkla ulaşmanızı sağlıyor. Örneğin Tokyodasınız ve aniden Osakaya gitmek istiyorsunuz ama uçakta yer yok. Yada o gün uçmak istemiyorsunuz, uçak korkunuz var. Yada canınız tren seyahati yapmak ve o güzel vagonlarda ağzınızın tadı ile lezzetli sushiler yemek istedi. İşte hava yolu şirketlerine büyüüük bir rakip! Çünkü neredeyse aynı sürede istediğiniz yere hem havadan hem karadan ulaşabiliyorsunuz. Dünyanın en hızlı treni işte tam burada, Japonyada. Shinkansenler!

 JR Osaka, Japonya

İşte bizim Kansai Uluslararası havalimanından Osaka şehir merkezine gitmemiz, bu kültürün ne kadar yardımsever olduğunu anlamamızın hikayesi böyle başladı…

Önce havaalanında bir wifi kutucuğu kiraladık. Burada internete bağlı bir harita işinize çok yarayacak. Çünkü gerçekten çok ama çok az kişi ingilizce biliyor ve bunca insan arasında o kişiyi bulabilmeniz olasılığı bence çok düşük. 6 gün için internete ödediğimiz para 11000 YEN. (275 lira). Evet gelmeden önce dünyanın en pahalı şehrine geleceğimizi iyi biliyorduk 🙂

 

Sonrasında JR PASS ofisinde 3 gün tüm JR trenlerinde geçerli olan Osaka Area Pass bileti aldık. Tek kişi için 5300 yen.(133 lira) Ulaşım için oldukça pahalı. Zaten Japonya’da en pahalı şey ulaşım ve konaklama. Gerisini bir şekilde halledebiliyorsunuz. Bu bileti satın alırken geçerli olacağı tarih aralığını siz seçiyorsunuz. Biz zaten akşam geç bir vakitte şehre ulaştığımız için biletimizi bir ertesi gün başlattık. O akşam şehre trenle ulaşmak için ayrı bir bilet daha satın aldık. Böylece 3 günlük pass’ı daha verimli kullanabiliyorsunuz. Bilgi kurcalamak için buraya tıklayabilirsiniz.

Biletlerimiz tamam, şimdi onca perondan doğu olanı seçip şehir merkezine sonrasında da otele ulaşacağız. Bindiğimiz trende bir çiftin karşısına oturduk ve ”Osaka Station?” diye teyit alma ihtiyacı hissettik. Bilemezdik ki bu sevgili güzel japon kardeşlerimiz bir yardım meleğine bu kadar kolay dönüşecek. Bize artık daha fazla yardım etmemeleri için japonca kelimeler arayacağımızı bilemedik a dostlar. Olay bizim onlardan bu teyidi almamız ve kendi aramızda istasyonları haritadan kurcalayıp birkaç istasyon ismi telafuz etmemiz ile başladı. Karşımızda oturan bu dünya tatlısı çift ineceğimiz istasyonu tekrar ederek telefonlarında birşeyler aramaya başladılar. Arada da bize bakıp japonca konuşuyorlardı. Bir süre araştırdıktan ve aralarında tartıştıktan sonra gülümseyerek kalem istediğini belirtti. Çantamdan çıkardığım kalem ve defteri görünce ikiside çok şirin bir şekilde gülümseyerek mutlu oldular. (sanki biz onlara yardım etmişiz gibi) Sonra çocuk, defterime japonca brişey yazıp altına ingilizcesini biraz zorlanarak da olsa yazdı.

 

Birkaç satırdan sonra anladığımız şey bizi çokça şaşırttı.

IMG_5383

 

Çocuk otelimize gitmemiz için bineceğimiz ve change yapacağımız istasyonları saatleriyle birlikte yazmış. Yan sayfaya da eğer kaybolursak diye japonca yönlendirme yazısı yazmıştı birilerine gösterip okutup soralım diye. Bunu da bize daha çok japonca, 1-2 ingilizce kelime ve çokça beden diliyle anlatmışlardı :)))) O kadar zaman harcamışlardı ki otelimize ulaşabilelim diye, sonradan hatırladığımız bir bilgiyi onlara söyleyemedik bile. Direk Osaka istasyonunda inseydik, otelin shuttle servisi bizi otele kadar götürecekti halbuki.

Sonra bir durakta bize yine beden diliyle inmemizi söylediler. Baktık ki çizelgedeki istasyondayız ve onlarda bizle beraber iniyorlar. Ellerinde de belliki başka bir şehirden gezmek için geldikleri belli olan kırmızı bavulları var. Bizle indiler ve bizi başka bir perona götürdüler. Tekrar çizelgeyi kontrol ettiler, trenleri aralarında teyit ettiler ve gülümseyerek treni gösterdiler. O sırada biz sakladığımız bilgiyi paylaşmak durumunda kaldık. Osaka istasyonuna gidersek otelin shuttle’ı olduğunu çokça beden dili kullanarak anlattık. İkisi aynı anda büyük büyük gülümserken derin bir ohh çektiler ve başlarını sallayarak onları takip etmemizi istediler tekrar. Biz elimizde bavulumuz, onlar ellerinde bavulları istasyonun merdivenlerini tekrar tırmanırken bize son kez yardım etmiş olmalarını dileyerek peşlerinden gittik. Doğru trenin kapısına geldiğimizde defalarca teşekkür ettik ve ellerini sıktık. Trene bindiğimizde kapılar kapandı. Tren hareket ederken hala büyük büyük gülümseyerek arkamızdan bakıyorlardı. Bize gerçekten tüm sempatiklikleriyle el sallıyorlardı.

