BOOKING KULLANMA KILAVUZU

Booking Kullanma Kılavuzu’nun kulağa garip geldiğini düşünebilirsiniz. Oysa bir seyahati planlamanın en önemli adımlarından biri doğru otel seçimidir. Çoğu zaman yakın çevremden de bana gelen soruların çoğunluğu, X bölgesinde oteli nereden seçmeliyim? Birçok otel var ama seçim yapmakta zorlanıyorum? Sence merkezde mi kalmalıyım, yoksa sahilde bir otelde mi? İşte bu gibi sorular için size bir Booking Kullanma Kılavuzu hazırladım. Dikkat etmeniz gereken her şey bu yazıda var.

  • ÖNCELİKLERİNİZİ BELİRLEYİN

Öncelikleriniz neler? Bir şehri tanımak, en başta yürümekten geçer. Eğer Avrupa’da bir şehre gidecekseniz, öncelikle görmek istediğiniz müze, park, cadde veya tarihi yerleri belirleyin. Uzak doğu’da yapılacak bir deniz-kum-güneş üçlüsü için en popüler veya en sakin kumsalları belirlemek önemli bir adım olur. Tropik ada tatillerinde atlanan bir diğer şey ise adanın hangi yönündeki plajların yüzmeye, dalmaya müsait olduğudur. Hangi yönündeki kumsalların beyaz veya altın renginde olduğunu bilmek de önemlidir. Çünkü çoğu zaman tropik tatiller beyaz kum ve palmiyeler için yapılır. Yanlış seçilen otel, güneşlenmek için size beyaz kumlar yerine sert kayalıklar sunabilir. Dikkatli olun. Gece hayatına yakın olmak veya dingin bir tatil geçirmek, ne istediğinize karar verin.

Hayal kırıklığına uğramamak için önceliklerinizi belirlemek ve biraz araştırmak gerekir. Doğru planlama için Seyahat Planlama ile ilgili yazımı incelemek isteyebilirsiniz. Bu noktaları belirledikten sonra, google maps‘den şehrin haritasını açın ve belirlediğiniz noktaların hangi bölgede olduğunu öğrenin. Gideceğiniz bölgeye harita üzerinden çalışmak birçok yönden çok işinize yarayacaktır.

  • FILTRELEME YAPARKEN DIKKATLI OLUN

Booking.com ‘u açtıktan sonra gideceğiniz şehri, tarih aralığını seçerek arama yapın. Karşınıza çıkan otel listesinden tercihlerinize uygun filtreleme yapın. Standartlarınız 3 yıldızın üzerindeyse 3,4 ve 5 yıldızları işaretleyin. Ayrıca sıralamayı da popüler olanlar veya merkeze uzaklığına göre değiştirmeniz işinize yarayabilir. Yalnız filtrelemenin bazı önemli noktaları var. Bütçeye göre filtrelerseniz bazen seçtiğiniz tutarın bir tık üzerinde olup, tam istediğiniz gibi olan bir tesisi otomatikman devre dışı bırakmış olabilirsiniz. Ya da merkeze biraz uzak olup toplu taşımanın hemen yakınında olan bir tesisi’de elemiş olursunuz.

Benim tavsiyem; sağ üst köşede duran Haritayı göster kısmından yola çıkmanız. Öncelikli noktalarınızı zaten belirlemiştiniz. Bu bölgedeki otellere mouseunuzu üzerinde gezdirerek kolayca bakabilir. Yıldız, puan ve fiyatlarını kolayca görebilirsiniz. Böylece otelin ana yoldan, toplu taşımadan veya görmek istediğiniz yerlerden ne kadar uzakta olduğunu kabaca kestirebilirsiniz. 

  • PUANLAMA VE YORUMLAR ÇOK ÖNEMLİ

Otel seçimi tatilinizi vezir de edebilir, rezil de. Biliyorsunuz Booking üzerinden rezervasyon yapıp tesisi deneyimlemeden sitede yorum yapamıyorsunuz. %10-15 çarptırılma payı olmasını düşünsek de puanlamanın ve yorumların çoğu gerçek kişiler üzerinden yapılmakta. Bu durumda tesisin puan ve yorumları bize yol gösterecek en önemli şeylerden biri oluyor. Eğer seyahatinizin berbat geçmesini istemiyorsanız kesinlikle 7,8’in altında bir seçim yapmayın.

Bazen gıcık karakterli müşteri grupları acayip isteklerde bulunup karşılık görmediğinde oteli kötülemek için ellerinden geleni yaparlar. :)) Mesela grup olarak gelen 3 çiftin 3’ü de ayrı kötü puanlama yapıp, değerlendirmede bulunurlar. Bunlar ne yazık ki kişisel problemleri yüzünden işletmenin puanını aşağı çeken gruplardır. Değerlendirmeleri okursanız bu kişilerin genelde aynı gün veya bir gün farkla alt alta yorumlarını okursunuz. Bu sebepten 8.1 almış işletme aslında bazen 8.6’dan iyi olabilir. Bu durumda yapılması gereken en iyi şey, elediğiniz birkaç otelin yorumlarının en az 3 sayfasını dikkatlice okumak ve kıyaslamaktır.

  • OZELLIKLERINI OGRENIN

Her otelin sunduğu avantajlar farklıdır. Toplu taşımaya yakın mı? Sonsuzluk havuzu var mı? Kahvaltı dahil mi? Shuttle servisi veya havaalanı karşılama servisi var mı? Uzakdoğu’da havaalanı karşılama ihtiyacı duyduğunuz kadar bir Avrupa şehrinde duymayabilirsiniz. Çünkü zaten tren ağı oldukça gelişmiştir ve size zaman tasarrufu sağlayacaktır. Sonsuzluk havuzu keşfetmek istediğiniz bir Avrupa şehrinde işinize yaramayabilir ama bir tropik ada tatilinde çok önemli bir ayrıntıdır. Bu sebepten şehrin yemek kültürünü de deneyimlemek istediğiniz bir seyahatte, kahvaltı dahil bir otel seçmenin ekstra masraf sayılacağını unutmayın. Çünkü tazecik kruvasanların pişirildiği şirin fırın ve pastaneler veya harika kahvaltı tabakları sunan lokal kahveciler oldukça siz kahvaltıyı otelde yapmayacaksınız. Sırf parasını ödediğiniz bir hizmeti kullanmak için şehrin özel lezzetlerini kaçırmak doğru bir planlama olmayacak.

Son olarak söylemek istediğim; pahalı olan her zaman iyi midir? Bence çoğu zaman, Evet! Booking’de puanlama (yani memnuniyet) arttıkça zaman içinde otelin fiyatı artabilir. Elbette memnuniyet azaldıkça tam zıttı da olabilir. Ama burada bizi ilgilendiren şey, seçimimizin bizi memnun etmesi. Bu durumda en baştaki maddeye geri dönüyoruz. Yani önceliklerimiz. Şehri keşfetmek istediğiniz kısa süreli bir Avrupa kentine sizi maddi olarak zorlayacak ancak hiçbir özelliğinden faydalanmayacağınız parayı ödemek yanlış seçim olacak. Ya da tropik bir adada, plajdaki dandik bungalow yerine biraz daha fazla ödeme yapıp plajdan oldukça uzak ancak ultra lüks bir oteli tercih etmek de sizi mutlu etmeyebilir. Bazen ucuz olan, daha iyi olabilir.

Tercihlerinizin sizi hep mutlu etmesi dileğiyle.

 

Fotoğralar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

BOĞATEPE KÖYÜ

Kars’a gitmek için program yaparken tesadüfen akşam haberlerinde rastladım Boğatepe Köyü’ne. Haber olarak değil yanlış anlaşılmasın. Doğu Ekspresi ile ilgili haberin sonunda, haber sunucusu Fatih Portakal ”eğer Kars’a giderseniz Boğatepe Köyü’ne de mutlaka uğrayın” dedi. Sonra baktım ki, ülkemde bir Peynir Müzesi varmış, haberim yokmuş. Hem de ülkenin bir diğer ucu Kars – Ardahan arasında küçük bir köyde!

İnternette birkaç haber okuyup, youtube’da 1-2 video izledim. Boğatepe Köyü Çevre ve Yaşam Derneği Başkanı İlhan Koçulu’nun TED konuşması dışında bilgilendirici çok video yoktu. Kendi gerçek bilgilerimi köye gidip bu müzeyi kuran insanlardan edindim. Temiz, gerçek ve etkileyiciydi.

 

 

Yazıya başlamadan ilginizi çekebilecek birkaç yazıyı paylaşayım. Kars Gezi Rehberi ve daha fazla ayrıntı için ilgili yazıyı okuyabilirsiniz. Ayrıca Doğu Ekspresi seyahati ve ipuçlarını da merak ederseniz yazı, burada.

2300 metre yükseklikteki köyün eski ismi Zavot. İsviçreli iş adamı David Moser, Gürcistan’dan İsviçre’ye seyahat ederken dinlenmek için konakladığı bu bölgeyi Alplere benzeterek gravyer yapılabileceğini keşfetmiş. O zamanlar bölgede yaşayan Malakanlar ile peynir üretimine başlamışlar. 1918’de bölgeyi terk eden Malakanlardan sonra köye yerleşen Türkler peynir geleneğini sürdürmüşler. Buradaki özellik, yüksekliğin yanında bölgenin sahip olduğu bitki çeşitliliği. Tam 650 çeşit bitki var. Gravyer, bu bitkilerin çiçeklendiği, yeşillendiği Mayıs Haziran dönemlerinde Zavot ırkı ineklerin bitki ve çiçekleri yemesi sonucunda olan sütten yapılıyor. Yani sadece yılın belli bir döneminde ve bu şartlar altında gravyer oluyor. Yapılışından 6 ay sonra yenebilir duruma geliyor.

TÜRKİYE’NİN İLK EKOLOJİK PEYNİR MÜZESİ

1880 yılında İsviçreli Peynir üreticileri tarafından yapılan mandırayı Peynir Müzesine çeviren Boğatepe Köyü Çevre ve Yaşam Derneği Üyeleri’nden Zümran Ömür bize müzeyi gezdirdi. İçinde peynir yapımının tarihçesi, kullanılan geleneksel malzemeler ve hatta atalarının fotoğraflarının da bulunduğu görsellerle, derneklerinin amaçlarından bahsetti.

Bölgedeki bitki çeşitliliğini değerlendirmeyi kafaya koyan kadınlar köylerine uzman hekimleri davet ederek,  bitkilerin doğru toplama, doğru kurutma ve hangi hastalığa şifa olabileceğini öğrenmişler. Tam 35 çeşit şifalı bitkileri var. Kurutma atölyeleri kurarak yağ çıkarmayı ve krem yapmayı öğrenmişler. Bunun yanında  iletişim, beslenme kursları ve 1 yıl boyunca Fransızca dersi almışlar. Fransızca öğrendikten sonra tıbbi bitkiler üzerinde araştırma yapan Fransız Temali Derneği ile ortak çalışmalara girişmişler. Derneklerinin amacı var: Kırsaldaki kadının toplumda yer alması, eşinin arkasında değil yanında yer alması ve gelecek nesillere sağlıklı  bir yaşam bırakmak.

Boğatepe Köyü Kadınları, yazları evlerinin kiraya veriyorlarmış. Ayrıca mutfaklarını da açarak kaymak, kete, bal ile özenle hazırlanmış kahvaltı sofraları da hazırlıyorlar. Yaptıkları şey Ekolojik Turizm.

Soruyoruz, ”bunca şeyi yaparken, bu müzeyi hayata geçirirken devletten yardım aldınız mı?”  ”Hayır” diyor. Duvardaki görselleri bile kendi aralarında para toplayıp yaptırmışlar. Peki bu dünyaya konu olmuş Gravyer Peynirini yurt dışına gönderebiliyor musunuz? Ona da ”hayır” diyor Zümran Abla. ”Neden ama?” ”Çünkü devlet küçük üreticiyi istemiyor” diyor. Ülkenin doğusundaki küçücük bir köyde bunca iş yapılıp, dünyada sadece 3 ülkenin üretebildiği bu peyniri pazarlayamamak hangimizin ayıbı, başarısızlığı bilemiyoruz…

Derneğin toplamda 35i kadın, 15i erkek olmak üzere 50 üyesi var. Ülkenin doğal zenginliklerini faydaya çeviriyor, kadınların ve köyün kalkınmasını sağlıyor ve sürdürülebilir bir üretim yapıyorlar. Ayrıca kurdukları müze, Türkiye’de tek, dünyada ikinci Ekolojik Peynir Müzesi.

Son olarak biraz peynir ve bal tadımı yapıyoruz birlikte. Mis gibi süt kokan Malakan, Eski Kaşar ve Gravyeri tadıyoruz. İkram edilen çayımızla biraz da bal… Şifalı otlardan yaptıkları kremlerden alıyoruz sevdiklerimize. Burada istediğiniz miktar peyniri, balı kargo ile evinize gönderebiliyorsunuz. Hemen kendi siparişimizi oluşturuyoruz ayaküstü. Zümran abla, adres yazmam için tükenmez kalemini uzatıyor, bir yandan da ”burada kalemler hep donuyor, önce bir üfle” diyor. :)) 

 

GRAVYER HAKKINDA

  • Gravyer yapılabilmesi için, hayvanın merada otlaması gerekir. Mayıs, Haziran, Temmuz aylarında bölgede yetişen 650 çeşit çiçek ve bitkiyi yer.
  • Hayvana yem yedirildiğinde Garvyer olmaz.
  • Zavot ırkı ineklerin sütünden yapılır. Bir doğu anadolu ineğinin sütteki yağ oranı 8 iken gravyer için gerekli olan Zavot ırkı ineklerin yağ oranı 5,5’tur.
  • Başlangıcından sofraya geliş süresi 6 aydır.
  • Gravyer bir şifa peyniridir. İçinde uyutulan probiyotik, ağız florasına girdiğinde faydalı bakterilerin çoğalmasını sağlar.