 

20160506_111114

Osaka’da neler yapılır diyecek olursak, biz fazla bir şey bulamadık ama 3 önemli nokta var. Biri Osaka Kalesi, diğeri Akvaryum bir diğeri de Universal Stüdyoları. Kısıtlı zamanımız olduğu için, biz sonuncuya gitmedik. Geç bir saatte geldiğimiz için ilk gün otomatikman geçti bile.

Ertesi sabah erkenden otelimize en yakın JR durağından atlıyoruz trene ve Osaka Castle için yola çıkıyoruz. Bu arada Ali, Osaka’nın ilk gezi günü için özel bir kıyafet giyiyor üzerine. Ondan mutlusu yok :))  Uzun bir yürüme sonunda kaleyi görüyoruz. Kale; 1585 – 1598 yılları arasında yapılmış. Dışarıdan 5 katlı gibi görünüyor ama aslında 8 katlı. Şimdiki haline gelene kadar çokça kez yenilenmiş ve yanı başına çok teknolojik bir asansör kondurulmuş. Bence orijinalliğiyle fazlaca oynanmış. İçine girmekten vazgeçip dışarıdan fotoğraflıyoruz. Giriş: 600 yen.

Osaka Kalesi, Japonya

Hemen kaleden ayrılıp Akvaryum’a doğru yola çıkıyoruz. Dediğim gibi JR biletleri sayesinde cebinizden ekstra bir harcama çıkmıyor. (Daha ne çıksın! dediğinizi duyar gibiyim) Eğer metroda kullanmak istiyorsanız onun içinde 1 günlük passlar var. 500 yen verip tüm gün metrolara binebiliyorsunuz.

IMG_5444-vert2

 

Osaka Aquarium Kaiyukan

Dünyanın en büyük akvaryumlarından birindeyiz şimdi. Tepeden başlayıp aşağı doğru inilerek gezilen bir sisteme göre yapılmış. İçinde 580 türden oluşan bir canlı çeşitliliği var. Balina’da dahil :)) Burası çocuklar kadar büyüklerinde ilgisini çeken, hatta büyüklerin daha fazla şaşırdığı bir su altı belgeseli. Bu mavi dünyanın içinde uzunca bir zaman geçireceğinizi bilerek planlama yapın.

IMG_5511-vert3

Japonya bir ada ülkesi. Denizden çıkan her şeye büyük saygı duyuyorlar ve aynı zamanda da yiyorlar 😀 Tüm bahçe süslemelerinde japon balıklarını kullanıyorlar. Bunu Özellikle Kyoto yazımda daha iyi göreceksiniz.

Akvaryumun hemen bitişiğinde Tempozan Dönme Dolabı tüm heybetiyle gülümsüyor. Ancak Ali’yi o dönme dolaba bindirebilmek elbetteki imkansız olduğundan tepesinden gözlenen Osaka manzarasını sizinle paylaşamıyorum.

20160505_123823

IMG_5641

Akşam; Osaka’nın kalbi Dotonbori bölgesine gidiyoruz. Burası cıvıl cıvıl, renkli ve çokça haraketli bir bölge. En ucuzundan en pahalısına bir sürü alışveriş mağazası var. Akşam yemeğimizi sokaktaki şişe geçirilmiş ahtapot, ıstakoz gibi deniz ürünlerini tadarak geçiştiriyoruz ve iyiki de böyle yapmışız diyoruz.. Bu ızgara deniz ürünlerini tatmak için bile bu bölgeye gelinebilir.

20160505_212157-vert5

 

Son olarak Japonya’dan aradığımız şeyi Japonların değimiyle Ooooosaka’da bulamıyoruz. Ama ertesi gün, bakın neler oluyor?? :))

 

Fotoğraflar:  Yiğit Ali Tüzün  –  Tuğçe Tüzün

 

Video 1 >>>>>> (Ali’nin Japonyadaki halleri) =)))

 

NARA VE KOBE GEZİ REHBERİ

GEYİKLER ŞEHRİ NARA

Kocaman yeşil bir parkın içinde sihirli bir geyik sürüsü yaşar. Elimde haritam yanımda geyiklerimle Tenryuji Tapınağını arıyorum. Çiseleyen yağmur yüzünden Ali şemsiyemizi tutuyor. Bense yağmurluğumu giyip rahatça dolaşmak istiyorum ama ne mümkün. Bu minik güzeller oradan buradan bizi dürtükleyerek yiyecek bir şeyler istiyor. Parkın içinde satılan bisküvilerden 2 paket alıp yolumuz boyunca geyikleri besliyoruz. Ama bir şartı var. Asya ülkelerinde alışkanlık olan selamlaşma burada da öncelikli. 3 kere selamlaşıyorsunuz, sonra biskuviyi veriyorsunuz. Nara ‘da tapınaklar arasında dolaşırken size eşlik eden bu güzel hayvanlar çok eskiden beri Tanrı’nın habercisi olarak görüldüğü için kutsal kabul ediliyor.

 

Nara, JaponyaIMG_5967-vert12

Burası dünyanın en güzel şehri olmalı! İstasyondan parka giden yolda sağlı sollu şirin dükkanlar sizi içeri davet ediyor. Japon kağıtları, kaligrafi kalemleri, kaplama kağıtları, sıvı veya çubuk mürekkepler, origami kağıtları.. Allahım burası bir cennet. Neyseki kendimi kaybetmeden önce derin nefes almayı ve on’a kadar saymayı öğrenmiştim. Suratımızdaki şaşkın ve taktir etmiş ifadeyle bir dükkandan heyecanla çıkıp ötekine giriyor,beğendiğimiz onca şeyden hangisini alacağımızı kestiremiyoruz. Her yerde geyikli kumaş peçeteler, bebek mama önlükleri, cüzdanlar,çantalar hatta perdeler var. Hala kısıtlı zaman yüzünden o güzelim dükkanların hakkını veremediğimi düşünmekteyim.