 

Burada da kadının gücü, isterse yapabilecekleri çıkıyor karşımıza. Köyün ekonomisinin büyük bir kısmı bu güçlü kadınlar tarafından döndürülüyor. Onlar, Boğatepe’yi doğunun en yaratıcı köylerinden biri yaptı. Yaza doğru fotoğraftaki Kadın Bakkal’ı da yaşatacaklarmış.

Şehirde kasaptan aldığımız etin hala ne olduğunu bilmeden, ete uygulanan kimyasal işlemlerden haberdar değilken, tarımı köreltmek için çiftçiye bin bir engel çekmişken, çaya, tütüne hatta fındığa bir balta indirmişken, eldeki yerel tohumları getir hibriti götür kampanyalarına girişmişken, köylüyü insana düşman etmişken o güzel küçük üretici; sen için, ben için, bizler ve gelecek için hala uğraş veriyor. Umut varsa, sadece burada kaldı. Küçük üreticiye sahip çıkalım! 

Anadolu’nun güzel işler yapan insanlarını, küçük ama muhteşem köylerini, emekle çalışıp bir şeyler üreten küçük işletmeleri keşfetmek ve hepsini tek tek paylaşmak dileğiyle.

 

Fotoğraflar: Yiğit Ali Tüzün

 

 

KARS GEZİ REHBERİ

Bir doğu ekspresi hayaliyle başladı her şey. Evet, bunu gerçekleştirmeyi popüler olunca başarsak da, sonunda hiç beklemediğimiz şeylerle de karşılaştık. Tabii ki seyahatten bahsetmiyorum. Vardığımız yerde bulduklarımız söz konusu olan. Ankara’dan başlayarak Kars’da son bulan yolculuk Kars’ı yakından tanımamıza ve şok olmamıza sebep oldu. Meğer Kars ne yere bakan yürek yakanmış da bizim haberimiz yokmuş.

(Ayrıca; Kars’a ulaşım için Doğu Ekspresi tercih edecekseniz, bilet bulma ipuçları ve önerilerin olduğu yazıyı okuyabilirsiniz.)

 

Gelmeden önce biraz araştırmıştım elbette. Şehir önceleri tam 40 yıl Rusların egemenliğindeymiş. Ruslar birçok bina yapmış, hepsi enfes güzelliğe sahip. Rus, Ermeni ve Osmanlı’nın da katkıda bulunduğu farklı mimarideki yapılar şehre kültürel bir zenginlik katmış. Elbette sonradan yapılan çirkin binalar da var ama bunların yanında onları hiç ama hiç görmüyorsunuz. Bu güzel binaların çoğu devlet dairesine veya okula dönüştürülerek bir nevi koruma altına alınmış. Kars Defterdarlık Binası’nın olduğu Ordu Caddesi ve hemen arkasındaki Gazi Ahmet Muhtar Paşa Caddesi, bu yapıları en çok görebileceğiniz caddeler. Bana kalırsa bu sokakları adım adım gezip fotoğraflayın, hele ki mevsim kışsa sokaklarda büyük ihtimalle kar olacaktır. Eğer yeni yağan karın üzerinde kıtır kıtır dolaşırken üşürseniz, hemen yakınlarda nefis tatlılar sunan üçüncü nesil bir kahveci bile var.

 

KARS’A NE ZAMAN GİDİLİR?

Kars, buz tutmuş sokaklarında yürünmesi, soğuğunda titrenmesi ve beyazlığına hayran kalınması gereken bir şehir. Yani kışın mutlaka görülmeli. Yöresel yemekleri kışa çok daha yakışıyor ayrıca. Çıldır Gölü buz tutuyor ve siz gölün üzerinde dilediğinizce dolaşabiliyorsunuz. Beyaz Kars, o güzelim binalarıyla eski bir filmin içinde gibi hissettiriyor. Elleri ceplerinde, hafifçe öne eğik yürüyen insanlar, siz ne kadar dikkat etseniz de kayıp düşebileceğiniz buz tutmuş sokaklar, içeri girdiğinizde sizi sıcacık ısıtan Atatürk posterleriyle süslenmiş dükkanlar…

Yazın Kars’a gelinmez mi yani? Elbette gelinir. Beyaz Kars’ı bir de yemyeşil görmek için, hayatınızdaki en büyük çiçek tarlalarını görmek için, dünyaya konu olmuş meşhur Kars Gravyeri’nin nasıl yapıldığını izleyebilmek için, Ani Harabeleri’ni İrlandavari yeşilliğiyle görebilmek için gelmeli.

 

KARS’TA GÖRÜLMESİ GEREKEN YERLER

Kars’da görülecek yerlerin hepsi yürüyerek gezebileceğiniz mesafede. Dolayısıyla genelde bir araca veya toplu taşımaya ihtiyaç duymayacaksınız. İyi bir gezi planı yaptığınızda, hepsini teker teker bir gün içinde gezebilirsiniz. Benim tavsiyem; kuzey batı’da Kars Kalesi’nden başlayarak son durak Fethiye Camii’ne kadar ilerlemeniz. Bu mesafe aralığında görülecek yerleri şöyle sıralayabiliriz;

  • Kars Kalesi
  • Katerina Sarayı
  • Oniki Havari Camii
  • Hasan El Harakani Camii
  • Cheltikov Hotel
  • Defterdarlık Binası
  • Valilik Binası
  • Tuncay Güvensoy Evi
  • İsmet Paşa İlkokulu
  • Fethiye Camii

(Dilerseniz Kars Müzesi’ni de gezebilirsiniz. Biz vakit darlığından gidemedik.)

ÇILDIR GÖLÜ

Çıldır’a gitmenin en iyi şekli araba kiralamak, öncelikle bunu söyleyeyim. Çünkü eğer turla gidecek olursanız, kesinlikle aynı keyfi almayacaksınız. Çıldır’a sabah erken saatlerde henüz kimsecikler gitmeden hatta belki de karga …. (öyle bir söz vardı bilirsiniz) önce gitmek çok doğru bir hareket olacaktır. Kars merkez ile Çıldır gölü arası ortalama 70 km. Yalnız eğer bizim gibi Ocak- Şubat aylarında gidecekseniz yollar biraz karlı, buzlu olabilir. Korkacak bir şey yok elbet, çünkü kiralık otomobillerin neredeyse hepsinde kış lastiği var. Siz yine de kiralamadan önce sorarsınız. Biz aracımızı Alemdaroğlu‘ndan kiralamıştık. Şehrin dışındaki yerlere hiç sıkıntı yaşamadan böyle gittik. İstediğiniz yerde durup fotoğraf çekebilir ve İzlandavari yol manzarası eşliğinde kendinizden geçebilirsiniz. Yol boyunca her yer göz alabildiğine beyaz. En sık göreceğiniz yol arkadaşlarınız ise tilkiler. 

Çıldır’da yapılabilecek şeyler arasında buz tutmuş gölün üzerinde yürümek, koşmak, dans etmek hatta ‘kırılacak mı be acaba’ deyip zıplamak var. Bunların dışında renkli kıyafetleriyle bekleyen faytonlar var. Binip gölün üzerinde yorulmadan dolaşabilirsiniz. Daha ekstrem ne var diye sorarsanız, gölün çok iyi buz tutmuş ve soğuk dönemlerinde jeep ile göl üzerinde araç kullanabilirsiniz. Dikkat edin de gölü orta yerinden çatlatmayın!

Çıldır Gölü’nde balık avlama gibi bir etkinlik de yapabilirsiniz. Bunların çoğu biraz show aslında. Tabii eğer bu işi hakkıyla yapmak, yaşamak istiyorum derseniz balıkçılarla programlayıp birlikte ava çıkabilirsiniz. Elinizde elektrikli testere ile doğru isabetler yapın, kaza çıkmasın. Eminim bu fotoğraflar instagram’da size ayrı bir cazibe katacaktır.

Her yıl düzenlenen Çıldır Gölü Festivali’nde atlı kızak, dörtnal at yarışı, güreş ve atlı cirit gibi geleneksel oyunlar oynanıyor. Gitmeden önce tarihlerini kontrol etmek isteyebilirsiniz.

Gölün kenarındaki müessese Atalay’ın Yeri’nde sarı balık yemeyi ihmal etmeyin. Sıcacık çay, soba ve kedi bedava :))

BOĞATEPE KÖYÜ

Hayatımda gördüğüm en sağlam kadınlardan oluşmuş köy. Öyle işler yapmışlar ki anlatmak yetmez. Bu yüzden bunu başka bir yazıda uzun uzun anlattım. Yazı için tıklayın. Kısaca, Türkiye’de ilk ve tek Eko Peynir Müzesi’ni yapmışlar. Dünyaya konu olmuş Kars Gravyeri bu küçücük köyde yapılıyormuş. Aynı zamanda şifalı bitkilerden yapılan özel kremleri, kurutulmuş şifalı bitkileri ve bal gibi balları da varmış. Eğer peynir alışverişi yapacaksanız, doğrudan üreticiden, yani buradan yapmalısınız. Size el emeği kurdukları müzeyi gezdirip, atalarından gelen yöntemleri ve peynir çeşitlerini anlatacaklardır. Onları güzel güzel dinleyin, çünkü şaşıracağınız çok şey olacak.

SARIKAMIŞ

Kars merkez ile Sarıkamış arası 58 km. Günübirlik gezilebileceği gibi konaklama da yapabilir. Öyle ki kayak tutkunları için buradaki pistlerin çok önemli bir özelliği var. Alpler haricinde kristal karın düştüğü tek bölge. Sabah arabanıza gittiğinizde camların üzerindeki kristal şeklindeki kar taneleri silmek istemeyeceğiniz kadar zarif duruyor. Güneş ışığında her yer pırıl pırıl ışıldıyor. Kar, elinize alıp sıkıştırdığınızda bile birbirine yapışmıyor, kum gibi avucunuzdan akıp gidiyor. Yani bu ne demek oluyor?

Sarıkamış’da kardan adam ya-pıl-maz! :)))

ANİ HARABELERİ

Kars merkezden 42 km uzaklıkta yer alan Ocaklı Köyü’nde yer alan Ani Harabeleri yüzyıllardır farklı kültürlere ev sahipliği yapmış. İpek Yolu’nun üzerinde olması buraya ayrı bir önem katmış. 10. yüzyılda Ermeniler tarafından Anadolu’nun giriş kapısı olarak inşa edilmiş. O dönemde 100.000 kişilik bir nüfusa ulaşarak başkent yapılmış. İçinde kilise, cami ve sinagogların olmasıyla 1001 Kilise şehri de denmiş, 40 Kapılı Şehir de. Bir dönem sonra Selçuklu, Gürcü, Moğol ve Osmanlı egemenliğine geçmiş. Zenginliği 16.yüzyıla kadar korunmuş olsa da bu yüzyılın sonlarında şiddetli depremler yaşanmış. Çoğu bina yıkılıp gitmiş. 

Bölgeyi saat yönünde dolaşmak en mantıklı yöntem olacaktır. Ama bizim gibi sabahın yedisinde yollara dökülüp, kar, tipi, soğukta Ani’ye gelecek olursanız çok ayrıntılı gezemeyebilirsiniz. Bence burası için en güzel zaman Mayıs-Haziran-Temmuz ayları. Yeşil, huzurlu, tarihi ve etkileyici. 

 

Kullanılan kırmızı taşlar mimariye ayrı bir özellik katmış, bazısının içini gezebiliyorsunuz. Bir kısmına giriş yasak. Benim en çok etkilendiğim Anadolu’nun ilk camisi olan Ebul Manuçehr Camii’si. Büyük Selçuklu döneminde 1071-1072 yılları arasında yapıldığı söyleniyor. Camii’nin pencereleri hemen önündeki Arpaçay’a ve Ermenistan topraklarına bakıyor. Minarenin aynı zamanda bir gözetleme kulesi olarak da kullanıldığı düşünülüyor. 

Arpaçay üzerinde bir ayağı Türkiye, diğer ayağı Ermenistan topraklarında olan ve 900’lü yıllarda yapıldığı tahmin edilen taş köprü bulunuyor. İsmi; İpekyolu Taş Köprüsü. Yıkılmış tabii. Ama köprüden camiiye giden bir patika yol var. 

Tüm bölgeyi gezdikten sonra gözlerimi kapatıp şehrin kadınları, çocuklarıyla, evlerden tüten bacalarıyla en canlı dönemini hayal ettim. Bir zamanların o ihtişamlı kenti bana ışık hızında bir zaman yolculuğu yaşattı. Her tarafından tarih fışkıran ülkemiz Ani Harabeleriyle de UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmeyi başardı.

 

 

KONAKLAMA HAKKINDA

Konaklama için en güzel seçeneklerden biri Cheltikov Hotel, diğeri ise Katerina Sarayı. İkisi de şehrin diğer otellerine göre daha yüksek bütçeli ama sizi şımatmaya yetecek kadar da tarihi ve güzel mimariler. Cheltikov Hotel 1874 yılında inşa edilmiş bir Rus Konağı. Uzun süre Opera Binası olarak kullanıldıktan sonra hastane, doğumevi ve son olarak da otel olarak kullanılmış. Katerina Sarayı ise akşamları bahçesinde ateş yakılıp aşık atışmaları olan tarihi bir binada. Eğer bunlar dışında temiz ama daha uygun seçenekler arıyorsanız; Hotel Kafkasya, Kent Ani Hotel ve Sim-Er Hotel tercihiniz olabilir.

 

KARS’TA NE YENİR?

Kars Kaz Eti’yle ünlü olsa da tadına doyum olmayan başka lezzetleri de var. Bunlar Piti, Hangel, Revan Köfte, Ayran Aşı Çorbası, Erişte Aşı Çorbası gibi sıralanabilir.

Kaz Eti, kemikli veya kemiğinden ayrılmış seçeneğiyle mercimekli bir pilav üzerinde servis ediliyor. Restoranlarda genellikle menü halinde sunuluyor. Çorba, kaz eti, turşu, yoğurt ve genellikle şerbetle beraber iki kişilik menü fiyatı 70 TL. Çoğu kişi bu lezzeti tatmak için sıra bekliyor. Eğer akşam yemeği için önceden rezervasyon yaparsanız rahat edersiniz. Çünkü özellikle bu yöresel yemekleri sunan iki restoran akşamları hiç boş kalmıyor. Bana sorarsanız ben kaz etini gözümde biraz büyüttüm sanırım, beklediğim kadar olmadı. Puanımı şimdi anlatacağım yemek için kullanıyorum.

Piti; en önemli özelliği servis kısmında aslında. Pişirilen nohut ve kuzu iliği özel toprak kabında masanıza getiriliyor. Başka bir tabağın içinde parçalanmış lavaş parçalarının üzerine bu sulu yemek dökülüyor. Altta yemeğin yağı ve suyu ile ıslanmış lavaş parçaları ve lokum kıvamında et. Yemek için yarış yapmamıza sebep oldu diyebilirim. Tarifsiz lezzet dedikleri böyle birşey işte. :)) Fiyatı: 30 TL

Hangel; hengel, hıngal gibi farklı söyleniş tarzları da olan bir çeşit mantı. Ancak etli veya peynirli değil, boş mantı olarak yapılıyor. Açılan hamur baklava gibi kesiliyor, haşlanıyor. Servis edilirken üzerine sarımsaklı yoğurt dökülüyor. Onunda üzerine tereyağı ile kavrulmuş piyazlık soğan ve pulbiberli karışım gezdiriliyor. Bayıla bayıla yiyebileceğiniz lezzetler arasında. Fiyatı: 15 TL

Revan Köfte; dana sırt etinden birçok baharat karışımı ile yoğurularak macun haline getirilerek yapılan portakal büyüklüğünde bir köfte. Yanında patatesle servis ediliyor. Lezzeti yerinde, farklı bir seçim. Fiyatı: 20 TL

Yemekleri kadar çorbalarıyla da ünlü Kars mutfağında 2 çeşit çorba tatma fırsatı bulduk. Ayran Aşı ve Erişte Aşı çorbası. İkisi de yöresel farklı otlarla pişirilmiş. İkisinin de kendine has ve daha önce içtiklerinize benzemeyen tatları var. Sebebi, sadece yörede bulunan otların kullanılması. Mesela Ayran Aşı Çorbası’na manavlarında satılmayan ama köylülerin dağlardan topladığı ”dağ anığı” koyuyorlarmış. Hafif mayhoş tadı oradan geliyormuş. Kesinlikle denemeniz gerekenlerde çorbalar baş sırada. Çorbaların fiyatı ortalama; 7 TL

Reyhan Şerbeti; çok farklı ve güzel kokulu mis gibi bir şerbet. Hanımeli Restoranda deneyebilirsiniz.

Umaç Helvası; bildiğimiz un helvasından farklı olarak kavrulmadan yapılıyor. Malzemeler aynı, yapılışı farklı. Un suyla bulamaç haline getirilip kızgın yağa dökülüyor, pembeleştiriliyor. Başka yerde hazırlanmış şekerli karışımın üzerine dökülerek kıvam buluncaya kadar karıştırılıyor. Biz çok beğenince başka bir şey denemek istemeden her gün sipariş ettik. Yemeğin üzerine, taze demlenmiş çayla çok iyi gidiyor. Fiyatı : 8 TL

Sarı Balık; Çıldır Gölü’nü ziyaret ettiğinizde yenebilecek en güzel şey. Eğer hiç tatlı su balığı yemediyseniz tadı farklı gelebilir. Ön yargı ile yemeğe başlayıp fikirlerimi alt üst eden lezzetti. Menü ile servis ediliyor. Balık, turşu, ezme ve salata menü kişi başı: 40 TL

Kars Gravyeri; bilindiği gibi gravyer Kars’ın medarı iftiharı. Şehirde birçok yerde peynir tadımı yapabilir ve satın alabilirsiniz. Bunun yanında Kars balını da sakın unutmayın. 

 

 

KARS’TA YEME – İÇME MEKANLARI

Yukarıda bahsettiğim lezzetlerin çoğunu birçok restoranda bulabilirsiniz. Ama işi hakkıyla yapan, kapısında kuyruk olan ve beklemeye değen yerler var.

Hanımeli Restaurant; Dilek Hanım, özenle ve sevgiyle hazırladığı yemekleri misafirlerine sunarken eşi Çetin Bey akordeonuyla kulaklarınızın pasını siliyor. Ayrıca şanslıysanız (genellikle saat 21:00’den sonra) aşık atışmaları oluyor. Size karnınız tok, sırtınız pek bir gece yaşatıyorlar. Servis edilen yöresel yemekler hakkında Dilek hanım detaylı bilgilendirme yapıyor. Misafirlerle özel ilgileniyor. Sakın rezervasyonsuz gitmeyin.

Tel: 0(474) 212 61 31

Kars Kaz Evi; adı üzerinde kaz etini yemeniz gereken restoran. Kaz eti fiyatları birçok yerdeki gibi biraz pahalı. Ayrıca biraz daha turistik bir mekan. Evelik çorbası’nı da burada deneyebilir, aşık atışmalarına denk gelebilirsiniz.

Tel: 0(474) 212 37 13

Tadım Döner; çok önerildi, bir bildikleri var dedik. Kısıtlı zaman yüzünden bizim tatma fırsatımız olmadı. Siz giderseniz deneyin, bizimle de paylaşın. Olur mu?

Atalay’ın Yeri; Çıldır’da yemek yeyip, gölün üzerinde tur atabileceğiniz tek yer. Dışarısı buzdan daha soğuk iken içeride yanan sıcacık tınal sobanın yanında iliklerinize kadar ısınıyorsunuz. Sonra diyorsunuz ki; ”bugünü burada, bu sobanın yanında dışarıdaki bembeyaz gölü izleyerek geçirelim” Siz yemeğinizi bitirip çayınızı yudumlarken kapıdan 2-3 kişi giriyor. Sonra zincirleme bir tur kalabalığı derken o güzelim keyfi bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Bu dediklerimi küpe yapıp erkenden gidin. Benden söylemesi :))

Kılıçoğlu Pastanesi; yine eski bir binada hizmet veren bu pastaneye girip arka tarafa doğru ilerleyince kocaman, güzel dekore edilmiş bir salona çıkıyorsunuz. Salonda sesleriyle şenlendiren 2 şirin kuş bile var. Özenle besliyorlar :)) Eğer rahat bir kahvaltı etmek isterseniz sizi buraya alalım.

Craft Coffee No:74; ”yapıcan buraya bir 3. dalga kahveci, keyfine bakıcan” derken derken yapmışlar ya. Hani İstanbul’dan alıştığımız dip dibe masalarda kendi sohbetinizden çok yandakinin sohbeti ilgi çeker ya.. Her durumu öğrenirsiniz, erkek arkadaşıyla kavga etmiş, sonra bir daha da aramamış onu. Öbürü de iş yeriyle dertli, ayrılacak ama tazminatı var içeride, yedirmeyecek onlara :))) İşte burada yayıla yayıla mis gibi kahvenizi yudumlarken dışarıda yağan kara odaklanıp hülyalara dalabilirsiniz. Giderseniz yardımsever çalışanlardan Zehra’ya benden çok selam iletin.

 

Birkaç İpucu;

  • Her gün saat 10:00’da Ani Ören Yerleri’ne giden belediyeye ait otobüsler var. Fiyatı 15 TL. Otelinize sorup, araç kiralamadan işi çözebilirsiniz. 
  • Çıldır Gölü’ne gittiğiniz gün Boğatepe Köyü’ne uğramayı ihmal etmeyin. Yol ters falan değil. Böyle söyleyenlere itibar etmeyin. Fakat sıralamayı önce Çıldır, sonra Boğatepe olarak yaparsanız turlardan kıl payı sıyrılmış olursunuz. Tur şirketleri tersi sıralama ile ilerliyorlar.
  • Kars ilinde Atatürk için bestelenen bir marş var. 1926’da Atatürk eşi Latife Hanım ile ilk kez Kars’a geldiğinde, Karslılar bu marşla karşılama yapıp Türk bayrağı eşliğinde Kafkas Oyunları oynamışlar. Eminim hayatınızda bir kere bu marşı mırıldanmışsınızdır. Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa…

Geldik bir Kars Gezi Rehberi yazısının sonuna. Sürpriz yumurta, ülkenin çok doğusu, güzeller güzeli, görülmeye değer şehir Kars’ı ihmal etmeyin. İster Doğu Ekspresi deneyimi ile birleştirin, ister uçağa atlayıp doğruca hikayenizin içine dalın. Henüz gezebilecekken mutlaka burayı görün. Bir Yusufcuk Havalandi ile başka özel yerlerde buluşmak üzere..

 

Sevgiyle.

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

 

 

DOĞU EKSPRESİ – BAŞLI BAŞINA BİR DENEYİM

Doğu Ekspresi, gezgin, keşifci, genç veya yaşlı birçoklarının ara ara aklına getirdiği ama yapmayı hep ertelediği bir deneyim bence. Türkiye’nin bir diğer ucu Kars’a uçuş yapmak 2,5 saatken trenle yol almak tam anlamıyla bir gün yarım saat sürüyor. Kısıtlı zamana sahip bizler genelde hava yolunu tercih etsek de buradaki amaç Kars’a varmaktan çok uzun tren yolculuğunu deneyimlemek oluyor. Ve evet, sende şimdiye kadar aklından bir kere olsun bunu geçirdiysen, durma ve hemen bilet aramaya başla. Çünkü bugünlerde doğu ekspresine bilet bulabilmek oldukça zor.

(Kars Gezi Rehberi için şu yazıya gidebilirsiniz.)

DOĞU EKSPRESİ’NE NASIL BİLET BULURUM?

Yakın arkadaşlarımızın 2 aydır bilet arayıp bulamadığını duyunca şansımızı denemeye karar verdik. Biz şanslı insanlar idik, ilk aradığımız gün 3 ayrı güne bilet bulduk. Sonra ortada bir bilgi yanlışı sezdik. Yanlış bilgi şöyleydi; örneğin 15 Mart için biletler 15 Şubatta açılıyor. Bu yüzden bugünün tarihini baz alarak 1 ay sonraki biletlere bakıyordu herkesler. Oooo.. bunca insan tren için bilet kovalıyorken 1 günün biletleri elbette anında bitiyordu. Kaçırılan şey; iptal edilen bazı rezervasyonların boşluğundan pek kimselerin haberinin olmamasıydı. Ayrıca biletler her zaman 1 ay önceden açılmıyordu. Bunun tam bir kesinliği yok aslında.

Şimdi size yapmanız gerekeni söyleyeyim:

  • Öncelikle telefonunuza TCDD e-Bilet uygulamasını yükleyin.
  • Ankara – Kars (tek yön) seçmelisiniz.
  • Eğer belirli bir tarih şartınız yok ise 10 gün sonraya bilet aratın. Yataklı veya Kuşetli olanlara bakacaksınız unutmayın. Uygun değilse sonraki tarihlere tek tek bakın. Bu sizin en fazla yarım saatinizi alacaktır. (Biz baktığımız tarihten 3 gün sonraya bile bilet bulduk yataklı vagonda)
  • Eğer bulamazsanız ertesi gün veya başka bir gün aynı şekilde tekrar deneyin. Pes etmeyin 😉

 

 

DOĞU EKSPRESİ VAGONLARI

3 tip bilet var. Pulman,  Örtülü Kuşetli ve Yataklı.

Pulman: Koltuklarda seyahat edilen bir vagon. Masalı ve masasız olanları var, bilet alırken seçebiliyorsunuz. Fiyatı 47 TL. Uzun bir yol olacağını düşünürsek bu seçeneği doğrudan çıkarmanızı öneririm.

Örtülü Kuşetli: 4 kişilik tekli yataklardan oluşan bir vagon. Karşılıklı altlı üstlü yataklarda hiç tanımadığınız insanlarla birlikte kalabileceğiniz gibi iki tam bilet iki de çocuk satın alarak tamamını kapatabilmeniz de mümkün. İçinde lavabosu yok. Bavulunuzu koyabileceğiniz çok az boşluk var. Eğer 4 arkadaş bu vagonu alırsanız yanınıza az eşya almanızı öneririm.

Yataklı: En değerli bilet :)) Fiyatı tek kişi için 96 TL. Tüm kompartımanı alacaklar için 116 TL. Alt üst 2 yatak, bir lavabo, masa ve bavulunuzu koyabileceğiniz bir alandan oluşan vagon. Trenin en arkasında olup en güzel manzaraya da sahip olanıdır. Tren yol boyunca kıvrıldıkça arka vagondan harika fotoğraflar yakalayabilirsiniz. Dezavantajı yemek vagonuna uzak olmasıdır. Ama siz bunun çaresine bakabilirsiniz bence ;))

 

 

DOĞU EKSPRESİ NEREDEN KALKIYOR?