Nara ParkıGEYİK2-horz3

20160506_113841

 

Tapınaklar ve müzeler buraya gelmek için sonraki seçenekler. Çünkü Japonya’da gezmeniz için bolca tapınak olacak zaten. Bence buraya geyiklerle vakit geçirmek,özgün ve butik dükkanlarında alışveriş yapmak ve garip gelecek ama dünyanın en güzel rögar kapaklarını görmek için gelin.

Nara

IMG_5840-vert7

Tekrar gelmek umuduyla trenimize bindiğimizde yüzümüzde hala tuhaf bir gülümseme vardı. Güzel anılar edindiğimiz Nara, adı gibi fantastik dünyasından bize el salladı. Karnımız acıkmaya başlamıştı ve dünyanın en güzel eti birkaç km ötede bizi bekliyordu.

KOBE ETİ

Sadece Wagyu ırkına ait sığırlardan elde edilen bu efsane et için geliyoruz Kobe’ye. Sadece bu eti yiyebilmek için. Özelliği ise şu; şehirden ve trafikten uzak sessiz çiftliklerde sırtları sıvazlanarak büyütülüyorlar bu sığırcıklar. Efendim bunu mecazi algılamayın. Her gün belli saatlerde bira içirilen bu sığırlara bakıcıları düzenli masaj yapıyor. Yapılan bu masaj sayesinde etlerinin üzerindeki yağ dokusu içeri doğru dağılarak kasların liflerine doğru yayılıyor ve ince dokudaki yağı yoğunlaştırarak etin kalitesi arttırılıyor. Bir rivayete göre de klasik müzik dinletileriyle sığırların stresi azaltılıyor. Şimdi bunları öğrenince heyecanımız daha da arttı ve kendimizi Kobe Steak restoranında bulduk.

Kobe Eti

Ocağın başına geçtik ve tane tane pişen sebzelerin, etin nasıl servis edildiğini,etin kesilirkenki yumuşaklığını, sarımsağın yağla karışmış kokusunu ve ocağın sıcağını yüzünüzde hissettik. Ağzımızda dağılan bu lokmalar tabağımızdan azaldıkça,bu tadı unutmamak için belleğimizi zorladık. Fazla söze gerek yok. Gelin,bu efsane eti yerinde yiyin.

IMG_5985-vert1

Restoran: Steak Land (Kobe JR istasyonuna 5-6 dk. yürüme mesafesinde)

Kobe eti pişirilme videosu için; tıklayınız 🙂

Nara Video için; tıklayınız 🙂

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

DUNYANIN DIBI CAPE TOWN

 Büyük bir tepeyi tırmandıktan sonra, yalnızca tırmanılacak daha bir sürü tepe olduğunu görürsün.

Nelson Mandela

Şehrin sırtını dayadığı Masa Dağı’nın tepesinde, Atlas Okyanusu’nun gökdenizle birleşmesini izlemek, siyah ile beyazın derin farklılığını yumuşatmak ve yaşamanın tüm enerjisini içine çekebilmeyi gerektirir. İşte burada tam karşımdaki minik adacıkta, hayatının 27 yılı mahkum edilmiş ayrımcılık karşıtı Nelson Mandela, özgür ruhunu gökyüzüne salmış ve mahkumiyetinin bitiminde aldığı birçok barış ödülüyle Güney Afrika’da Ulusun Babası olarak görülmüştür. Dünyanın Dibi olarak gördüğüm ‘Cape Town’ maceramız tüm merak ettiklerimizle başlıyor.

Masa Dağı, Cape Town

Okyanus aşırı uçuşlardaki jetlag derdinin olmadığı sabah bin akşam in yolculuğunu kim sevmez? Özellikle bu yolculuk Kuzey yarım küreden Güney yarım küreye, Afrika’nın en havalı şehrine ise.

Şehre Gelince

Bir gece öncesinden tavsiyelerle haberleştiğimiz Barbaros bey, havaalanında bizi karşıladı. İlk işimiz para bozdurmak ve telefon hattı almak oldu. Burada doları ülkenin para birimi olan Rant’a çevirmek biraz zahmetli. Pasaportunuz, otelinizin adresi telefonu vs birçok şey istiyorlar. Ayrıca çok düşük bir kurdan hesaplıyorlar. Sağolsun Barbaros bizi elden dolar alan bir adamın dükkanına götürdü. Otomatik kilitli demir kapılı bu dükkanda en iyi kur ile paramızı Rant’a çevirebildik. Dükkanların çoğunda kapılar bu şekilde demirli ve her zaman kilitli. Neden? Sonuçta burası Afrika ve her an her şey olabilir. Yoo yoo aslında bu kadar korkacak bir durum yok merak etmeyin. İlerleyen paragraflarda anlayacaksınız 🙂

 

Eğer buraya gelecekseniz size verebileceğim en birinci tavsiye; Necati Bey ile iletişim kurmanız. Kendisine yapmak istediğiniz aktiviteleri söyleyin. O da planlasın. Bunun dışında otel rezervasyonları, havaalanı transferleri,turlar (penguen adası,fok adası, köpek balığı dalışları,masa dağı,şarap çiftlikleri,aslan ve çita parkları), para bozdurma, özel yemek rezervasyonları vs gibi hizmetler sunmakta. Bence her uzak ülkede bir Necati Bey olmalı :))

20151223_202001-vert2

Afrika, eyaletlerden oluşmuş bir kıta. Ve bunlardan sadece 1 tanesinin devlet başkanı beyaz. Bu başkan amcanında şehirde en önem verdiği şey; güvenlik! İngiliz sömürgesi olmuş olan bu şehirde Afrika deyince gözlerinizde beliren o görüntünün tamamen zıttı var karşımızda. Temiz, düzenli caddeleri, pırıl pırıl yeşil alanları, dev gökdelenleri, samimi ve sıcak kanlı yardımsever insanları var. Beyazın ve siyahın birlikte mutlu (gerçekten mutlu) yaşadığı, medeniyetin ve sefaletin iç içe geçtiği bir şehir. Müziğin her yerde ama her yerde olduğu, bol aktiviteli bir liman kenti bu.