Doğu Ekspresi Ankara’dan başlayarak Kırıkkale, Kayseri, Sivas, Erzincan ve Erzurum’dan geçerek Kars’a varıyor. Ana duraklarda en fazla 5 dakika duruyor. Birçok ara durağı da var ancak buralarda genelde 1-2 dakika durup devam ediyor. Yolculuk, şu an Ankara Garında çalışma olduğu için Ankara’ya 1 saat uzaklıktaki Irmak istasyonundan başlıyor. Bunun için Ankara Garına gidip biletinizi göstererek Irmak istasyonuna giden servis aracına biniyorsunuz. Servis araçları saat 17:00- 18:00 arasında yolcuları toplayıp kalkıyor. Geç kalmamanız yerinde olur. Irmak’dan trenin kalkış saati 19:20

Ankara’ya İstanbul’dan kalkan hızlı trenle 4 saatte ya da uçakla 1 saat 10 dakikada varabilirsiniz. Havaalanından, Gara giden Havaşları kullanarak yaklaşık 40 dakikada tren garına ulaşabilirsiniz. Yani İstanbul’dan Ankara’ya saat 13 yada 14’de giden uçuşlarla rahatlıkla yetişirsiniz.

 

 

YATAKLI VAGON

Trenin en arkasındaki vagona yürüdük mü? Vagon numarası genelde 10 ya da 11 gibi bir numaradır. Biletinizde vagon numarası haricinde bir de yatak numarası bulunur. Bizimki 17/18 ‘di. Kompartımanların kapılarında yatak numaraları yazar. Numaranızı bulup odanıza yerleşebilirsiniz. Şanslısınız, size özel bir de lavabonuz var. Tuvaletler ortak, en başta güzel güzel kullanırsanız sonlara doğru daha az sıkıntı çekersiniz. Çünkü ilerleyen saatlerde o tertemiz tuvalet biraz çığrından çıkabiliyor.

Odada 2 kişilik koltuk var. Çok rahat olmasa da endişe etmeyin. Tren kalktıktan ortalama 1 saat içinde görevli gelip yataklarınızı kuruyor. Mis gibi çarşafınızı serip yastık kılıfınızı, battaniyenizi yatmaya hazır ediyor. Biz yol boyunca yataklarımızı açık bıraktık. Yatarak, otururken yayılarak yol almak bu manzaraya keyif katıyor.

Odada iki ayrı yerde priz var. Oda ısısını ayarlayabileceğiniz derece, gece lambası ışığı ve perdeler ayarlanabilir. Mini buzdolabı, raflı küçük bir dolap ve masa mevcut. Temiz havlu ve oda terliği bonus hizmet.

Oda sadece içeriden kilitlenebiliyor. Dışarıdan kilit aramayın. Bu yüzden eğer başka bir vagona geçiş yapacaksanız veya yemek yemek için odanızdan ayrılmanız gerekirse değerli eşyalarınızı yanınıza almanız gerekebilir. Ama bizim gibi yapıp yemeğinizi yanınızda getirirseniz buna gerek kalmayacak. Bu konuda da ısrar ediyorum :))

TRENDE UYUMAK

Sakın ola trende uyumayı, evinizdeki sessiz sakin mışıl mışıl bir uykuyla karıştırmayın. Tamam yataklar rahat (sert yatak), temiz, hafif sallantı belki bir beşik havası veriyor olabilir ama bu da bir yere kadar. Tren yeni olmasına rağmen (2007 model) gece trenin birçok yerinden ufak tefek sesler geliyor. Hele ki çok sıcak oldu biraz hava alalım diye camı aralık bırakırsanız vay halinize. O minicik camdan içeri korkunç ses giriyor. Gece bazı dönüşlerde masanın üzerindeki bardağınız, iyi sabitlemediğiniz bavulunuz sağa sola kayıyor ve siz her an bir şey düşecek ödünüz kopacak diye tedirgin uyuyabiliyorsunuz. Bir de benim gibi aklınıza trende geçen kabus filmlerden sahneler geliyorsa işte orada tamam. Erken uyanamayıp manzarayı kaçırma korkusu da cabası. Siz en iyisi bu kısımdan bir şeyler çıkarıp işinizi sağlama alın. Rahat olun :))

 

 

YOLCULUK İÇİN YANIMA NE ALMALIYIM?

Yukarıda da bahsettiğim gibi eğer yataklı vagonda kalacaksanız yanınıza almanızı tavsiye edeceğim bazı şeyler var. Olmasa da olur ama olursa iyi ki diyebileceğiniz şeyler bunlar. Bu yüzden pas geçmeyelim.

  • Yemek (mesela bir yaprak sarma, mesela bir pırasalı patatesli börek, mesela biraz meyve, kuruyemiş, kek ve alabildiğine aburlar cuburlar :))
  • Su (Irmak istasyonundan alabilirsiniz. Sırf bir su için trenin yemekhanesine gitmeyin.)
  • Çay (sallama çayınız bol olsun, yol uzun)
  • Su ısıtıcı (Ben şu eski tip kahve makinasından götürdüm, işimize yaradı. Bol bol çay yaptık.)
  • Alkol (yanına bardaklarınızı almayı unutmayın)
  • Tuvalet kağıdı ya da havlu kağıt. (bize gerekmedi ama her ihtimale karşı)
  • Kupa ya da bolca karton bardak.
  • Çöp poşeti. (odada var ama yetmiyor)
  • İkili priz.

Eğer Ankara kalkışlı trene biniyorsanız, ertesi gün öğlen saatlerinde yemekleriniz tükenmiş ve iyice acıkmaya başlamış olabilirsiniz. Bunun üzerine bir de Kars’da ne yenir nerede yenir araştırmalarına giriştiyseniz Erzurum’a yaklaşırken o cağ kebabı siparişini vermezseniz başınızı camlara vurabilirsiniz. Zaten genelde vagonda bunu bir kişi üstlenir ve size sorar, ”kebap istiyor musunuz?” Eğer ”hayır” diyecek olursanız yüzünüze garip bir şekilde bakabilir. Böyle şeylere mahal vermeyin ve isteyin o kebabı. Gelene kadar biraz soğusa da, trende ayağınıza gelen kebabı yiyorsunuz daha ne? Afiyet olsun :))

Tren görevlisi vaktinde gelip size hatırlatma yapacaktır merak etmeyin. Yol boyunca Erzurum’a ne kadar kaldı diye sorup adamı hasta etmeyin :)) Bu arada yukarıdaki fotoğrafta Ali ve Yusuf Abi. Canımız tren görevlimiz. 29 yıldır trendeymiş. Sizin de aklınızdan 29 yıl trende nasıl çalışılır soruları geçti mi? 

Erzurum’da yeterince fazla bekleme yapıyoruz. Dışarı çıkıp birbirimize kar atıp biraz üşüdükten sonra gelen siparişlerle sıcacık odamızda karnımızı doyuruyoruz.

 

DOĞU EKSPRESİ YOL MANZARALARI

Yolculuğun en keyifli kısmı. Trende tıngır mıngır hafifçe savrula savrula yol alırken kocaman pencereden dışarıda devamlı değişen doğayı izlemek gerçekten aşırı güzel. Yer yer kurak, taşlık.. Yer yer sarı turuncu tonlarında, yer yer bembeyaz manzarayla karşılaşıyorsunuz. Yataklı vagonların en arkada olması fotoğraf çekmek için bir avantaj sağlıyor. Tren çok uzun ve yollar genelde büyük virajlarla ve tünellerle dolu. Dönüşlerde trenin ön kısmını fotoğraflamadan o trenden sakın ineyim demeyin.

Şimdi önemli bir tavsiye; Ankara – Kars arası bilet bulamayanlar Kars – Ankara arası bilet alabilirler. Fakat yol manzarasına önem verenler için Ankara – Kars arası daha iyi seçenekler sunuyor. Ankara’dan binenler gece erken uyumaya çalışıp sabah 7:30’a alarm kurarlarsa en güzel manzaraları kaçırmamış olurlar. Çünkü Sivas istasyonu ile manzaraların boyutu değişiyor ve siz o camın kenarında kim oturacak kavgasına başlayabiliyorsunuz. Endişe etmeyin. Çaresi var. Alttaki yatağa sevgililer yanyana uzanabilir. Yada çaktırmayın, masanın üzerini biraz boşaltıp kendinize yeni bir döşek yapabilirsiniz. Yeterki kavga etmeyin. Yol çok güzel :))

 

 

DOĞU EKSPRESİ TAVSİYELERİ

*Mümkünse Ankara – Kars bileti bulun.

*Trenin içi sıcak ama bolca koridora ve duraklarda hava almak için dışarı çıkabileceğiniz için mümkün olduğunca kat kat giyinmeye çalışın. Sıcaksa daha ince kalabilir veya üşüdükçe giyinebilirsiniz.

*Trende internet yok ama telefon genelde çekiyor. Manzara başlamamışken sıkılmamak için yanınıza kitap alın. 

*Manzara başladığında arka fonda çalan hafif bir müzik size hiç unutamayacağınız şeyler yaşatacak. Yolculuğa başlamadan bir play list hazırlayın.

*Büyük valiz almayın. Tren çoğunlukla kıvrıla kıvrıla yol alıyor ve elbette ki biraz sallanıyor. Gece siz uyurken valizinizin oradan oraya yalpalanmasını istemiyorsanız önlem alın.

*Çocukla seyahat edenler de vardı. Bunun için olumsuz hiçbir durum yok. Sadece çocuklarınızın koridorda çığlık çığlığa koşturmasını engellemeye çalışın :))

*Restoranda fiyatlar makul, yemekler otobüslerin mola verdiği tesislerdeki gibi. Çok özel şeyler beklemeyin.

 

 

 

Trenin tadını bir kere alınca insan yeni rotalar hesabına başlıyormuş. Dünya’da öyle harika tren yolları var ki ilk fırsatta yeni bir tanesini de hayatıma kazımak istiyorum. Eğer sizin de böyle deneyimleriniz varsa yazının altına yorum olarak paylaşmayı unutmayın. Ve eğer kalbinizde bir tren yolculuğu isteği varsa, artık daha fazla ertelemeyin.

 

 

Fotoğraflar: Yiğit Ali Tüzün – Tuğçe Tüzün

 

 

BÜYÜK VALİDE HAN

İstanbul’un müze ve saraylarına kimsenin diyecek lafı yok. Ayasofya, Dolmabahçe, Galata, Haydarpaşa.. Hepsi muhteşem ve İstanbul’u İstanbul yapan yapılar. Ama bir de kıyıda köşede kalmış hanlar var ki.. Herkesin bilmediği, hatta çoğunun kapısı bile bilinmeyen içinde kocaman bir tarih saklayan karanlık bir kutu gibiler. İşte Büyük Valide Han bunlardan biri.

İçinde kaybolmamak imkansız. Geçmişte kervanların konakladığı handa 250’yi geçkin dükkan yer edinmiş. Bazı dar ve karanlık girişlerin ucundan nereye çıkıldığını bilmediğinizden girmeye cesaret edemiyorsunuz. Bazı girişlerin önünde yavru kediler bekliyor, arkalarından hafifçe sızan ışık gölgelerini büyütüyor. Hanı aydınlatan pencereler tepede. Bazı bölümlerde hiç pencere yok. Hanın esnafı loş lambalarla aydınlatmış. Onlar burayı avuç içleri kadar biliyor. Hanı yaşatıyor ve koruyorlar. Girişte antika eşyalar satan bir dükkana uğruyoruz, içinde cevher var. İşletmecisi bayan hana hakim ve bize güzel bilgiler veriyor. Fotoğraf makinemizi görünce bizi manzara izleyebileceğimiz bir terasa götürebileceğini söylüyor.

 

Dar ve karanlık koridorlardan ilerliyoruz. Tepesinden gün ışığı süzülen 3 metrekarelik bölmede bir beyefendi kumaş dikiyor. Orası onun atölyesi,evet. Yanından geçiyoruz. Aralıkları ezberlemek zor. Önce bir odaya varıyoruz. Burası yakın süreçte sanat galerisi yapılacakmış. Minicik bir balkonu var ama manzarası harika. Galata köprüsününe bakan bu minik ve yıkık balkonda yandanki çay ocağından gelen türk kahvesini içiyoruz. Sade. Sirkeci’nin karmaşasının tam ortasında ama yalnız başımızayız. Köprünün üzerindeki araçların trafiğini ve balıkçıları izliyoruz. Yakındaki camii’den yayılan ezan sesini duyuyoruz. Güzel bir film seyreder gibi, keyifli ama aynı zamanda meraklı ve şaşkın.

Valide Han Tepesi

Büyük Valide Han, I. Ahmet’in eşi Kösem Sultan tarafından inşa edilmiş. Şimdilerde bu tarihi han, sadece kubbesinde fotoğraf çektirmek için ziyaret ediliyor. Ne yazık ki Valide Han’ın kubbelerinde zıplayarak fotoğraf çektirme modası alt kattaki dükkanlara zarar vermiş ve çökme tehlikesi yaşamış. Bu kısımda biraz düşünürsek, sırf moda uğruna üstüne zıplanıp fotoğraf çektirilen kubbe aslında bir tarihi eser. Ara ara güçlendirilmiş, boyanmış. Biz bu eserleri korumamız gereken yerde zarar veriyoruz. Hatta daha da ileri gidenler var. Esnaf bir bey diyor ki; ” Dört erkek kubbede zıplayarak fotoğraf çektiriyor. Burada çilingir sofrası kuran da var, dansöz getirip oynatan da…” Diyecek hiçbir şey bulamadık.

Siz siz olun, eğer burada fotoğraf çekecekseniz bile hanın içini mutlaka gezin. Esnafın önünden geçerken selamlaşın, konuşun. Valide Han’ın kubbelerinde zıplamayın. Birde hemen oracıktaki Kubbe İstanbul’a mutlaka uğrayın. Burası harika manzarası olan bir kitapçı. İçine girip, kitap okuyun veya bilgisayarınızla yarım kalan işlerinizi tamamlayın. İşletmecisi tarih ve hayvansever bir beyefendi. Emek verip keyifli bir mekan oluşturmuş. Giderseniz, sırnaşık sarı kediyi bizim için iki kere daha okşayın :))

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

 

 

İDEAL AİRBNB EVİ BULMA

Artık eğer istersek İskoçya’da ortaçağdan kalma bir kalede veya Yağmur ormanlarındaki bir ağaç evde kalabiliriz. Hemde çoğu kez otel fiyatlarından daha uygun fiyatlara. Airbnb kısaca, dünya’nın dört bir yanından insanların evlerini kiraya verdiği bir internet uygulaması olarak tarif edilir. Yüksek otel fiyatlarına alternatif olarak düşünülebilir. Asıl güzel yanı, yörenin insanlarıyla bir şeyler paylaşmak veya gittiğiniz ülkeyi daha yakın tanıyabilme imkanı olarak gösterilebilir. 3 çeşit seçeneği mevcut. Evin tamamı, özel oda veya paylaşımlı oda seçeneklerinden birini filtreleyerek dilediğiniz bölgede, dilediğiniz tarihler için arama yapabilirsiniz. Seçiminize göre uygun olan evler listelenecek ve birkaç kayıt işleminden sonra kiralama işlemi gerçekleşecektir. Dilerseniz siz de evinizi bu sistem aracılığıyla kiraya verebilirsiniz.

Şimdi aklınızdan geçen sorulara gelirsek, şöyle cevaplayalım. Sistem kayıt esnasında kimlik ve fotoğraf doğrulama yaparak güvenlik ve doğruluk amacı güdüyor. Email adresiniz, pasaport veya kimlik fotoğrafınız, o an çekeceğiniz bir selfie ve kredi kartı bilgileriniz isteniyor. Ev sahipleri sadece bu sistem üzerinden evini kiralayan kişiler tarafından oylanıyor. Aynı zamanda ev ile ilgili yorum bırakılıyor. Tüm dünya, lokal deneyimlerini arttırmak ve daha sıcak bir ortamda kalabilmek için artık airbnb evlerini tercih ediyor. Henüz denemediyseniz, dikkat etmeniz gereken birkaç ipucu var. 

  • Uygulamayı indirin.

Airbnb ‘yi telefon uygulaması olarak kullandığınızda ev bakmak bir alışkanlığa dönüşebilir. Evin fotoğrafları, yorumları, konumuna bakmak çok kolay. Aynı zamanda hangi tarihlerde müsait olduğuna bakabileceğiniz Uygunluk Durumu Takvimi ‘de var. 

  • Gideceğiniz şehri iyi araştırın.

Şehrin merkezini ve gezilip görülmesi gereken yerleri bilmeniz işinizi kolaylaştıracak. Ev ararken şehir merkezine yakın olan bölgenin ismini yazıp aratabilirsiniz. Fiyatlar merkezde biraz daha pahalı olabilir. Ama özellikle geç saatlerde ulaşımın zor olabileceği yerlerde bir miktar daha fazla ödeyerek merkezde kalmak çok daha iyidir. Her şekilde otele ödediğiniz para daha fazla olacaktır. Aynı zamanda haritasından evin konumuna bakarak da işinizi kolaylaştırabilirsiniz.

  • Evin özelliklerini okuyun.

Her evin sunduğu avantajlar farklıdır. Havaalanına veya şehir merkezine yakınlığı, çift kişilik yada ayrı tek kişilik yatak bulundurması gibi. Yada evin tamamı veya özel oda olması, mutfak-salon ortak alan kullanımı, hayvan kabul edip etmeme, en fazla kaç misafir ağırlanabileceği vs. Aynı zamanda kiralamak istediğiniz evin iptal politikası vardır. Özellikle önceden yapılmış rezervasyonlarda cayma hakkının sıkılığını biliyor olmak önemlidir. Bazısı giriş tarihinden 7 gün önce yapılan iptallerden hiçbir ücret almazken bazısı ücretin sadece yarısını geri veriyor. En katı olanlarda ise iptal şansınız yok. İyi planlayın.

  • Yorumları okuyun.

Çok kiralanan airbnb evlerinin yorumları da çoktur. Tercih nedeni olmasının avantajları vardır. Ya bölgedeki diğer evlere göre daha ucuzdur, ya ulaşım istasyonlarına yakındır, ya çok temiz ve konforludur. Bu yüzden mümkünse yorumların tamamını okuyun. Evin artıları veya eksilerini bu yorumlardan direk öğrenebilirsiniz.

  • Ev Kurallarını okuyun.

Sigara içmek yasak olabilir. Gece 10’dan sonra gürültü yapmak da. Belki ayakkabılarınızı koridorda çıkarmanızı isteyebilirler. Zor durumda kalmamak için kuralları okumakta fayda var.

  • Pazarlık yapın.

30 gün sürecek konaklamalarda indirim isteyin. Bazı evlerin fiyat Ek Fiyat başlıklı kısımlarında haftalık, aylık indirimleri yazar. Bunlara dikkat edin.

  • Posta kutunuzu kontrol edin.

Kiralama işleminden sonra ev sahibiniz sizi tanımak isteyebilir. Aynı zamanda size şehrin özel noktaları ile ilgili öneri de paylaşabilir. Bunları kaçırmayın. Son dakika iptallerini onlar da yapabilir. Böyle bir durumda paranız iade edilir veya başka bir ev kiralamanız için aktarım yapılabilir. İnsanlık hali sonuçta, değil mi?

 

 

İRLANDA GEZİ REHBERİ

Zümrüt Ada’dan Merhaba! Öyle bir ülke hayal edin ki; dünya’nın en retina zorlayıcı yeşilliği bu adaya bahşedilmiş. Uçsuz bucaksız çayır çimende koyunlar sığırlar otluyor. Hepsi özgür, yemek istedikleri kadar yeyip, istediklerinde çayırlara seriliyorlar. Tur otobüsünün penceresinden baktığımda farklı yerlere dağılmış sığırların sağa sola sallanan mutlu kuyrukları olmasa neredeyse hiç hareket etmediklerini düşüneceğim. Sanki pastoral bir tablo gibi herşey. Elimi uzatsam içine gireceğim ve herşeyin bir parçası olacağım. Bu muhteşem! İrlanda Gezi Rehberi başlıyor.

İrlanda Gezi Rehberi

İrlanda’nın hikayesi 1600’lü yılların başlarında protestan İngilizlerin bölgeye gelerek Katolik İrlanda halkını himayeleri altına almak istemeleriyle başlamış. 1916 yılında kurulan Katolik IRA’nın  yıllar süren silahlı mücadelesi sonucu, İngiliz sömürüsü en son 6 Aralık 1921’de sonuçlanmış. Ülke tamamiyle 2’ye bölünerek Kuzey İrlanda, Birleşik Krallığa bağlı kalmış. Güney İrlanda ise başkenti Dublin olmak üzere İrlanda Bağımsız Devleti adını almış. İra’nın (İrlanda bağımsızlık örgütü) bağımsızlık mücadelesi ile birçok kanlı olay yaşanmış. 2005 yılında silahlarını bırakan İra’nın kuruluşundan bu yana 3600 kişinin öldüğü çatışmalarda sona ermiş.

Nüfusunun neredeyse tamamı katolik olan ülke halkının geçim kaynaklarının ilki hayvancılık. İrlanda tamamıyla bir kır ülkesi. Topraklarının üçte ikisini çayır ve meralar oluşturuyor. Sığır yetiştiriciliği başta olmak üzere daha cılız bitki örtüsünde koyun yetiştiriyorlar.

Ülke ılıman bir iklime sahip, okyanus etkisi yüzünden her daim yağışlı. Bu sebeple ülkenin tamamı oldukça ıslak ve yeşil. Bunun yanı sıra çoğu zaman da sisli.

İki tane resmi dili vardır. Galce ve İngilizce. Okullarda İrlanda dili mecburidir. Ama halkın çoğu İngilizceyi ana dili gibi konuşur.

İrlanda’yı tariflemek aslında kolay. İngiltere’yi düşünün, içine çok daha yeşil, daha çok yağmur, siyah bira, barlar ve sıcak kanlı insanlar ve müzik ekleyin. İşte İrlanda bu!

İrlanda Gezi Rehberi

NE ZAMAN VE NASIL GİDİLİR?

Kuzeyde olması sizi şaşırtmasın. Bu adada sıcaklığın sıfır derecenin altına düştüğü gün sayısı çok az. Kışın sıcaklık ortalama 4-6 derece arası değişirken yazın 16-18 derece civarında. Yani yılın her dönemi gidilebilir. Yazın en sıcak zamanlarında bile gitseniz yanınızda mutlaka bir hırka, güneş gözlüğü, güneş kremi ve şemsiye bulunmalı. Hava tam anlamıyla değişken ve sürprizlerle dolu :))

Vize konusu şu şekilde; Ülkeye İrlanda vizesi yada İngiltere vizesi ile giriş yapabiliyorsunuz. Ancak son 6 ay içinde İngiltere’ye giriş yapmış olmanız gerekli. İrlanda Avrupa Birliği üyesi ülkesi olmasına karşın Schengen vizesi kabul edilmiyor.

Türk Hava Yolları’nın İstanbul’dan Dublin’e 4.5 saat süren direk uçuşları mevcut. Havaalanından şehir merkezine giden 2 otobüs firması var. Airlink ve Aircoach. Tek yön 7 euro. Ama eğer isterseniz (bence daha avantajlı) 33 euro vererek 72 saatlik sınırsız bilet alabilirsiniz. Bu bilet; havaalanından merkez (airlink) ulaşımı ve şehir içindeki tüm belediye otobüslerini sınırsız kullanım hakkı veriyor. Her otobüs durağının bir numarası var. Otelinize veya evinize en yakın otobüs durağının numarasını öğrenerek haritadan ineceğiniz yeri takip edebilirsiniz. Tüm otobüslerde ücretsiz internet bağlantısı mevcut. (evet,bu çok çok iyi haber) :)) Ayrıca telefonunuza Dublin Bus uygulamasını indirip kendinize rota oluşturabilir veya durağınıza giden otobüs saatlerini takip edebilirsiniz. Her duraktaki ekranlarda gelecek otobüsün dakikası yazıyor. Ulaşım gerçekten çok kolay. Otobüs,tur aldığınız günlerde yorgunluktan ölecekken ilaç gibi gelecek 🙂 Bu arada kartsız tek yön için 2 euro verdik. Otobüslerde para üstü verme gibi bir kavram da yok, unutmayın.

Bunun dışında Dublin yürüyerek çok kolay gezebileceğiniz bir şehir. Her yer en fazla 20 dakikalık yürüyüş mesafesinde. Bu yüzden 72 saatlik karta ihtiyaç duymayabilirsiniz. Bu arada bu kartı sadece havaalanının içindeki standlardan alabiliyorsunuz. Aşağıdaki örnek fotoğraftaki durak numarası 1942. Önünde duran otobüsler ise 13 ve 40

Turlar için buluşma yeri, Molly Malone Heykeli

NEREDE KALINIR?

Şehir çok büyük değil. Guinness’in bulunduğu yerden başlayarak Grand Canal’ın olduğu iş merkezleri bölgesine kadarki alanda konaklama araştırabilirsiniz. Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi Dublin’de de oteller biraz pahalı. Biz bu seyahatimizde nihayet Airbnb evinde kaldık. Ali’nin tüm endişelerine rağmen, 16 aylık bebekleri olan bir ailenin yanında konakladık. Ailenin türkçe karşılama notu, lokal restoran önerileri ve Sasha-Rose bebeğin hediyesi bu seçimi iyiki yaptık dedirtti. Evimiz Guinness bira fabrikasının hemen arkasındaydı. Eğer bu deneyimi sizde yaşamak isterseniz İdeal Airbnb Evi Bulma yazısına mutlaka göz atın :))

airbnb evi bulma

NASIL GEZİLİR?

Eğer ülkeyi tam anlamıyla gezmek ve tanımak istiyorsanız en az 5 gün ayırmalısınız. Biraz koşturmalı bir seyahat olsa da, adanın dört bir çevresini gezmenize yetecektir. Gitmeden önce internetten tur satın alabilirsiniz. Ayrıca birçok müze ve binalara giriş için de online bilet almak hem zamandan hem de nakitten tasarruf ettirecektir. Biz, gelmeden önce Kuzey İrlanda ve Batı bölgeleri turu için Viator‘dan bilet almıştık. Tur şirketlerinin çoğu Irish Day Tour’a bağlı. Buluşma yeri ve ayrıntılar için Satın alma işleminden sonra buluşma yeri ve ayrıntılarla ilgili bilgi maili gönderiyorlar. Ücrete yemek ve içecek ücretleri dahil değil. Gidilen yerler için mesafe uzun ve buluşma saati genellikle sabah 6:30’da. Dönüş saati çoğunlukla akşam 8:00’i buluyor. Yani çok ama çok yorulacaksınız. Atıştırma, kahve ve tuvalet molaları veriliyor panik olmayın. :))

Bizim programımız 4 günlüktü. Ama 5 yapsaydık çok daha rahat edecektik. Çünkü Cork şehrini ve Phoenix Park’ı göremedik.

1.GÜN :

  • Dublin Kalesi
  • Trinity Collage ve Old Library
  • Grafton Caddesi
  • Stephen Green Park
  • Temple Bar

2. GÜN :

  • Kuzey İrlanda Turu: Dunluce Castle, Giant’s Causeway, Carrick-a-Rede Rope Bridge, Dark Hedges ve Belfast

3. GÜN :

  • Batı İrlanda Turu- Galway Bölgesi : Cliffs of Moher, The Burren, Dunguaire Cestle (kinvarra), Galway

4. GÜN

  • Guinness Storehouse
  • Christ Church Cathedral
  • St. Patricks Cathedral
  • O’Connell Caddesi
  • Mary Caddesi

5. GÜN

  • Cork şehri turu (güney irlanda) yada Phoenix Park

Dublin Kalesi‘nin içine girmedik. Bence kaleye dışarıdan bakmak ve etrafında yürümek daha güzeldi. Kale 13.yüzyılda inşa edilip çok kez yenilenmiş. Zamanında Vikingler ve İngilizlerin kullandığı kale iyi fotoğraf kareleri oluşturuyor.