IMG_1010-vert3

Bu şehirde hem büyük gökdelenlerin, geniş caddelerin ve gerçek bir şehir yaşamının olup hemde doğal güzelliklerinin bu derece korunmuş olması en şaşırtıcı noktalardan biri. Başınızı çevirdiğinizde bucaksız bir okyanus, diğer yöne çevirdiğinizde tarifsiz Masa Dağı var. Başka yöne baktığınızda yeşillerin doygun renkliliği, diğer tarafta tertemiz sokaklara serpiştirilen güzel restoranların ve kafelerin cıvıl cıvıllığı mevcut.

Şehrin elbette bir de öbür yüzü var. Bunlarda nüfusun büyük kısmının tercih ettiği barakalarda yaşayanlar. Burası bir mahalle hatta bir köy gibi. Birbiri ardına sıralanmış barakalar,tek tek elektrik direklerinden kablolar çekilerek kaçak bağlamalar yapılmış. Su,taşıma suyu. Burada gerçekten hava bedava bulut bedava olunca halk burada yaşamaktan memnun hale gelmiş. Öyleki devlet lojman gibi binalar yapıp insanları o barakalardan çıkartıp ev veriyormuş. Anacak bir çoğu verilen evlerini çok ucuz fiyatlara satıp barakalarına tekrar geri dönüyormuş. Buna uygun bir atasözü var mıydı???

IMG_0828-vert5

20151225_094350

Kontrastı en iyi olan bölgelerden biri. Öyle ki birçok film çekiminin yapıldığı yer. Örneğin Karayip korsanlarının gemileri halen burada sergilenmekte. Gerçekten de daha önce instagramdaki #capetown hashtaglerine baktiğimda neredeyse hiç bulanık bir görüntü yoktu. Hepsinin kontrastı mükemmel tertemiz ışıl ışıl bir hava hakim tüm fotoğraflarda. Meğer gerçektende dünyanın bu bölgesindeki atmosferin yapısından bir şeylerinden dolayı çekimler net, bol ışıklı ve canlı çıkıyormuş. Daha iyi araştırmak gerekli.

Ben şimdiden bir sonraki Cape Town gezisi için yapılacaklar listesini hazırladım. Bu bol sporlu bir gezi olacak. Birde bu sefer yapamadığım kafesli köpekbalığı dalışını mutlaka yapmak istiyorum. Aylar öncesinden rezervasyon gerektiği için yapamamıştım. Eğer sizde gidecek olursanız,benimle iletişime geçin ki size Necati Bey’in numarasını ulaştırayım 🙂

 

En kısa zamanda tekrar tekrar görüşmek dileğiyle Cape Town.

Sevgiler…♥

Cape Town’da ne yaptık videosu için tıklayınız.

Fotoğraflar : Yiğit Ali Tüzün  –  Tuğçe Tüzün

CAPE TOWN ‘DA BİR HAFTA

Jules Verne’nin ”Dünyanın Ucundaki Fener” kitabına esin kaynağı olan feneri görmek yada dev beyaz köpek balıklarıyla dalış yapmak. Muhteşem manzaraya karşı paraşütle atlamak veya dev dalgaların üzerinde dalga sörfü yapmak. Dünyanın en yüksek bungee jumpingi için yada bulutların örttüğü Masa Dağı’nda romantik bir gün batımı seyri. Her ne olursa olsun bu şehirde yapılacaklar insanı delicesine heyecanlandırıyor. O kadar seçeneğiniz var ki, gitmeden önce iyi bir organizasyon yapmak şart. Aksi durumda yapamadıklarınız için üzüntü duyabilirsiniz. Cape Town ‘da bir hafta neler yapılır, seçim yapmak zor.

Afrika’nın en lezzetli şarabını alabildiğine yeşil üzüm bahçelerinin arasında tadarken ertesi gün katılacağınız halk koşuları için moral depolayabilirsiniz. Yada biraz renk için Bo-Kaap’ın evlerine misafir olabilirsiniz. Camps Bay’ın muhteşem plajında güneşin tadını çıkarırken, selfie için fok adasını ziyaret edebilirsiniz. Bir de manzaraya paralel bisiklet sürüşü yaparken önünüze çıkabilecek paytak penguenlere dikkat edin. Bazı zaman gezintiye çıkıyorlar :))

Daha yazamadığım birçok olduğu gibi bizim bu seyahatimizde yapabildiklerimizle yazıya devam edelim.

Cape Of Good Hope

ÜMİT BURNU

İlk turumuz; Ümit Burnu (Cape Point), Penguen Sahili, Fok Adası, Camps Bay

Ümit Burnu için yazılacak çok şey var aslında. En başta dünyanın güneyindeki son kara parçası diyebiliriz. 1488 yılında Bartolomeu Dias burayı keşfettiğinde aşırı rüzgarlı olması sebebiyle Fırtınalar Burnu adını koymuş. Bu bölgedeki akıntı ve dalgalar yüzünden yaklaşık 400 adet geminin burada battığı söyleniyor.