Trinity Collage, Jonathan Swift, Oscar Wilde ve Samuel Beckett gibi Dublin’li birçok ünlünün mezun olduğu prestijli bir üniversite. Kuruluşu 16.yüzyıla kadar dayanıyor. Kampüs alanı çok büyük ve yeşil. Farklı yerlerinde Dublin’li matematikçi, yazar veya siyasetçilerin heykelleri bulunuyor. 200 bin kitabın bulunduğu fantastik bir kütüphanesi var. Harry Potter’ın da çekimlerinde kullandığı kütüphaneye bakmaya doyamadım diyebilirim. The Old Library içinde aynı zamanda Book of Kells ‘in bulunduğu bir müze var. Book of Kells; Kelp rahiplerin MS 800 yılında yazmış olduğu 4 incilin bulunduğu el işlemeli kutsal kitap. Sırf bu sebepten Hristiyanların yoğun ilgisini görüyor. İçeri giriş 13 Euro.

Burası gerçek bir edebiyat şehri. Zengin bir edebiyat mirasına sahip. Unesco tarafından ”edebiyat başkenti” seçilmiş. Parklarda çimlere yayılmış gençler ellerindeki kalın kitapları okuyorlar. Her köşede hatta pubların içinde bile yazarların heykelleri çıkıyor karşınıza. Bu şehirde insan edebiyattan ölebilir. Şiir yazar şair olur, geleneksel irlanda hikayeleriyle roman yazar. O kütüphaneden çıkmaz, araştırmaktan öğrenmekten delirir. Okur, okur. Biraz Samuel Beckett’tan, biraz Oscar Wilde’den ama çoğu zamanda James Joyce’dan birşeyler. Kimse İrlanda’yı Joyce kadar anlatamasa da dener, yazar, karalar. Mutlaka elin kaleme kağıda değer. Bu ülke, bu şehir insana bunları yapar.

Grafton Caddesi, şehrin en ünlü caddelerinden biri. Sağlı sollu mağazaların bulunduğu trafiğe kapalı cadde alışveriş meraklılarının seveceği bir yer. Buradan yürüyerek Stephens Green Park‘a ulaşabilirsiniz. İçinde küçük bir göl ve çokça ördek göreceğiniz park en eskilerinden bir tanesi. Çimlerine uzanıp biraz dinlenebilirsiniz. Hazır şehrin bu tarafındayken, Las Tapas de Lola‘ya uğrayıp enfes tapaslarından yiyebilirsiniz. Dublin yeme-içme rehberini farklı bir yazı da anlatacağım.

Temple Bar, aslında bir bölge adı. Barlar bölgesi. Ama içinde Temple Bar adında bir bar da var. Ve burası turistler tarafından en çok fotoğraflanan popüler bir bar. Öncelikle şunu söylemeliyim. İrlanda’da bir pub’da eğer canlı müzik yoksa onu pub’dan saymıyorlar. Yani girdiğiniz tüm barlarda mutlaka canlı müzik oluyor :)) İrlandalı müzik gruplarının ezgileri sokakları şenlendiriyor. Asla rahatsız edici bir gürültü değil. Tam aksine müzik duyduğunuz anda içeri girmek bir bakıvermek istiyorsunuz. İçerisi tıklım tıklım, kapının önüde. Çoğu İrlandalı siyah birasını alıp kapının önünde sohbete başlıyor. Binalardan rengarenk çiçekler sarkıyor. Herkes sarhoş. Gündüz bile sarhoş. Ama hiçbir taşkınlık yok. Buraya gelmeden okuduğum bir yazıda spor salonlarının kapısına ”lütfen sarhoş gelmeyin” tabelası konduğunu okumuş ve çok gülmüştüm. Şimdi daha iyi anlıyorum. Onlar sarhoşluğu gerçekten seviyorlar. :))

KUZEY İRLANDA

İngiltere’ye bağlı, başkenti Belfast olan ayrı bir ülke. Burada euro kullanılmıyor. Marketten su bile alacak olsanız cebinizde pound olması gerekli. Kasada duran çocuğa 2 euro uzattığımda, suratıma ona küfür etmişim gibi baktığını hiç unutmuyorum. Durumun Güney ve Kuzey İrlanda arasındaki husumetten kaynaklandığının da farkındaydım aslında. Bölgeye geçerken herhangi bir vize, pasaport kontrolü olmuyor. Bu bölgeye Viator’dan aldığımız günübirlik tur ile ulaştık. Giant’s Causeway turuna iki kişi için 130 Euro ödedik. Gidiş yaklaşık 3,5 saat sürüyor. Sabah 6:15 te buluşma yerine ulaşmak için 5:30 da yola koyuluyoruz. Bu saatte otobüs olmadığı için evimizden merkeze 30 dakika yürüyoruz. Her yer kapalı. Bir yer hariç. Buluşma noktasına yakın olan Keoghs Cafe. Buradan sıcak bir bardak kahve ve bir parça kek alıp bekleme yerine geçebilirsiniz.

The Dark Hedges, Game of Thrones sevenlerin hatırlayacağı esrarengiz bir yer. Arya Stark’ın Gendry ve Hot Pie ile King’s Landing’den kaçtığı yol sahnesini hatırlayan var mı? Dizide karanlık ve sisli olan yol, şansımıza güneşli ve pırıl pırıldı. Sağlı sollu kayın ağaçlarının sakladığı yol biraz korkutucu, biraz da ilginç bir görüntü oluşturmuş. 300 yıllık kökleri üzerinde duran bu eski kayın ağaçlarının her an canlanacağını bekleyerek yürüyorsunuz yolda. Onlar sanki dallarını birbirine uzatarak fısıldaşıyor gibiler. Büyülü yolun sonunda bir ev var. Bahçe kapısı geriye kadar açık. 18. yüzyılda yaşayan Stuart ailesi malikanelerine giden bu yola dikmiş kayın ağaçlarını. Amaçları evlerine gelen misafirleri etkilemekmiş. Misafirleri bilmem ama biz bu Karanlık Çitler’den gerçekten çok etkilendik.

Carrick-a-Rede Rope Bridge: Atlantik sularının İzlanda’yaa bakan bu kuzey yamaçlarında, ana karadan kopmuş bir adaya bu halat köprüyle geçiliyor. Somon avlamak için adaya gelen balıkçılar bu halat köprüyü tam 150 yıl önce yapmışlar. Zamanla turistleri kendine çeken bu tatlı-sert köprü 2004’te turist akınına uğrayınca yenilenmek zorunda kalmış. 2008 de de yenilenmiş. Çok rüzgarlı bir bölge olduğundan biraz sallanıyor. Uzunluğu 20 metre olsa da üzerinden yürürkenki his çok daha uzun hissettiriyor. Yağmur olmadığında daha az korkutucu. Yani endişe etmeye gerek yok. Ama siz yine de google’a ”dünya’nın en tehlikeli köprüleri” diye aratıp listeye bir göz atarsanız, günah benden gider. :))

Rope Bridge

Köprü’yü öyle böyle geçebildikten sonra :)) manzara inanılmaz! Burada hiçbir şey yapmadan ve hiç konuşmadan 5 saat oturabilirdik. İkimizde aynı fikirdeyiz Ali ile. Turla gitmenin en olumsuz yanı bu sanırım. Daha fazla kalmak istediğiniz bir yerde kalamamak. Bu arada yurt dışındaki 2. tur deneyimimizdi. İlki gibi (Cape Town) memnun kalmış olsak da sevdiğimiz yerlerde daha çok kalamamak  yine en çok ofladığımız şey oldu.

Giant’s Causeway; Efsaneye göre; Çok uzak zamanlarda burada yaşayan İrlandalı Dev FINN MCCOOL İskoçyalı devi alt edebilmek için denize bu taşları koyar ve kendine bir yol oluşturur. İskoçya’ya gidip uyuyan devi görür. Devin karısı telaş içinde uyuyanın bebekleri olduğu yalanını uydurur. Dehşete düşüp hayatından endişe eden Finn, İrlanda’ya geri dönerek arkasında inşa ettiği yolu talan eder. Bilimsel açıklamasına gelirsek de; birkaç milyon yıl önce volkanik patlama sonucu oluşmuş lav birikintilerinin soğuyup büzüşmesi sonucu oluşan taşlardır. Çoğu altıgen olan bu taşların böyle simetrik oluşması burayı en ilginç kılan şey olmuş. Ali kesinlikle hiçbir açıklamaya inanmayarak kendi hikayesini yazdı ve buranın uzaylılar tarafından yapılmış olacağına inandı. Giant Causeway’i ziyaret eden doğabilimci Joseph Banks ise, tüm bunlar için “basit oyuncak evler …” ifadesini kullanmış. Belki o da benim gibi orijinal hikayeye daha çok inanmak istemiştir, kim bilir?

Dunluce Castle; Uzun süredir ıssız olan bu kale, ortaçağdan kalma ve büyük bir kısmı yıkık. Bu durum, uçurumun tepesindeki kalenin heybetinden hiçbir şey eksiltmemiş olacakki, Greyjoys’un demir ada sahneleri bu kalede çekilmiş. Elbette bir çok filmde olduğu gibi  CGI (Computer – generated imagery, yani bilgisayarla yaratılmış görüntü) kullanılarak kalenin tamamlanması sağlanmış. Teknoloji, mükemmel birşey!

Belfast; Kuzey İrlanda ülkesi’nin başkenti. İrlanda ile yıllar süren çatışmaların en çok can aldığı şehir. Çatışmalar ile ilgili birçok duvar resmi mevcut. Kuzey’in tamamı gibi biraz hüzünlü ve garip bir his uyandırıyor. Yaşananlar her duvar resminde aklınıza geliyor.  Aksanları delice, bazen hiçbir şey anlamıyorsunuz. Parlamento Binasının bahçesinde oturabilir, alışveriş caddelerini gezebilirsiniz. Ayrıca Titanic’in İrlandalı gemi ustaları tarafından yapılıp denize indirdikleri limanı görebilirsiniz. Bir İngiliz’in konuşmasından örnek;

– belfastta 2 sene yasadim, ama katoliklerin yasadigi kisimlara hic gitmedim.
– neden?
– ingiliz oldugum anlasilirsa, benim icin iyi olmazdi cunku.
– nereden bileceklerki ingiliz oldugunuzu?
– aksanimdan anlarlar.
– ben gitsem bir sey yaparlar mi peki*?
– hayir -gulerek-, cunku sen ingiliz degilsin.

BATI İRLANDA

Cliffs of Moher; Galway bölgesindeki bu turu almamızın sebebi dünyada görülmesi gereken noktalardan biri olan Cliff of Moher’di. Yırtıcı Atlantik Yolu olarak adlandırılan sürüş yolunun bir parçası. Falez yüksekliği  214 metreyi bulabilen ve Atlantik kıyısı boyunca 8km uzanan Moher uçurumları şaşkınlık verecek kadar güzel. Uçurumun kenarında esen rüzgara karşı koyabilmek ve aşağıdaki kayalara çarpan dalgalara bakabilmek cesaret istiyor. Çimler genellikle ıslak ve çok yumuşak. Hatta bazı yerlerde bastığınız yer içeri batıyor. Uçurumdan aşağı bakarak fotoğraf çekileceğim diye fazla riske girmeyin. Çünkü toprağın kopma riski var. Giderken iyi bir bot giymek ve yağmurluk almak yapılacak en iyi şey. Manzara dehşet verici. Uzun süre kalıp izlenilesi.

The Burren; Atlas okyanusu kıyısındaki bu yer 350 yıl önce bir deniz tabanıymış. Yıllar sonra yüzeye çıkan bölge buzul çağını da geçirdikten sonra bu hale gelmiş. Taş yüzey çok büyük bir alanı kaplıyor. Böylesi bir arazide bile inatla yaşam bulan çiçekler, umudun olduğunu bana hatırlatan ayrıntılar.

Doolin; Moher uçurumlarına yaklaşık 7 km mesafedeki minicik şirin köy. Küçük olduğuna bakmayın, yeterince kalacak yer, restoran, pub ve mağaza mevcut. Şehri görüp gezdiğimiz için tekrar gelecek olsak şehirde kalmak yerine böyle bir kırsalda kalmayı tercih ederiz. Görünce siz de seveceksiniz. Öğlen yemeğini bu kasabadaki bir restoranda yedik. Fish and chips tazecik ve lezzetliydi. 