IMG_0544-vert

Milli parkların içindeki Babunlara dikkat etmek gerekiyor. Eğer elinizde herhangi bir yiyecek var ise, onu en uzak yere fırlatmak yapacağınız en doğru şey olabilir. Öyle ki babunlar ayağa kalktıklarında irice bir insan boyuna rahatlıkla ulaşabilen tehlikeli hayvanlardır. Elinizdeki cep telefonu-kamera gibi aletleri de alıp kaçabilirler. Daha da kötüsü ısırıklarına maruz kalırsanız ki bu elinizde yiyecek varken çok çok mümkün, AIDS kapmanız çok muhtemel. En kötüsü de Türkiye’ye döndüğünüzde AIDS’i nereden kaptığınızı kimseye inandıramayacağınız gerçeği.

IMG_0417

BOULDERS BAY

Boulders Bay (Penguenler Adası); kendilerine yer etmiş oldukları bu plajda normalden daha küçük olan güney afrika penguenlerini görebilirsiniz. Hatta bölgeye yakın plajlara havlunuzu serip onlarla güneşlenebilir veya birlikte yüzebilirsiniz. Kendilerine ait bu plajda yüzlerce minik penguenin bir heykel gibi durduklarını görünce önce çok şaşırmıştım. Sonradan öğrendiğime göre, penguenler tek eşli hayvanlarmış ve eşleri avlanmaya gittiğinde sahilde durup onları beklerlermiş. İnsandan beklenmeyecek haraketler bunlar :)) Bu paytak şeyler bazı zamanlarda yola çıkıp şehirde dolaşabiliyorlar, sosyalleşmek gerek tabii :)) Ha birde bir Cape Town’luyu kızdırmak istiyorsanız bu penguenlerden birini alıp eve götürmek istediğinizi söyleyebilirsiniz. Bu şirin yaratıklara acayip değer veriyorlar.

IMG_0459-vert

FOK ADASI

Fok Adası için bindiğimiz tekne bizi Atlantik okyanusunun açıklarına doğru götürürken, kendimi Karayip Korsanları filminde fırtınaya yakalanmış bir denizci gibi hissettim :)) Teknenin büyük dalgalarla savaşması karşısında korkuya kapılan birkaç arkadaşımız (buna ayıptır yazması eşimde dahil) çığlıklarla teknenin orta kısımlarına doğru çekilse de ben teknenin en uç kısmında yaşadığım bu macerada gayet hoşnuttum. Adıma ne derseniz deyin ama ben galiba tehlikeli ve adrenalini bol olan aktivitele bayılıyorum. Dalgalar teknemizi havalandırıp alçalttıkça midemiz kalbimizle birleşiyordu. Atlas okyanusunda rüzgar ve dalgalarla boğuşmadık demeyeceğim.

20151224_142458-vert

 

Fokların yanına yaklaştığımızı burnumuza gelen kötü kokulardan anladık 🙂 Bu kadar sevimli ve akıllı hayvanların bu kadar kötü kokmasını kabullenemedik, birkaç selfie yaptıktan sonra teknemizin burnunu dönüş yoluna çevirdik.

IMG_0752

CAMPS BAY

Camps Bay… Ahh Camps Bay… işte burası Afrikanın Miami’si olarak adlandırılan, surfcu çocukların, yakışıklı ve karizmatik erkeklerin, güzel vücutlu ve zengin hatunların takıldığı bölge. Lüks evlerin tertipli sokaklara yayıldığı, sahil şeridinde kaliteli restoran ve barların bulunduğu, beyaz ve yumuşacık kumsalların genişçe bir alanı kapladığı, turkuaz soğuk suların beyaz köpüklü dalgaları ile sahili yaladığı, çıplak ayaklı, minik sarı ve zenci veletlerin birlikte koşturduğu, gün batımında Cafe Caprice’deki yakışıklı barmenin elinden içebileceğiniz en lezzetli Mojito ile turuncu günü uğurlayabileceğiniz bir vaha. Dünyaca ünlü aktör, aktrist ve sanatçıların kaçış mekanı. Öyle ki bir gün Caprice’de yan masanızda Cameron Diaz’ı margaritasını yudumlarken görebilirsiniz. Yada sahildeki sabah koşusunda Leonardo Di Caprio ile selamlaşabilirsiniz. Ancak sakın paparazzilik yapmaya kalkmayın. Bu şehre paparazziler giremiyor! 🙂

Burada yaşamak isterdik desem,sizde her gittiğiniz yerde yaşamak istiyorsunuz diyebilirsiniz. Olsun, deyin. Biz burada da yaşamak isterdik :))  Çünkü gerçekten yapabileceğiniz çok şey var. Uzak doğu kadar sıcak, nemli ve bunaltıcı değil. Eğer rüzgarla bir derdiniz yoksa havası ideal bir yer. Bir kere Akdeniz iklimi aslında, yazın nemsiz kuru sıcaklar, kışın ise ılıman bir hava var. Rüzgar ısınan havayı serinletse de Afrika güneşinden sakınmak, krem ve şapka kullanmak şart. Hiç belli etmeden haşlanabiliyorsunuz. Akşamları hava serin bile olmuştu. Biz Aralık sonunda yani güney yarım kürenin yaz ayında gitmemize rağmen gündüz açıkta kalıp haşlanan bölgelerimiz akşamları üşümüştü 🙂 Dolayısıyla ince bir hırka lazım.

IMG_0761-vert

 

Bu bölgede 11 çeşit köpek balığı olması sebebiyle (buna Büyük Beyaz’da dahil) okyanusa girip çırpınıp çocuklar gibi şen, bülbüller gibi muhteşem olmanız malesef imkansız. Böyle nefis kumsalları ve tertemiz berrak bir okyanusun olduğu şehirde uyanıp da o suya girememek Cape Town’lıların en büyük üzüntüsüymüş aslında. Gerçi köpek balığı olmasa da su en iyi haliyle 15 derece. Yani zatürre olmak istemeyen zaten girmesin. Ayaklarınızı sokup etraftaki tatlı veletlere su sıçratıp oynayın, size yeter 🙂

Lakin artislik yapıp buraya kadar gelmişim, illede girip yüzücem derseniz köpek balıklarının önce hafif burun vuruşunu vücudunuzda hissedip sonrasında 40km hızla gelen öldürücü darbesiyle sizi ham yapmasını izlemek boynumuzun borcu olabilir. Sonra Cape Town’da pisipisine köpek balığı mağduru olmayın derim.

IMG_0448

Westlake Golf Club bölgesi Ali ve benim en ilgimizi çeken yerlerden biriydi. Zengin, golf sever amcalar, yaşlanınca artık o büyük evlerde yaşamak istemediklerini düşünürek, daha minik, kutu gibi, bahçesi yeterli büyüklükte olan (sulama ve bakım işlerini artık kendileri yapacaklarından) ve hemen önünde keyifli bir golf sahası olan evler yaptırıp bir site oluşturmuşlar. Burası emekliler sitesi olarak geçiyor ve tamamen zevklerine göre hazırlanmış bu minik az uğraş gerektiren evlerde yaşamlarını sürdürüyorlarmış. Bu arada bu kıyı şeridindeki tüm evlerin manzaraları paha biçilemez güzellikte. Her köşe başında farklı bir manzara çıkıyor. Ben burası için, dünyanın en güzel doğal manzaralarına sahip şehri diyebilirim.

IMG_0412

TABLE MOUNTAİN

İkinci Turumuz ; Masa Dağı (Table Mountain), 1086 metre yükseklikteki, zirvesi uzun bir dikdörtgen gibi dümdüz olan bir dağ ve bu doğal bir oluşum. Dünya mirası listesinde olan bu dağa teleferikle çıkmak mümkün. İsteyen yaklaşık 3 saatlik yürüyüş ile kendi bacaklarını da kullanabilir. Teleferik kullanımı yaklaşık 50TL. Ali’ciğim teleferiğin güzergahını ve yüksekliği görünce yürüyerek çıkmaya yeltense de zaman kaybı, yorgunluk vs bahaneleriyle onu vazgeçirmeyi başardım. Dağın zirvesine yaklaşık 65 kişiyi taşıyabilen bu teleferikte en iyi manzaralı yeri kapmak için çok uğraşmayın. Turistlerin rahatlıkla fotoğraf çekebilmesi için kendi etrafında dönen bir sisteme oturtulmuş. Böylece 2-3 defa 365 derece döndüğünden hiçbir taraftaki manzaradan eksik kalmıyorsunuz:) Sadece cam kenarlarında durmaya çalışın 🙂

20151225_110746

Yukarı çıktığınızda Atlas okyanusunun nefes kesen manzarası sizi karşılıyor. Zaten ’Afrikanın en epik manzaralarından biri Masa Dağı ‘nın zirvesinden izlenir’ demişler. Kulağımızda ain’t no sunshine when she’s gone ve doyumsuzluk yapan güzellikleri önümüze döken kuşbakışı Cape Town!

 

Yukarı çıkarken yanınızda mutlak surette şapka, krem ve kalın giysiler bulundurun. Biz hazırlıksız yakalandık, o yüzden oradaki shoptan hırka almak zorunda kaldık. Bu güzelim fotoğraflardaki uyumsuz alakasız kıyafetler hep bu yüzden 😀

 

IMG_0907

Dünyada soyu hızla tükenen Çitalar için soylarını devam ettirebilmeleri için bir park yapmışlar. Burada dünyanın en hızlı koşabilen bu canlıları çiftleştirip doğal yaşam alanlarına salıyorlarmış. Ayrıca yakın temas kurmak isteyenler için de 120 Rant (24lira) karşılığında tüylerini okşama fırsatı sunuyorlar. Ali’ciğime bu olay saçma geldiği için sevmek istemedi. Yani saçma gelmeseydi eğer tel örgülerin içine girip bu yırtıcı ama güzel hayvanların sırtlarını okşayabilirdi. Ama saçmaydı işte 😛

Aslan Parkı; ben aslanların bu kadar heybetli, asil,güçlü, ürkünç ve karizmatik olduklarını bilmezdim. Bir aslan ile 3 metre mesafede gözgöze gelince, onlara neden Ormanın kralı dediklerini gayette iyi anladım. Bize hiç pas vermeseler de ben aslanlara bayıldımmmm…

IMG_0902-vert

Fairview; kocaman şarap çiftliklerinin olduğu bu bölgedeki bir çiftliğe girip şarap tadımı yapıyorsunuz.

Aynı zamanda güzel peynirlerinde tadına bakarak çok uygun fiyatlara bu lezzetleri alabilirsiniz. Şarap fiyatları; 50-150 Rant arasında. Biz hepsi beyaz olmak üzere 3 şişe aldık. Toplam fiyat 46 TL

Burada yemek ve içki çok ucuz. Geldiğimden beri Mojito’ya doydum diyebilirim. Neredeyse her öğlen ve akşam içtiğim lezzetli mojito’nun bardağı 50 rant. (10TL)

IMG_0847

Hop On Hop Off

Şehre 2 yıl önce tur otobüsleri koymuşlar. Hani şu ingilterenin kırmızı otobüslerinden. Üstü açık. Sana kulaklık veriyorlar, hemen oturduğun koltuğun yanına takıyorsun veeeeee ayarlardan dil seçeneğini türkçe yapıyorsun 🙂 Evet gezdiğin yerleri anadilinle dinlemek çok hoş oluyor 😀

Bu tur otobüsleri kırmızı ve mavi tur olmak üzere ikiye ayrılıyor. Kırmızı tur Table Mountain (Masa Dağı),Camps Bay gibi kısa sahil şeridine gidiyor.
Mavi tur; şarap bahçeleri, fok adası, Kirstenbosch Ulusal Botanik Bahçeleri, World of Birds,Cliffton Beach ve Camps Bay gibi daha büyük bir çemberi gezdiriyor. İstediğiniz durakta inip, bölgeyi gezip sonra tekrar aynı yerden 15dk arayla gelen otobüse binip devam edebilirsiniz. İlk satın aldığınız bileti atmayın, çünkü her bindiğiniz otobüs soforune onu gösteriyorsunuz.