Galway; Asırlık binalar, şirin barlar ve sokak müzisyenleriyle bayıldığımız bir şehir. Guinness şanını burada yerel biralara devretmiş. Çok çeşitli yerel biralar tatmak için barmenden yardım isteyebilirsiniz. Buna çikolatalı sütlü olanı da dahil :)) Alışveriş caddesinde 14’üncü yüzyıldan kalma Lynch’s Castle’a uğrayın. Yapı 1930 larda restore edilmiş. Şuanda AIB Bank kullanıyor. Birçok ev yapımı dondurmacı ve şirin butiklerin olduğu caddede İrlandalı müzisyenler çok başarılı. Uzun süre onları dinlemek için zaten azıcık olan zamanımızı kullandık. Yakında youtube kanalındaki ilgili başlıklı videodan izleyebileceksiniz. Çok şanslısınız ;))

Guinness Storehouse; Dublin’i Dublin yapan en önemli şeylerden biri  1759 Yılında Arthur Guinness tarafından kurulan bu fabrika. Üretim halen burada yapılmakta olup, storehouse müze olarak kullanılmaktadır. Kapıda giriş ücreti 20 euro. Online alırsanız 14 euro. 7 katlı bu binada bitkilerin hasadı, fermantasyon süreci, fıçıların yapımı, tadım, hatta bir guinness bardağına birayı doldurup servis etme şeklini bile öğreniyorsunuz. Barın arkasına geçip stout biranızı kendiniz dolduruyorsunuz. Tabii belli şartları var. Eğer başarılı olursanız, size bir sertifika veriyorlar. Giriş ücreti pahalı gibi görünse de kendi doldurduğunuz buz gibi bira eşliğinde, en üst kattaki Gravity Bar’ın 360 derecelik Dublin manzarası size herşeyi unutturuyor. Siyah Bira (Stout) en çok tercih edilen. Burada ortalama 3 saat harcayacağınızı hesaba katın. Şimdi, Cheers!!! :))

O’Connell ve Mary Caddeleri şehri ikiye ayıran Liffey nehri’nin diğer tarafında kalıyor. Bu nehir üzerinde birçok güzel köprü var. Her biri fotoğraflanmayı hakediyor. O’Connell şehrin alışveriş caddelerinden biri. Mary Caddesinde ise güzel butikler var. Alışveriş tutkunları buralara mutlaka uğrasın. Ayrıca google, facebook ve airbnb binaları da Dublin’de. Önceden randevu alarak binaları gezebilirsiniz.

Dublin

SON OLARAK;

Keşke burada kalıp daha çok leprikon avına çıksaydım. Daha çok siyah bira içip, zihin uçuran manzaralarda daha çok hayale dalsaydım. Adanın özgürlük mücadelesi hikayelerini, kızıl saçlı renkli gözlü insanlarından tekrar tekrar dinleseydim. Çayırlarında otlayan koyunların arasına uzanıp daha çok James Joyce okusaydım.

Tekrar geldiğimde; gökkuşağının sonundaki evde yaşayan yeşil cini bulup, yakalayacağım. Eğer gözlerimi hiç kırpmadan ona bakabilirsem asla kaçamayacak ve onu serbest bırakmam karşılığında 3 dileğimi gerçekleştirecek. 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

İrlanda Gezi Videosu 

KOPENHAG GEZİ REHBERİ

Danca’da ticaret limanı anlamına gelen København Danimarka’nın başkenti ve nüfusu en kalabalık şehridir. En kalabalık dediğime bakmayın. Ülkenin tamamının nüfusu yalnızca 5600 milyon. Anayasal Monarşiyle yönetilen Kopenhag, kaleleri, sarayları, müzeleri ve tarihi yapıları ile düzenli ve korunaklı bir şehir.

Dünya’nın en zengin kentlerinden biri olan Kopenhag ’da yaşam refahı ortalamanın çok üzerinde. Ayrıca dünyanın en mutlu insanlarının yaşadığı söylenen Kopenhag yeşilin her tonuna sahip bir doğa cenneti olduğu gibi, yaşam haklarının titizlikle korunduğu modern de bir şehir. Şehir dendiğinde akla gelen tıklım tıklım beton binalar, gürültü ve egzoz kokusundan çok ama çok uzakta. Gelişmiş bir tren-metro ulaşım sistemi ve gurur duyabilecekleri bisiklet yolları var. Şehrin bisiklet trafiğine öyle hayran kaldım ve vintage bisikletlerin güzelliklerine şaştım ki, kendimi burada ikinci el bisiklet araştırırken buldum. 

Ülkede para birimi Danimarka Kronu ve 1 TL yaklaşık 1.86 DKK etmekte. Kimse popüler avrupa şehirlerinin arasına Kopenhag’ı eklemez, bu bir gerçek. İsveç gibi daha turistik İskandinav ülkelerinin yanında ismi daha sönük kalsa da, gidince insanı mahcup eden bir ülke burası. Masal gibi yapıları, pastoral renkleri ve ekolojik karakteriyle insanı kendine hayran bırakabiliyor. En can arkadaşım, kardeşim Ankara’dan buraya taşınmasa herhalde gelip görmek aklıma bile gelmezdi.

Kopenhag şehir

kopenhag bisiklet

Kopenhag’da Ulaşım

Şehiriçi ulaşım tren, metro, otobüs, taksi ve bisiklet ile çok çeşitli. Tren biletlerini istasyonlardaki otomatlardan ve 7elevenlardan alabiliyorsunuz. Otobüs biletlerini yine 7eleven ve otobüsün içinden daha pahalıya alabilirsiniz. Benim tavsiyem; ülkeye girdiğinizde havaalanındaki otomatlardan anonim Rejsekort kart almanız ve içine bakiye yükletmeniz olacak. Böylece gittiğiniz zone ‘un yakınlığına göre size tek gidiş ücretinde indirim sağlayacak. Londra’yı ziyaret edenler bilir. Zone’lara ayrılmış şehirde trenle geçtiğiniz her bölge için ulaşım maliyetiniz artıyor. Bu karta sahip olduğunuzda yapmanız gereken şey, istasyona geldiğinizde trene binmeden kartınızı check in noktalarına okutmak. İndiğinizde ise check out yapmak. Böylece kaç durak gittiğinize göre daha ucuz yolculuk yapabilirsiniz. Yine de şehirdeki en pahalı şeylerden 2.’si ulaşım.

 

Kokkedal tren istasyonu

Kopenhag ‘da Yaşam

Her gün işe gidiyor olmak bu ülkede yaşayan insanları yormuyor. Çünkü metrobüs sırası yok. Zaten yorgunken birde ayakta 45 dakika yol gitmek yok. 16:30 da işten çıkıp bisikletle merkeze gitmek ve Nyhavn’da arkadaşlarla bir şeyler içmek harika. Yazın günler uzun, hava 23:00’e doğru anca kararıyor ve sabah 5’te apaydınlık oluyor. Tabii bu yazın böyle. Kışın genelde günler karanlık ve kısa. Sosyalleşme az. İnsanlar genelde işten çıkıp evlerine geliyorlar. Avm’ler ve birçok dükkan 5-6’da kapanıyor. Zaten yemek içmek de çok pahalı. Dışarıda genelde evden yanlarına aldıkları yiyecek içecekleri tüketiyorlar.

 

Piknik yapmak hiç bu kadar zorunlu ve eğlenceli olmamıştı. Zorunlu diyorum çünkü evde bir şeyler hazırlamakla dışarıdan almak arasında çok fazla fiyat farkı var. 500ml su bile 20 kron. Yani 10 tl :)) Çeşmeden doldurup yanına almak en doğrusu. Eğlenceli kısmı ise, örtünü serip sakin sakin piknik yapacağın çok alan var. İnsan az olunca herşey daha sakin ve huzurlu. Bisikletlerimizle istediğimiz yere sürüp çantamıza doldurduğumuz çeşit çeşit yiyecek ve içecekle harika zaman geçirdik. Her gün yapalım desen sıkılmadan yaparım. Bir gün ormanda, bir gün sahilde kumlarda, bir gün yine sahile bakan çimlerdeki ağacın altında. Bir gün bir kalenin büyük bahçe manzarasında.

 

IMG_0614

 

Bu şehirde spor yapmak için üşenen kimsenin olabileceğini düşünmüyorum. Ama yine de ülkemizde hiç yaşamadığımız bazı şeyler sorun olabiliyor. Evden çıkıp ormanın içinde koşmak mı yoksa sahildeki yolda yürümek mi kararsız kalıyorsunuz. Ertesi sabah golf mü oynamalı yoksa at mı binmeli emin olamıyorsunuz. Sağlıklı ve ekolojik ürünleri satın almak konusunda evin arkasındaki marketi mi yoksa merkezde adım başı marketlerden birini mi tercih etmelisiniz? Bazen bilemiyorsunuz? Birde Danimarka yeşili diye birşey var bence. Yada tarihin Mayıs olmasından kaynaklı. Ağaçlar öyle fosforlu bir yeşil ki, şaşırmakla taktir etmek arasında bir yerde kalıyorsunuz.

 

 

Bisiklete binmek asla spor sayılmıyor, kızların çoğu topuklu ayakkabıları, minicik etekleri ve on numara özgüvenleriyle bisiklet kullanıyor. Erkekler, takım elbise ve şık ayakkabılarıyla işe giderken bisiklet sürüyor. Caddeler o kadar güzel duruyorki. Bu şehirde kişi başına bir bisiklet düşüyor. Yani insan sayısı kadar bisiklet var. Bisiklet park alanını ilk gördüğümde nasıl karışmıyor veya nasıl çalınmıyor demiştim? Evet ülkedeki tek hırsızlık bisiklet için oluyormuş, öğrendim :)) Ama onca güzel ve ilgi çekici bisikleti görünce benimde aklıma gelmedi mi? Geldi :))

 

 

Kopenhag Nasıl Gezilir?

Şehrin merkezi ve kıyı şeridi, yürüyerek gezilebilecek uzaklıkta. Kıyı şeridinden iç kesimlere yürüyerek yada kısa duraklı otobüs ve metro kullanarak gezebilirsiniz. Eğer kale, saray ve müze gezecekseniz Kopenhag Kart almak en avantajlısı. Turist Bilgi Ofislerinden 24, 48 ve 72 saatlik kart aldığınızda tüm müze, kale ve bahçelerin giriş ücretleri ve ulaşım masraflarınız ücretsiz. Her girişte bilet gişesine kartınızı gösterip bir onay kartı almanız gerekli. Bu yüzden şehre gelmeden gezi planınızı günü gününe yapmanızı öneririm.

3 günlük Kopenhag Kart ile gezmenizi önereceğim yerleri gün gün sıraladım. Faydası olacağını düşünüyorum. Daha az veya çok gününüz varsa kendinize göre bir plan çıkartabilirsiniz.

1.GÜN

  • Küçük Deniz Kızı Heykeli
  • Amalienborg Kalesi
  • Design Museum
  • RosenBorg Kalesi
  • Round Tower

2.GÜN

  • Carlsberg Bira Fabrikası
  • Glyptotek
  • NyHavn Kanal Turu

3.GÜN

  • Frederiksborg Kalesi
  • Helsingor Hamlet’in Kalesi

Østerport istasyonunda inip Küçük Deniz Kızı Heykeli’ni görerek gezmeye başlayabilirsiniz. Rosenborg Kalesinin hemen yakınında bulunan Torvehallerne Market’e de mutlaka uğrayın. Çiçek ve meyve-sebze pazarı, envai çeşit şarküteri ve deniz ürünleri var. Pazardan güzel peynirler alabilir, Gorm’s ta harika pizzalarla karnınızı doyurabilir yada Coffee Collective’in popüler kahvelerinin tadına bakabilirsiniz.

 

 

 

Round Tower; 17. yüzyılda yapılmış, Kopenhag ’ı kuşbaşı izlemenizi sağlayacak tarihi bir gözlem kulesi. Gözü karartıp çıkmalısınız. Desing Museum’un arka bahçesi huzur ve dinlenme için en güzel yer, kesinlikle atlamayın. Müzenin shop’u diğerlerine göre en sevdiğimdi. Amalienborg Kalesi‘nde askerlerin yürüyüşlerine denk gelirseniz ilginç olabilir.

 

 

Carlsberg Bira Fabrikası, bira yapımı ve tadımı için harika. Glyptotek, tüm müze ve kaleler içinde en çok görmek istediğim yerdi. Çok iyi bir heykel koleksiyonu var. Kolay geziliyor. Girişteki yaz bahçesine bayılacaksınız. NyHavn; minyatür Amsterdam gibi. Viking tarzı evler farklı renklerle bitişik bitişik dizilmiş. Ortasından geçen kanalda tekne turları düzenleniyor. Turlar rehberli ve Kopenhag ’ın tüm önemli noktalarını anlatıyor. Mutlaka yapmanız gerekenler listesinde.

Sonrasında Danimarka sınırları içinde özerk bölge olan Christiania’ya uğrayın. Tabelasından içeri adım attığınız anda Freetown adı verilen bu bölgede tamamen özgürsünüz. Herkes istediğini yapmakta özgür ve kimse kimsenin özgürlüğünü engelleyemez. Burası insanların kendi evlerini kurduğu, duvarlarını istedikleri gibi boyadığı ve kendi kanunlarıyla yaşadığı bir kasaba. Hippi yaşamın devam ettiği, duvarların grafitilerle süslendiği, entellektüel ve sanatçıların yaşadığı bölgede esrar bulundurmak ve kullanmak serbest. Dolayısıyla bölgede marihuana yaprakları en popüler yeşil sayılıyor. Büyük bir tabelada yasakların altı çok net çizilmiş. Fotoğraf çekmek, koşmak ve kavga etmek kesinlikle yasak. Koşmak paniğe sebebiyet veriyormuş :)) Serbest olan ilk şey ise; eğlenmek! :))

 

Hamlet’in Kalesi

Helsingør Hamletin Kalesi olarak bilinen Kronborg Slot şehrin kuzeyinde. Hayatımda gördüğüm en etkileyici kale. 1600’lü yıllarda kale, boğazdan geçen gemi ve korsanlardan vergi almak amacıyla kullanılmış. Bu sebepten zaman içinde birçok saldırıya da maruz kalmış. Bir dönem hapishane olarak kullanılarak mahkumlar kalenin güçlendirilmesi için çalıştırılmış. 2000 yılında Unesco Listesine dahil edilmiş.Ayrıca Shakespeare hiç görmediği halde en ünlü trajedisi Hamlet’i bu kaleden esinlenerek yazmış. Kale, oyunun geçtiği mekan olarak kullanılmış. Shakespeare’in ölümünden sonraysa kale’de Hamlet’i oynamak gelenek haline gelmiş. Lawrence Olivier, Derek Jacobi, Jude Law kalede Hamlet’i oynayan isimlerden birkaçı. İçindeki bir odada oynayanların resimleri sergileniyor.  Mahzenleri, odaları, bahçesi ve manzarası gerçekten çok etkileyiciydi. Kale çok büyük ve gezmek yorucu. Zaman nasıl geçiyor anlamıyorsunuz. Buraya gelirken yanınıza atıştırmalık bir şeyler almayı unutmayın. Bahçesinin denize bakan tarafında karşıdaki İsveç kıyılarını izleyerek soluklanabilirsiniz. Çıkınca da Helsingør ‘ün kasabayı andıran sokaklarını mutlaka gezin. Tren Gar’ı inanılmaz havalı :))

Denizden çıkarılmış çöplerden yapılmış heykel.