IMG_1083

 

Yine küçük bir tavsiye, zamanınızın çoğunu üzüm bağlarında geçirecekmiş gibi ayarlama yapmanız.  Lakin biz bu bağlardan ayrılmak istemedik. Son gün geldiğimiz içinse neden ilk gelmedikte her günün 2-3 saatini buraya ayırmadık diye dertlendik :)) Üzüm bağları yazısı için tıklayınız.

Gece hayatına gelirsek, böylesi güzel bir şehirde elbetteki gece hayatı da yoğun. Long street denilen bölge barlar sokağı olarak anılıyor. Akşam tüm dükkanlar 5 te kapansa da birbirinden iyi gece kulupleri şehri canlı tutuyor. Burada hava karardıktan sonra gündüzki kadar rahat olamasanızda bence tedirginliği çok da büyütmemek gerek. Evet hiç tedirgin olmayın demiyorum. Sonuçta hep izlediğimiz filmlerdeki gibi zenci genç grupları dolaşıyor ve yolda yürürken yanlışlıkla omzunuz onlara çarpabilir vs vs.. 🙂 Dikkatli olun ama çok da turist gibi davranmayın. Ağzınız açık her yerde cep telefonunuzu kameranızı çıkarıp fotoğraf çekmeyin. Esnafla konuşun, ama samimice heey dostum.. falan el çarpışın.. İnanın GreenPark denilen bit pazarında bu bizim çok işimize yaradı. Mesela sadece Türk olmamız ve müslüman olmamızı söyleyerek bile indirim yaptırdık. Müslümanları ve Türkleri seviyorlar. Türkleri sevmelerinin en büyük sebebi Futbol 🙂

20151224_171415

OTEL SEÇİMİ

Otel seçerken mutlaka Waterfront bölgesine yakın yerlerde kalın. Biz 2 otelde konakladık (christmas sebebiyle yer yoktu). Cape Town Lodge Hotel ve Southern Sun Hotel. İkiside merkez bölgeye yürüme mesafesiydi. Ayrıca Masa Dağı manzaralı birçok lüks otel de mevcut. Bahsettiğim tur otobüslerine Waterfront’dan binebiliyorsunuz. Ayrıca burada Watershed craft&design adında bir market var. Cape Town 2014 yılında dünya tasarım başkenti seçilmiş ve burada inanılmaz özgün eşyalar satılıyor. Yerel el sanatları bulmak için ideal ama kendinizi kaybedeceğiniz en tehlikeli yer diyebilirim.

151042

Gece hayatının tartışılmaz açık ara en gözde Caz Kulubü; Mama Africa! Gruplar inanılmaz bir performansla buram buram caz yapıyor. African müzik inanılmaz. İçkiler ucuz, keyif bedava.

IMG_0565

Yapılacak Şey Çok

Yamaç paraşütü. Köpekbalığı kafesli dalışı. Dalga sörfü. Uçurtma sörfü. Trekking. Senede ortalama 60 adet yapılan 5 – 10 km koşu aktiviteleri (adamlar spora aşık). Bisiklet turları (cape point bölgesine). Yunus ve balina izleme. Çelik halat macera parkları. Beyaz kumlarda bir kovboy edasıyla binicilik. Motosiklet parkurları. Atv parkurları. Golf. Safari ve vahşi yaşam turları. Ne için geliyorsanız gelin yeter ki planlı gelin.

 
Sevgiler ❤
Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

KARADENIZ – POKUT

Karadeniz de kalacağımız evin ismi Plato’da Mola. Pokut yaylasındaki bu evde , 2048 metrede ladin ağaçlarından gelen kuş sesleriyle uyanırsın. Kaçkarların sihirli görünümünü bazen bir sis gizler,böylece sen biraz sana izin vermesini beklersin,sis dağılıp görüntü netleştimi eline bir bardak sıcak çay alır sandalyeni sonsuzluğun en ucuna kadar çeker sessizliği seyredersin. Okuduğun kitabın kelimeleri ara sıra yaylada özgürce otlayan ineklerin çan seslerine karışır. Komşu yaylanın ineğini yan tarafta otlarken görürsün,birde yaramazlık edip bostana girmişse vay haline.

 

Karadeniz - Pokut

Plato’da Mola, Bambaşka Değerler Sunar Size

Ben burada tüm hayvanların (ineklerde dahil) değerli olduğunu düşünen insanlarla tanıştım. Hayvanlarının bakımını herşeyden öncelikli tutan, onların karakterlerini iyi tanıyıp ona göre yaşamalarına izin veren insanlar. Şehirdeki insanlardan kat be kat farkındalıklı ve kat be kat şanslı insanlar. Şanslı diyorum; çünkü, buraya gelip burada birkaç gün geçirirseniz her gün şehirde yediğiniz yoğurdun aslında yoğurt olmadığını, peynirin kokusunun aynı olmadığını,o enfes dağ meyvelerinden yapılmış reçelinizin altına konduracağınız mis kokulu kaymağın lezzetini tarif etmekte zorlanacağınızı size söyleyebilirim. Hele ki o tazecik ev ekmeğini yeni pişmiş muhlamaya batırıp yemek… 

Plato'da Molabirleş6

Bunların hepsini ve daha fazlasını bizlere hazırlayan bizi yedirip içiren Zeyne Teyze,dünyanın farklı yerlerinden gelen gurmelerin ağızlarını bayram ettiriyor. Bu yaklaşık 200 yıllık ahşap evde bizi misafir eden bu ailenin her üyesi çok çalışkan ve çok sevgi dolu.