 

Listemde olmasına rağmen Frederiksborg Kalesi’ne ben gidemedim ama birkaç ay sonra tekrar geldiğimde ilk gideceğim yer bu kale. Harika bir bahçesi var, Şehrin kuzeyinde kaldığı için, Helsingør’e gittiğiniz güne eklemek mantıklı.

Kopenhag’da Yemek ve Alışveriş

Akla gelen ilk şey elbette balık ama aslında Danimarkalılar daha çok et (çoğunlukla domuz) ile besleniyorlar. İskandinav mutfağının popülerleşmesi ile Danimarka da geleneksel mutfağının yanına yenilikler eklemiş. Dünyada hızla yayılan Raw Food ve organik beslenmeyle kafayı bozmuş olanlar için alternatifleri çoğaltmış. Her markette sağlıklı ekolojik ürünler satılıyor. Restoran ve kafelerde sağlıklı olduğu kadar lezzetli de beslenmek mümkün. Danimarka mutfağının bu kadar popüler olmasını sağlayan şeylerden en büyüğü kuşkusuz, Noma. Henüz bilmeyenler için Noma tam 4 kez ”dünya’nın en iyi restoranı” seçildi. Sadece yerel malzemeler kullanılması en önemli özellikleri. Sırf bu yüzden havyar, trüf mantarı gibi yerel olmayan malzemeleri mutfaklarına sokmuyorlar. 2 Michelin yıldızına sahip restoranda yemek yemek istediğinizde aylar önceden rezervasyon yapmanız gerekiyor. Noma’nın uzun bekleme listesine adınızı yazdırmanızla yaklaşık 250 euro’luk bir hesabı gözden çıkartmanız doğru orantılı.

Danimarka, en çok Michelin yıldızına sahip ülke olma özelliğiyle de turist çekmeye devam ediyor. En popüler yiyeceği Smørrebrød adını verdikleri bir çeşit açık sandvich. Çoğunlukla çavdarlı çekirdekli özel bir ekmeğin üzerine sürülmüş peynir veya humus veya avokado üzerine çeşitli deniz ürünleri veya sebzelerle süslenmiş ekmekler, her yerde var. Lokal yiyecekler tatmak isteyenler için öncelikli. Ben ilk Smørrebrød’ümü Papirøen adlı mekanda yemiştim. Burası daha çok gençlerin takıldığı, akşamüstü müzik ve eğlencenin olduğu bir sokak yemeği alanı. İstediğiniz restoranın standından yemeğinizi alıp sıralanmış masalarda tanımadığınız insanlarla oturup yiyorsunuz. Gün batımında açılıp kapanan sandalyelerde oturup sohbet ederken, müzikle küçük çaplı partileyebiliyorsunuz. En sevdiğim mekanlardan biri. Mutlaka uğramanız gereken bir yer.

IMG_2475

IMG_1022

 

Peki 3. dalga kahveciler için ne söylenebilir? Adres belli. Kopenhag ‘da en sevilen kahve zinciri The Coffee Collective. Organik kahvecilik tanımlamalarıyla Danimarka’ya tam tamına uyan, sabah 7 de sokaklara kahve kokusunu salan dükkanları birçok yere dağılmış durumda. Peki şehrin pahalı olduğunu en iyi nereden anlıyoruz? Bir bardak kahveye verdiğimiz 40 kron (20 tl) ile.

The Coffee Collective

 

Raw Food dünyasında kalbi hızla çarpanlara en güzel mekan; 42Raw. İlk gelişimde yiyecek kalmamıştı ve oflayarak geri dönmek zorunda kaldım. İkincisinde hem Acai Bowl hem de özel salatasını deneme fırsatı buldum. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki ödediğim paraya fazla fazla değdi. Her gün gelip herşeyi yiyebilirim. Bir sonraki seyahati sırf 42Raw için iple çekiyorum :)) Mekan da raw tariflerin olduğu bir yemek kitabı’da satılıyor. Saat 5 te yemek bitebilir, bu yüzden erken gelin.

 

42Raw

 

42Raw ‘da yemek kalmayınca keşfettiğimiz bir diğer harika mekan Paleo. Hemen yan yanalar. Menülerinde nefis bir yeşil sos ve badem kullanıyorlar. Tavuklu salatamı mideme indirirken gözüm tabakların güzelliğindeydi :))

 

IMG_0824

Aesop Copenhagen

Alışveriş konusunda çok çeşitli seçenekler var. Bana kalırsa buradan giyim ve kozmetik ürünleri alınmaz. Ama ıvır zıvır ev eşyalarında çok çeşitli ve uygun fiyatlı seçenekler mevcut. Bir de dünyanın en güzel kokan el kremi markası Aesop‘un şubeleri bulunuyor. Türkiye’den siparişle daha pahalıya geldiği için ben buradan aldım. Yanında harika bir yüz maskesi ve serumu ile birlikte en pahalı alışverişti. Market market dolaşıp ekolojik makarna, peynir, tohum, ekmek, ekmek unu vs alışverişlerim dışında başka da birşey almadım zaten. Ama yine gitsem bavul dolusu ekmek getirebilirim. Bu da benim alışveriş tarzım :)))

Marketlerde poşet yok, herkes kendi alışveriş çantasını yanında taşıyor. İstanbul’da markette aldıklarımı kendi alışveriş çantama koyarken sırada bekleyenler ve kasadaki kızın bakışları burada yok :)) İnatla bizimde böyle bir ülke olma hayaliyle alışveriş çantamla gezmeye devam edeceğim. Ne güzel bir adet ve çevreci bir yaklaşım değil mi? Alışveriş çantası demişken, en güzel ve uygun fiyatlı olan birini Søstrene Grene‘de buldum. Ürünlerine mutlaka bir göz atın.

Papiroen

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

                       Sinem Güneş Sedef – Gökay Sedef

 

GÖCEK VE ULA’DA YOGA

Sadece lüks teknelerin bağlandığı havalı bir liman ilçesi olarak tanıdığımız Göcek, zengin görüntüsünün yanında aslında mütevazi olabiliyormuş. Herşey Kaş’ta yaşadığını sandığımız arkadaşlarımızı arayıp size geliyoruz dememizle başladı. Meğer bir ay olmamış Göcek’e taşınmışlar. J) 2 günlüğüne toplandık gittik. Dönüşümüz 4 günü buldu J) Emre’ye kalsa daha da uzun sürebilirdi, sağolsunlar.

Göcek merkezin hemen bitişiğinde İnlice mevkinde çok şirin bir evleri var. O kadar şirin ki bahçedeki güller kudurmuş, bahçe kapısındaki dut coşmuş, arabayı gölgeleyen asma yeşillenmiş. Zaten başımı nereye çavirsem yeşil dağlar bize bakıyor. Ali Istanbul’dan sonra kaybettiği huzuru buralarda bir yerlerde ucundan yakaladı. :))

 

Sarsala Koyu

Havaalanından ulaşmak için biraz baya yol gittik :)) Yol’da nefis bir göl bile keşfettik. Arayan buluyor sevgili dostlar, yolu güzel, kendi güzel bir koy. Sanırım yolundan dolayı çoğu kişi teknesiyle geliyor. Teknesi olmayan bizim gibiler ise çok güzel manzaralar yakalıyor :)) Sezon elbette daha açılmamış ama biz kurtluyuz. Kimse henüz gelmeden, biz gelip, göreceğiz :))

Sarsala Koyu

Sarsala Koyu 2

Sarıgerme

Sırada çok genişçe bir alanı ve plajı olan başka bir yer var. Duşları, tuvaletleri, büfesi ve oturma alanlarıyla diğer plaja göre daha büyük ve kalabalık olabilecek bir yer. Ama ben çok büyük plajları sevmiyorum.

 

İnlice Plajı

Bizim çiftin evlerinden yürüye yürüye gittiği plajda sıra. Yolunda çiçekler arasında inekler otluyor. Kıvrıla kıvrıla bir su akıyor. Suyun kenarından yürüye yürüye denize varıyorsun. Yine dağların içinde bir plaj. Oh be :))

inlice plajı

İnlice, Muğla

Göcek Merkez

Macro Centre olmasına hayran kaldım. Lakin bizim evden bir macro center’a ulaşmak için bir saat yol gidiyorum 🙂 Butikleri, marketleri, restoranları, denizin hemen kıyısındaki mekanları ile minicik, içi dolu fıçıcık bu Göcek :)) 

Göcek Merkez

Gemiler Koyu

Girişi ücretli ve yine nefis bir koy. Aynı zamanda da bir kamp alanı. Tuvalet ve duşları temiz. Deniz ve manzara güzel. Patates kızartması ev patatesi. Seve seve yine geleceğim bir koy.

Gemiler Koyu

Azmak Çayı – Halil’in Yeri

Deniz ürünleri ağırlıklı bir restoran. Yoğurtlu mezeleri enfes. Biber, patlıcan, patates kızartması sıcacık tazecik kızartılmış üstüne yoğurt dökülmüş servis edildi. Deniz ürünlü special bir böreği var. Neden börek istedik ki diyen Ali’yi kendinden geçirdi :)) Beni de. Öğlen vakti Azmak Çayı kenarında ördekleri izlerken mis gibi doyup kalktık.

Halil'in Yeri

Azmak Çayı

Ula’da Yoga

Ula’da aile ziyareti yaptıktan sonra Dalaman Havaalanına dönüşte bakmaya doyulmaz manzaralarda ilerlerken dayanamadım. Arabayı kenara çekip yere bir bez serdikten sonra huzurun içine düştüm.

 

 

Fotoğraflar; Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün

 

FETHİYE, KAYAKÖY

Fethiye’nin ilçelerinden biri Kayaköy. Eskiden içinde yaşayan mutlu insanları olsa da uzun yıllar önce terkedilmiş. Terkedilme sebebi aslında çok üzücü. Burası günümüzde bir sit alanı, korumaya alınmış ama hiçbir düzenleme bakım da yapılmamış. Devlet sadece köy girişine bir kulübe koymuş ve kişi başı ücret almaya başlamış. Görevliye verdiğimiz bu giriş ücretiyle buraya nasıl katkı yapıldığını sorduğumuzdaysa şimdiye kadar herhangi bir şey yapılmadı cevabıyla hayal kırıklığına ilk girişi yapıyoruz.

Fethiye, Kayaköy

Kayaköy, Fethiye

 

Kayaköy’ün geçmişi beş bin yıla kadar uzanıyor. Evlerde rum mimarisi göze çarpıyor. Büyük bir yamaca dizilmiş taş binaların her birinde kendi ekmek fırını ve sarnıcı var. Evler birbiriyle dip dibe ama hiçbiri diğerinin manzarasını engellemiyor. Hepsi güneşi görecek şekilde dizilmiş. Yüzleri güneşe bakan ay çiçekleri gibi. Kapladığı alan azımsanmayacak kadar büyük. Yaklaşık 3500 ev, okul, şapel, hastene, 2 tane de kilisesi var. İlgimi çeken; kiliselerin hiçbirinin çatısına bir şey olmamış. Sapasağlam duruyor.

 

Kayaköy ‘ün Hikayesi Nedir?

Kayaköy bir mübadele eseri.  Kurtuluş savaşından hemen sonra Yunan ve Türk hükümetleri aralarında anlaşma yapmış. Batı Trakya’da bulunan Türkleri buraya, burada yaşayan Rumları ise Batı Trakya’ya yerleştirilmiş. Burada yaşayan rumlar geçimlerini zanaatla ve bağcılıkla sağlarken türkler tarımla uğraşıyorlarmış. Yerleştirilmeden sonra türkler böyle engebeli bir arazide tarım yapamamış. Zaten yerlerinden yurtlarından olan halk bu duruma bir yıl katlandıktan sonra evlerini terkedip daha düzlük arazilere Manisa ve civarlarına yerleşmiş. Rumlar ve Türkler tarafından terkedilen köy zamanla fiziksel şartlara dayanamayıp yıkık dökük bir hal almış. Bu yüzden çoğu kimse buraya hayalet köy diyor.

Öyle sessiz ki içinde gezerken kendi sesinizden utanıyorsunuz. Pencere ve kapısıyla görebileceğiniz sağlamlıkta tek bir ev kalmış, kilisenin yanında. İçinde yaşayanların iki fotoğrafı da var. Pencereler ve kapıların açılıp kapanma sistemi oldukça ilkel. Ama yaptıkları ahşap yük dolapları çok zarif ve güzel. Ziyaterçisi halen çok az. Böylesi özel bir yerin daha iyi tanıtılması ve düzenlenmesi gerekli. Hatta bana kalsa, belli koşullarla restorasyon çalışmaları yapıp, bölge halkına verilerek yaşanacak bir köye bile dönüştürülebilir. Yaşayan ve hatıraları çok olan, güne bakan evler artık hayalet olmaktan arınır.

 

Kayaköy, Göcek ve Ula’yı içine alan gezinin videosu youtube sayfasında var. Türk-Yunan Dostluk Derneğinin, ”Barış ve Dostluk Köyü” olarak ilan ettiği yer Türkiye’de mutlaka görülmesi gerekenler listesinde.

 

Fotoğraflar: Tuğçe Tüzün – Yiğit Ali Tüzün