Bizi öyle güzel misafir ettilerki, buradan ayrılırken sanki evimizden ailemizden ayrılıyor gibi üzüldük.

arkadn

Biraz daha başa dönecek olursak;

Yurtdışı planlarınızda İsviçre- Alpler gibi seçenekler var ise hiç okadar yorulmayın derim. Rize’nin Çamlıhemşin ilçesine bağlı Yaylalar ömrümüze ömür katmak için bizi bekliyormuş meğerse.Yol güzergahı; İst-Tzx uçuşu, sonra Havas ile Rize, Ardeşen, oradan da anlaştığımız bir taksi ile Çamlıhemşin’den geçerek yukarıya Pokut’a tırmanmak.
Tırmanmak diyorum çünkü 4×4 araçlar haricinde hiçbir otomobil öylesi bozuk bir toprak yolda Kaçkarları tırmanamaz.
Yeşil Yol diye tutturup, yemyeşil ormanların arasına koca koca asfalt yapmak isteyen, yaylaları birleştirip, parsel parsel Araplara açmayı hedefleyen devletimize inat bu bozuk, çukurlaşmış zorlukla çıkılan yolu çok sevdik biz.
Keşke bu amcalar bu minik yayla yollarını düzeltseler de bu güzellikleri görebilen insanlar daha çok olsa. Hem zor hem de pahalı olan bu  13-14 km toprak yol, Çinçiva Köyü’nden sonra başlıyor.Yukarı çıktıkça derinlik artıyor, her virajda bulutlara daha çok yaklaşıyorsun. Bazen bulutların arasında kalıyor, bazende bulutların üzerine çıkıyoruz. Nasıl güzel bir his anlatamam. En tepeye, yani Pokut’a ulaştığımızda bilgisayarımızdaki arka plan fotoğrafı bize el sallıyor.

yanlı

Plato’da Mola’nın hem Pokutta hemde Ortan köyünde evleri var. Pokut’u haziran – ekim arası açık tutuyorlar. Ortan ise yılın her ayı açık kalıyor. Eğer Ortan’daki evde misafir olacaksanız, köyün sonundaki eve ulaşım sadece patika ile olduğu için yanınıza taşıyamayacağınız büyük çantalar almayın.

Eğer araba kiralarsanız Zil kale, civar yaylalar ve şelaleleri gezip, ormanların içinde trekking yapabilirsiniz.

dörtlü

yanlı6

 

 

altlı

Hayatımız boyunca hep bir şeyler için mücadele etmenin, çalışmanın, şehrin trafiğinden, havasından şikayet etmenin stresini yaşayıp, evimizde ayaklarımızı uzatıp mail okumayı veya televizyondaki kara haberleri dinlemeyi ‘dinlenmek’ sandığımız şehir hayatı bizi yorgunluğa, daha çok çalışmaya ve daha fazla mücadeleye etmeye alıştırmış olabilir.
Ve biz yavaş yemenin, yavaş yaşamın, yavaş tüketimin farkına bile varmadan bu dünyadan ayrılmış olabiliriz.

son altlı

 

pokt19

Video için tıklayınız 🙂

Fotoğraflar : Yiğit Ali Tüzün  –  Tuğçe Tüzün

HOTEL AVISTA HIDEAWAY

Phuket’te Patong Beach’e 10 dakika uzaklıkta tepede bir yere kurulmuş Avista Hideaway.  Muhteşem bir manzarası var. Yeşil ve mavinin birbirine karıştığı manzaralı, üç güzel sonsuzluk havuzlu, yeşillikler içindeki otel tepedeki engebeli konumu yüzünden çokça merdiven çıkmayı gerektiren yorucu sayılabilecek bir otel. İlk karşılamada resepsiyonda bize verilen güzel meyve suları ile manzaraya bakarken sıcak havanın dayanılmaz bunaltıcılığına biraz ara verdik. Resepsiyonist kızın otel içi haritasını elimize tutuşturması, en yakın havuza gidilecek yolu kalemle çizerek anlatmasındaki nedeni henüz kavrayamamıştık. Ta ki ertesi gün kahvaltı yapmak için çıkıp,bir daha geri gelememize kadar. Şaka yapıyorum. Sadece yarım saat kahvaltı salonunu aradık. Ve bu arama sırasında bir önceki gün arayıp bulamadığımız sonsuzluk havuzunu keşfettik. Bu havuzu aynı gün tekrar aradığımızda bulamadık. Çünkü Otel gerçekten bir labirent gibiydi. Kahvaltı salonuna giden kısa yolu otelden ayrılacağımız gün keşfettik :))

Yorucu olsa da, bahçe severlerin çok hoşlanacağı,kocaman tropik bitkiler arasında dolaşabileceğiniz,iyi dekor edilmiş,  keyifli, yorucu ama iyi manzaralı,5 yıldızı hakeden bir otel.

otel3otel4

otel phkt17

phkt9
potel

otel5 otel6

Otel : Avista Hideaway Resort & Spa

Adres: 39/9 Patong, ถนนหมื่นเงิน Phuket, Kathu, ภูเก็ต 83150, Tayland